Osmanlı İmparatorluğu, birçok cephede savaşları kaybetmiş, milletin moral değerleri yerle bir olmuştur.

Birinci Dünya Savaşı başlarken, seferberlik ilan ederek savaş için bütün hazırlıklarını tamamlamıştır. Savaşa girmemek esas olsa bile savaş için her türlü planlar yapılmıştır. Dibinde savaş varsa, emperyalistler yok sayıyor ve istediğini yapıyorsa tarafsız kalmak boşunadır bir yerde. Neticede Çanakkale Deniz Savaşlarının eşiğine gelinmiştir.

Osmanlı Ordusunun seferberlik ilanı üzerine, Balıkesir ilinin Balya ilçesi Akbaş Nahiyesine bağlı olan Ergama (Gökçeyazı)’da bir sabah namazından sonra Şeyh Bedrettin Cami (Koca Camii) imamı tarafından bütün köylüler köy meydanında toplanır. Seferberlik ilanında 19 yaşın üzerinde herkesin askere alınacağı belirtilmiştir. İmam, seferberlik ilanında belirtilen niteliklere uygun 80’e yakın eli silah tutacak genci ayırır ve köylüye dönerek ‘herkes bu yiğitlere hakkını helal etsin, bunlar geri dönmeyecek’ der. Helallaşılır ve askerlerle Balya Kavşağına, Güngörmez mevkiine kadar gidilerek Çanakkale’ye yollanır. Büyük gurubun uğurlanmasından sonra da hemen her ay sefer görev emrine istinaden köyden daha küçük yaşta gençler de askere, cepheye gönderilir.

Osmanlı’da aynı yöreden gelen askerler aynı cephede, hatta aynı birlikte görev yapmaktadır. Gökçeyazı’dan yola çıkan gençler Havran ilçesinde oluşturulan gurupla, büyük ihtimalle Seyit Onbaşı ile birlikte Mecidiye tabyasına gelirler. Daha ilk muhasarada çoğu şehit düşer. Çanakkale Deniz Savaşlarının tek şahidi olan Emin Ali Dayı köye döner. Çanakkale Deniz Zaferini bizzat yaşamıştır. Anlatımı aynen şöyledir: Top gemiye isabet edince büyük bir duman çıktı. Sonra gemi batmaya başladı. Gemi batarken içinden su fışkırdı. Su fışkırması durunca denizin üzeri şapka dolup kaldı. Emin Ali Dayı batan gemiye İngiliz Gemisi demiştir, gerçekten batan gemi Ocean’dır.

Çanakkale savaşları devam ederken, yaşlı cami cemaati, her sabah namazdan çıktıktan sonra sabahın sessizliğini dinler, top sesleri geldikçe, gönderdikleri gençlerin muvaffakiyeti için dua ederler. Bir yandan da ‘Canlar gidiyor canlar gidiyor’ diye gözyaşı dökerler. Her sabah evlatlarının, torunlarının sağ salim dönmeleri için dua etmekten başka yapacakları bir şey yoktur.

Gökçeyazı’da 1915 yılı kurban bayramında kurban kesilmez. Kurbanlıkların hepsi, vatana kurban ettikleri gençlere, cepheye gönderilir. Zaten köyde kadınlar, yaşlılar ve kundaktaki çocuklardan başka kimse kalmamıştır. Tarlalar imece usulü ekilmiş, ihtiyaç kadarı ayrıldıktan sonra, tamamı cepheye gönderilmiştir. Kadınlar genellikle hep birlikte ekip biçmiş ve birlikte hareket etmişlerdir. Aynı yıllarda cepheden kaçan eşkıyalar da başlarına bela olmuştur. Bunlarla da mücadele etmişlerdir. Topluca tarlaya, bahçeye çalışmaya gitmenin yanında geceleri de hep birlikte evlerde kalmışlardır.

Köyde gözü yollarda olan bu kadınlar Çanakkale Zaferinin ardından Yunan işgalini de yaşamışlar ama yılmamışlardır. Dağda gizlenmişler ve Yunan güçleri kaçtıktan sonra harabeye çevrilen, talan edilen evlerine dönmüşlerdir.

Rahmetli Ninem çocukmuş o yıllarda. Annesinin arpa ile ayrık kökünü un edip ekmek yaptığını, Hasan ve Hüseyin dedelerimizin Çanakkale’ye gittiğini ve geri dönmediklerini, babasız büyüdüklerini anlatırdı. Gün içerisindeki büyük dualarından birisi ‘Allah insanları savaşla, açlıkla imtihan etmesin’ idi.

Dünya başka türlü nasıl dize gelirdi ki!