Boğaziçi Üniversitesi rektörlüğüne yapılan atamadan sonra başlayan gösteriler ve iktidar sahiplerinin terörist ithamları liyakatle ilgili şüpheleri iyice arttırdı.

Boğaziçi Üniversitesi rektörlüğüne yapılan atamadan sonra başlayan gösteriler ve iktidar sahiplerinin terörist ithamları liyakatle ilgili şüpheleri iyice arttırdı.
15 Temmuz terörist kalkışmasından sonra üniversite rektörlerinin atanması iyice basitleştirilmişti. Neredeyse herhangi bir okula müdür ataması kadar kolaylaştırılmıştı. Aslında demokratik olmayan bu sıkıyönetim tarzı atama şeklinin tek iyi tarafı liyakat sahibinin atanmasıdır. Bunu da o kurumun çalışanları daha iyi bilir.
Aslında nereden bakarsanız onu görüyorsunuz. Eskiden seçim yapılıyordu. En yüksek oyu alan 6 aday YÖK’e gönderiliyordu. Burada bir oylama yapılıyor ve oylamada en az oy alan üç adayın Cumhurbaşkanına seçmesi için gönderilme olasılığı bulunuyordu. Yine Cumhurbaşkanının en düşük oy alanı atama olasılığı vardı. Eski seçim sistemi de demokratik değildi. Arada gerginlikler de yaşanıyordu.
Günümüzde terörist kalkışma gerekçeleriyle çıkarılan kararnameye dayalı olarak seçimsiz, belirlenen veya önceden tercih edilen adaylar arasından atama yapılıveriyor.
Elbette seçimlerin amacına ulaşması için, oy kullanacakların, eğitimli, erdem sahibi, üniversitesinin ve memleketinin öncelikleri anlayabilen akademisyenlerden oluşması gerekir. Siyasi saplantılardan uzak bir bakış içerisinde tercihini yapması gerekir. Günümüze kadar objektif seçimler pek yapılamadı. Üstelik siyasi guruplar üniversiteyi ele geçirmek ve kadrolaşmak konusunda çok çalıştılar. Hal böyle olunca kadrolaşmada demokratik davranılmadığı gibi, adalet de çöküp gitti. Bir önceki cumhurbaşkanının atadığı rektörlerin neredeyse tamamı fetocu çıktı. Kadrolarını oluştururken, idarecilerini atarken fetocu olmasına özen gösterdiler. Kendilerinden olmayanlara hak ettikleri kadroları bile vermediler. Bu konuda iktidardan da tam destek aldılar.
Seçimler yok artık. Çok iyisini seçme şansı olduğu gibi, çok kötüsünü seçme gücü de bulunmaktadır. Neticede bazı reaksiyonların ortaya çıktığı atamalar son zamanlarda çoğalmaya başlamıştır. Askerliğini bedelli yapmış olanlar askeri okullara dekan olurken, alakası olmayanlar rektör oldular. Sabıkalı bazı insan müsveddeleri bölüm başkanı oldu. Cumhuriyete ve cumhuriyetin değerlerine küfür edenler hep bir yerlere idareci olarak atandı. Akademik yükseltmelerde şebekeler oluştu.
Bilim dünyasında bu gelişmeler meydana gelirken, kamunun diğer alanlarında da nahoş atamalar oluyor elbette. Atamaların yasal olmadığını iddia etmek elbette mümkün değil. Valisinden ilçelerdeki kurum idarecilerine kadar hemen hepsi yasal izleğe uygun olarak atanmaktadır. Önemli bir kısmı görevlerini layıkıyla yapıyorlardır mutlaka. Ancak öyle sırıtanlar var ki, artık bu kadarı da olmamalı diyor insan.
Devlete masraf çıkarmak için görevlendirilmiş olanlar bile var sanki. Devletin topluiğnesini yerden toplayan, bütün kaynakları daha verimli kullanmak için gayret eden idareciler her geçen gün azalıyor. Daha lüks odalarda oturmak, daha lüks arabalara binmek için yarış içinde olan idareciler her geçen gün çoğalıyor. Faydasından çok zararı var denilen karakterler çoğalıyor.
Göreve layık olmanın birinci şartı çalışkan, disiplinli, üretkenliğini, verimliliğini ispat etmiş olmaktır. O zaman kimse bir şey diyemez. Aksi olunca kurumda işler yavaşlar. Bir kişinin yapacağı işi on kişi yapamaz. Bilmeyen amir olunca hatalar birbirini kovalar.