Dünyada İngiltere’nin dizayn ettiği, Amerika’nın tetikçiliğini yaptığı ve İsrail’in buna ortak olduğu hiçbir proje başarısız olmamıştır.

İnsanların zaaflarını iyi bilip iyi kullanan, istediğini iktidara taşıyıp, istediğini indiren, yaşatan, öldüren, konuşturan hep bunlar oldu şimdiye kadar.

.

Ortadoğu’da bunca karışıklık yaşanırken İran Cumhurbaşkanı “Seyyid İbrahim Reisülsedati” veya bilinen adıyla “İbrahim Reisi” nin “40 yaşındaki bir helikopter kazasıyla” hayatını kaybetmesi, akıllara bin tane soru işareti getiriyor.

.

İfadelere göre 1970’li yıllarda üretilmesinden dolayı da günümüz teknolojisinden oldukça uzakta bulunan bir helikoptermiş.

.

Yazılanlara göre; Helikopter Bell 212’nin “Görsel uçuş koşullarında” uçmak üzere üretildiğine, yani “Pilotun yalnızca oturduğu yerden araziyi gözlemleme becerisine” güvenmek zorunda olduğuna dikkati çekiliyor.

.

Tüm bunlardan dolayı “Yoğun sis ve fırtınanın yaşandığı pazar günü” pilotun görüş mesafesinde yaşamış olabileceği sıkıntının kazanın başlıca sebebi olabileceği düşünülüyor.

.

Birçok yorumcu “Pilotun sis duvarına toslaması sonucu” kaza olduğu yönünde tahminler ileri sürseler de, bir başka yorumlarda ise “Suikast” olabileceği de yoğun olarak konuşuluyor.

.

Ama yine de işin içinde Ortadoğu varsa, İsrail varsa, savaş varsa her türlü senaryo yazılabilir...

.

Sadece şuna cevap vererek gerçek sonuca ulaşılabilir;

Reisi’nin hayatını kaybetmesi kimin işine yarar?

 

KİM VAHŞİ?

Gelinen duruma bakın.

“Vahşilik, barbarlık, yıkıcılık, yağmacılık, ezicilik, çıkarcılık, yok edicilik…” hepsi bünyesinde var.

.

Menfaati için yapmayacağı hiçbir şey yok.

.

Küreselmiş, çevreymiş umurunda bile değil.

Kendinden başkasını düşünmeyen bir canavara dönüşmüş, kokuşmuş zihniyetin temsilcisi olan vahşi yaratık.

.

Kim?

Elbette insan.

.

Bunu sadece biz insanlar olarak fark etmedik.

Hayvanlar dahi fark etti.

Nereden biliyoruz?

Hemen ispatlıyorum.

.

Size, “Doğanın en vahşi hayvanı kim?” diye sorsam büyük ihtimal bilirsiniz ve cevap olarak “Ayı” dersiniz.

.

Çünkü kendisine tehdit olsun olmasın gördüğünü parçalayan tek hayvan.

“Balık yer, et yer, ot yer, bal yer, insan yer.”

Yediği önünde yemediği arkasında.

.

Bir ayı ile karşılaştığınızda işiniz bitti demektir.

Ağaca bile tırmanabilen bu hayvandan kaçışınız sadece şansa bağlıdır.

.

Şimdi gelelim başta ki “Kim daha vahşi” sorusunun cevabına.

.

Ama önce bir haberi size aktarayım;

“Çanakkale’nin Bayramiç ilçesinde Kaz Dağlarında motosikletiyle seyir halinde olan Feridun Güneş’in karşısına çıkan ayı, korkarak çam ağacına tırmandı…”

.

Buyurun işte.

.

Ayı bile artık insanoğlundan korkar olmuş.

Gerisini siz düşünün ve ne kadar vahşi olduğumuzu gelecek nesillere aktarın…

 

GÖZÜMÜZ AYDIN!

Artık sırtımız yere gelmez.

Neden mi böyle dedim?

Şimdi yazıyorum.

Azıcık sabredin.

.

Birleşmiş Milletler veri bankasında bile bu kadar çeşitli milletten insan yoktur.

Zaten sınırlarımız “Yolgeçen hanı” gibi maşallah.

Dışarıda kollarını sıvayan, soluğu bizim ülkede alıyor.

.

Daha önce mevcut iktidarımızın henüz anlaşılamayan politikaları ile yurdumuza, adeta işgal edercesine göç eden “Afganistanlı, Suriyeli, Filistinli, Türkmen, Faslı, Iraklı, İranlı, Yemenli ve Özbek” vatandaşlarının yanı sıra artık yeni bir kapı daha açıldı.

.

Bu kapı az buz değil, Hindistan’ın tee öbür tarafından.

Kaçarak, göçerek gelmeye kalksalar ömürleri yetmez.

Ama gelmişler işte.

.

Merak etmeyin yazıyorum.

Bunlar Nepal uyruklu insanlar.

.

Habere göre; “Edirne’de İl Jandarma Komutanlığı ekipleri tarafından yapılan denetimlerde yasadışı yollardan yurt dışına kaçmaya çalışan 7 Nepal uyruklu kaçak göçmen yakalanmış.”

.

Ne olacak peki?

.

Yakalanan bu göçmenler ülkelerine geri gönderilmek üzere Edirne İl Göç İdaresine teslim edilmiş.

Tabi uçak paraları ödenerek.

Halbuki tasarruf tedbirleri öne sürülerek “Bulgaristan’a geçmelerine izin verilse daha iyi olmaz mıydı?”

Bırakın garibanları geçsinler, gitsinler.

Bulgarlar ne yapacaksa yapsın.

Bize ne?

.

Siz bir şey diyeyim; bu insanlar buralara kadar geldilerse, yakında daha çokları da gelecektir.

Artık istatistiklerimize “Nepal” de girmiş oldu.

 

YAKAMOZ

Sezen Aksu yazmıştı;

Yareme tuz diye,

Yakamoz bastım.

Tek şahidim aydı,

Aman, aman!

Bir elimde defne,

Bir elimde sevdan!

Kalbim Ege’de kaldı…

.

Takmıştım bu aralar Yakamoza.

.

Deniz üzerindeki o parıltıyı görünce, insanın içi kıpır kıpır olmuyorsa hayat damarlarında kopukluk var demektir.

.

Tarifim böyle ne yapayım.

Doğanın kucağındaki bu şaheseri görmemek, dünyayı iplememekle eş değer.

“Bananecilik”, “Koyuver gitsincilik” şeklinde tezahür eden iç dünyanın, gelecekte işe yaramayacağını anlatır aslında yakamoza duyarsız kalanlara.

.

Bir sosyal medya kişisi şöyle yazmış Yakamoz’u;

“Genellikle yanlış bilinir...

Yakamoz; Ay ışığının suya, denize vuran şavkı değildir.

Onun adı ‘Ayın şavkı’ dır.

.

“Yakamoz” aksine Ay olan gecelerde olmaz...

Yakamoz bir canlıdır, Latince ismi “Noctiluca Milliaris” olan bu canlı, aynı bir ateş böceğinin denizde yaşayan versiyonudur.

.

Limunisans maddesini vücudunda barındıran bu canlıya dokunulduğunda bir ışık saçar.

Bu canlı bir “Planktondur…”

Yani milimetrik boyutlarda bir canlıdır.

.

Bunlardan milyonlarcası bir araya geldiğinde geceleri bir kayık geçerken veya bir balık sürüsü geçtiğinde bu canlılara çarparak ışık çıkartmalarını sağlarlar.

O yüzden balıkçı sandallarında yüksek bir direk ve bu direğin ucunda oturulacak bir yer vardır.

Balıkçılardan biri buraya oturarak ay olmayan gecelerde balıkların yakamoz yaparak geçtikleri yolları görüp dümenciyi oraya yönlendirirler.

.

O yüzden lüfer avlarken lüks ışığı kullanılır.

Işık; “Balık gelsin” diye değil, “Misinanın değdiği yakamozların çıkardığı ışıktan lüfer korkmasın” diyedir.

.

Esasında Yakamoz (eğer göreniniz varsa bilir) olağanüstü bir şeydir.

Yakamoz olduğunda denizde uzun floresan lambalar yanıyormuş gibi olur.

Ama bunun için ay ışığı olmaması gerekir.

Ay ışığında (daha baskın olduğu için) göremezsiniz.

O kadar muhteşemdir ki, o anda tüm romantizm biter; sanki uzaylılar gelmiş gibi denize yönelirsiniz.

.

Bir de yakamozlu ve Ay ışıksız gecelerde denize girince pırıl pırıl uzaylı gibi olursunuz.

Bilgilerinize...” demiş yazan.

.

Peki doğru mu?

Elbet doğru.

.

“Ay’ın şavkı” ile “Yakamoz” karıştırılmamalı.

.

Her gördüğünüz parıltı “Yakamoz” değildir.

 

-MIŞ GİBİ YAPMAK

Ülkede liyakatsizlik had safhaya yükseldiğinden artık çoğumuz “-mış gibi” yapıyoruz.

“Sanki çalışıyormuşuz gibi,

Sanki Acıyormuşuz gibi,

Sanki inanıyormuşuz gibi,

Sanki kuralları uyguluyormuşuz gibi,

Sanki yönetiyormuşuz gibi”

Ve en önemlisi,

Anlıyormuşuz gibi yapıyoruz.

.

Çıkın bakın, Trafik başta olmak üzere herkes “-mış gibi” yapıyor.

Peki neden böyle davranıyor insanlar.

Altta yatan temel ne?

.

Belki bir beceriksizliği örtme sebebi,

Belki de bir çıkar meselesi.

.

Bakıyorum sözlüğe;

“Her şeyi yarım yamalak yaparak önce kendini kandırmak, sonra da başkalarını kandırmaya çalışmak...”

.

Bir psikolog şöyle açıklıyor;

“Maske takmak bir mevcudu gizlemek değil, mevcudun olmayışını gizlemektir.”

.

Çok şey anlatılır da, şu karikatür her şeyi üç parça da anlatıyor.

İşte sanatın gücü burada.

Saatlerce anlatamadığınız, 3 satırda herkesin anlayabileceği şekilde anlatmak.