Oh be! Bir rahatladım, bir rahatladım sormayın gitsin.

Resmi Gazetede yayınlanan kararı görünce “İşte bu!” dedim, “İktidarımızın (100) Yüz Yıl Projesi galiba” diyerek gurur duydum. Sevinçten havalara uçtum.

.

Sadece ben mi?

Tahminim bütün emekliler havalara uçtular.

.

Belki duymadınız ama Resmi Gazete’de yer alan karara göre;

“Emekliler kamuya ait misafirhane, öğretmenevi, sosyal tesis ve konukevlerinden yüzde 15 indirimli faydalanabilecek.”

.

10 bin lira maaş alıp, sürekli seyahat düşünen, nereye gideceğini ve nerede kalacağına bir türlü karar veremeyen emeklilerin içi artık rahat olacak.

.

Allah’ın başımızdan eksik etmediği İktidarımızın “Nimetlerden yararlandırma Projesi kapsamında” Emekliler, artık öğretmenevi gibi sosyal tesislerden, misafirhanelerden yüzde 15 indirimli yararlanacak.

.

Bu haber üzerine ne demeli?

“Allah iktidarımızdan razı olsun. Bir yaraya daha parmak basarak emeklileri rahatlattı. Bir 20 sene daha iktidarda kalmayı hak ettiler…”

 

YAŞAMANIN SIRRI

Sosyal medyayı sizler için kolaçan ediyorum.

Benim de hoşuma gidenleri sizler için eleyip, yazıyorum.

Bugün güzel bir yazı buldum yine.

.

1892 yılında Stanford Üniversitesi’nde 18 yaşında bir öğrenci harçlarını ödemekte zorlanıyordu. 

O bir yetimdi ve parayı nereden bulacağını bilemediği için aklına parlak bir fikir geldi.

.

O ve bir arkadaşı, eğitimleri için para toplamak amacıyla kampüste bir müzik konseri düzenlemeye karar verdiler.

Büyük piyanist Ignacy J. Paderewski’ye ulaştılar.

Menajeri piyano resitali için 2000 dolar garantili ücret talep etti. 

Bir anlaşma yapıldı ve çocuklar konserin başarılı olması için çalışmaya başladı.

.

Büyük gün geldi çattı.

Ancak ne yazık ki yeterli bilet satmayı başaramamışlardı. 

Toplam koleksiyon yalnızca 1600 dolardı.

Hayal kırıklığına uğramış bir şekilde Paderewski’ye gittiler ve durumlarını anlattılar.

Ona 1600 doların tamamını, artı kalan 400 dolarlık çeki verdiler. 

Çeki mümkün olan en kısa sürede yerine getireceklerine söz verdiler.

.

“Hayır” dedi Paderewski, “Bu kabul edilemez.”

Çeki yırttı, 1600 doları iade etti ve iki çocuğa şunları söyledi:

“İşte 1600 dolar. Lütfen yapmış olduğunuz harcamaları düşünüz. Ücretleriniz için ihtiyacınız olan parayı saklayın.  Ve bana kalan ne varsa verin.”

Çocuklar şaşırdılar ve ona bolca teşekkür ettiler.

.

Bu küçük bir nezaket örneğiydi. 

Ancak Paderewski'nin harika bir insan olduğunu açıkça ortaya koydu.

Neden tanımadığı iki kişiye yardım etsin ki?

.

Hepimiz hayatımızda buna benzer durumlarla karşılaşırız. 

Ve çoğumuz sadece “Onlara yardım etsem bana ne olur?” diye düşünürüz. 

Gerçekten büyük insanlar şöyle düşünür:

“Eğer onlara yardım etmezsem onlara ne olacak?” 

Karşılık bekleyerek bunu yapmazlar. 

Bunu yapıyorlar çünkü yapılacak doğru şeyin bu olduğunu düşünüyorlar.

.

Ignacy J. Paderewski daha sonra Polonya Başbakanı oldu. 

O büyük bir liderdi ama ne yazık ki Dünya Savaşı başladığında Polonya yerle bir oldu.

Ülkesinde 1,5 milyondan fazla insan ölüyordu ve onları doyuracak para yoktu.

.

Paderewski yardım için nereye başvuracağını bilmiyordu. 

Yardım için ABD Gıda ve Yardım İdaresi’ne başvurdu.

Daha sonra ABD Başkanı olacak olan “Herbert Hoover” isminde birini duydu. 

Hoover, yardım etmeyi kabul etti ve açlık çeken Polonya halkını beslemek için hızla tonlarca gıda tahılı gönderdi.

Bir felaket önlendi.

Paderewski rahatladı.

.

Hoover’la tanışmak ve ona şahsen teşekkür etmek için buluştu. 

Paderewski bu asil hareketi için Hoover’a teşekkür etmeye başlayınca Hoover hemen araya girdi ve şöyle dedi:

-“Bana teşekkür etmemelisiniz Sayın Başbakan. Bunu hatırlamıyor olabilirsiniz ama çok önceleri iki genç öğrencinin üniversiteye gitmesine yardım etmiştiniz. Ben de onlardan biriydim.”

.

İşte çıkarılacak bir ders:

Dünya harika bir yer. 

“Ne ekersen onu biçersin.” 

Lütfen başkalarına elinizden geldiğince yardım edin. 

Uzun vadede kendinize yardımcı olabilirsiniz.

Tanrı, başkalarına iyi bir tohum eken kimseyi asla unutmaz ama asla.

Doğada hiçbir şey kendisi için yaşamaz.

Nehirler kendi suyunu içmez. 

Ağaçlar kendi meyvelerini yemezler. 

Güneş kendisi için ısı vermez. 

Çiçekler kendilerine koku yaymazlar.

Başkaları için yaşamak doğanın kuralıdır.

Yaşamanın sırrı da burada yatıyor.

(Alıntıdır.)

 

SİNEMA ÖRNEĞİ

İzmir’de bir sinema kapısından içeriye giren seyirciler, haremlik ve selamlık uygulamasına uygun olarak salonu ortadan bölen siyah bir perdenin iki yanına otururlar.

.

Bir tarafta erkekler,

Öteki tarafta kadınlar...

.

Tam film başlayacakken görevliler gelir ve aradaki perdeyi kaldırarak, seyircilere “Aileleriyle bir arada oturabileceklerini” söylerler.

.

İlk kez bir sinemada anne, baba ve çocukların bir arada oturup film izlemeleri için ortadaki siyah perde kalkar.

Bu emri, salonda bulunan hatırı sayılır bir devlet adamı vermiştir…

.

Sinema sahibi Cemil Bey, birkaç film gösterdikten sonra onur konuğuna yaklaşarak havayı yumuşatmak amacıyla bir de Şarlo filmi göstermek istediğini söyler.

“Fena olmaz” yanıtını alınca da beyaz perdede Şarlo’nun filmi başlar...

.

Bundan sonra salonda neler olup bittiğini Oğuz Akay’ın “Beni iki kadın çok sevdi” adlı kitabından okuyoruz:

-“Bu film, Şarlo’nun bir ziyafete davetsiz gittiğini, balkonda yediği dondurmanın bahçede oturan tuvaletli bir hanımın koynuna düşmesini gösteren çok eğlenceli bir hikâyeydi. Herkes o kadar çok güldü…”

.

Film bitip salonun ışıkları yandığında tüm salon hala gülmektedir.

Şarlo’nun filmini, kadın ve erkekleri ayıran perdeyi kaldırtıp, bir araya getirttiği aileler gibi, eşi Latife Hanım ile yan yana izleyen onur konuğu Mustafa Kemal Atatürk, Cemil Bey’e şunları söyler:

-“Uzun zamandır bu kadar gülmemiştim. Şunu bir daha gösterir misiniz?”

.

Cemil Filmer ise, “Hatıralar” adlı kitabında bir olayı şöyle anlatıyor:

İzmir’deki “Ankara Sineması”nda yine bir gün Paşa sinema seyrederken birden aşağıya eğilerek alt salondaki seyircilerin hepsinin erkek olduğunu görmüş ve nedenini sormuş.

Cemil Bey, “Sadece salı günleri kadınlara matine yaptıklarını” söylemiş...

“Başka günler yasak!”

Atatürk bunu duyunca, yaverine, “Muzaffer, aşağıya in ve dışarıdaki kadınları içeri al!” demiş...

.

Bunu niye yazdım?

.

Son günlerin haberi şöyle;

Google’a “Mustafa Kemal Atatürk” diye yazıp arattığınızda Atatürk’ün fotoğrafı ve “Eski Türkiye Cumhurbaşkanı” ibaresi görürsünüz.

.

Fakat aynı şekilde George Washington yazınca “ABD’nin kurucusu” ifadesi çıkıyor.

.

İşte bunu fark eden binlerce Türk vatandaşı bu yanlışın düzeltilmesi için sosyal medyada kampanya başlatıp Google’a “Ayıbı düzelt” başvurusu yapmış.

.

Vikipedi’de ise “Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu ve ilk cumhurbaşkanıdır. Türkiye'yi laik, sanayileşen bir ulusa dönüştüren kapsamlı ilerici reformlar üstlendi.” Yazar.

.

Koskoca Google, “Atatürk’ün Türkiye Cumhuriyeti Kurucusu olduğunu bilmiyorsa”, daha da diyecek bir şey yok.

.

Tüm dünyanın en çok kullandığı bir uygulamanın Dünyadan bihaber olması şaşılacak derecede üzücüdür.

.

Yarın belki yapılan bir sokak röportajında “Kana renk veren nedir?” sorusuna muhabire, “Karpuz” diyen insandan pek farkın kalmamış Google.

.

Bence hemen düzelt, yoksa işin zor.

Zira “Arama motorumuzu” topluca değiştireceğiz…

.

Yukarıda yazdığım “Sinema anekdotu” örneği bile Gugula örnek olamıyorsa, yapacak bir şey yok…