Memlekette fiyatlar mı artıyor, paramız mı değer kaybediyor anlamak zor.

Devletin enflasyon rakamlarıyla çarşıdaki enflasyon arasındaki fark büyüdükçe büyüyor. Neticede üretim maliyetleri artıyor. Demek ki paramız değersizleşiyor. Sadece döviz kuru üzerinden değer kaybını hesaplamak yanıltıcı olabiliyor. Gerçekte milletin alım gücü düşüyor.

Ücretliyi enflasyona ezdirmeyeceğiz diye nutuk atanların ellerindeki enflasyon rakamlarıyla çarşıdaki enflasyon arasında iki kat fark olunca ücretli ve emekliler yüksek enflasyonun altında inim inim inliyor.

Artan gıda fiyatları toplumun bütün kesimlerini etkilemeye devam ediyor. Korona salgınından sonra bütün dünyada temel gıda fiyatları düşerken memlekette adeta uçuyor. Ekmek başta olmak üzere hemen bütün ürünlerde, çaya, simide, çöreğe, böreğe kadar akıl almaz fiyat artışları yaşanıyor.

Gıda fiyatlarındaki artışlardan sürekli olarak stokçular, karaborsacılar, zincir marketler suçlanmaya çalışılıyor. Bazı yerlere göstermelik baskınlar falan yapılıyor.

Gıda üretiminde girdi fiyatlarının artışıyla ilgili sağlıklı hesaplamalar yapılamıyor. Gübre, ilaç tohum masraflarını sağlıklı bir şekilde hesaplamak zor görünüyor. Tedarikçiler genelde vadeli satış yapıyor ve sattığı ürünü yerine koyabilmenin hesabını yapıyor. Dolayısıyla fiyatlar sürekli artıyor. Gübre fiyatlarındaki düzensizlikler gübre tedarikinde de sıkıntılara neden oluyor. Geçtiğimiz hububat ekim sezonunda taban gübresi atmadan ekim yapan üreticilerimiz yine çoğunluktaydı.

Geçen sene buğday üreticisi buğdayını harmanda ofise teslim edemediği için 6-7 liradan sattı. Dekar başına ortalama 300 kg verimden 1800 lira ciro yaptı. Masrafını bir kenara bırakıp bu sene yeniden ekim için masraflarını karşıladı mı ona bakmak lazım. Tohuma 400 TL, mazota 300 TL, gübreye 400 TL verip buğdayını ekti. Üst gübreye 250 TL, ilaca 250 TL verecek ve harmana kadar bekleyecek. Biçerdövere de 200 TL verip toplamda dekar başına 1800 TL masrafla harmandan kalkacak. Geçen sene sattığı buğday bir dönüm buğdayın masrafını ancak karşılıyor. Zaten çiftçi de samanına bu iş yapılmaz diyor. Oysa uzun süredir bu sakatlık devam ediyor.

Süt ve besi sığırı yetiştiricileri de aynı durumda. Yedirdikleri yemin masrafını kesimde çıkaramıyorlar. Emek, sağlık ve diğer masraflar cepten gidiyor. Bir kilo sütle bir kilo yem ancak alınabiliyor.

Gıda güvenliği her ülkenin en öncelikli hedefidir. Bu meyanda her ülke gıda üreticisini destekler. Bazen ürüne destek verir, bazen girdilerde sübvansiyon uygular. Tarımsal üretimde ticari düşünmek anlamsızdır. Üreten her zaman kazanmalıdır. Temel gıda maddelerini ticari meta gibi düşünüp ucuzsa dışarıdan alırız felsefesi kendi üreticini zarar ettirir, üretimden uzaklaştırır. İktidar sahipleri senelerdir bunu yapıyor. Üreticisinin alnına kurşun sıkıyor. İnternette yüz binlerce satılık tarla ve bahçe bulunması iktidar sahiplerinin uyguladığı politikaların bir sonucudur.

Hububat ve bakliyat ürünleri bu ülkenin temel gıda maddeleridir ve hepsi bu topraklarda yetişmektedir. Çoğu bu topraklarda kültüre alınmıştır. Oysa Türk çiftçisi yıllardır sürekli zarar ettirilmiş, neticede ekilemeyen arazi miktarı 60 milyon dekarı bulmuştur. Bu alan çoğu Avrupa ülkesinin tarım alanından daha fazladır.

Üretimden uzaklaşan çiftçiyi geri döndürmek zordur. Yerine yenilerini de koymanın imkânı yoktur. İktidar sahiplerinin uyguladığı politikalarla Türkiye üretemez hale geliyor. Birkaç sene daha böyle giderse millet gıda tedarikinde parası olsa da bulamayacak hale gelecek.