O sabah saat dört gibi kalkmıştım erkenden. Sanki çok işim varmış gibi.

Normalde beş buçuk gibi kalkarım.

Çayı koyarım, daha sonra annem namaz için kalkar.

Beraber kahvaltı ederiz ve ben kahveyi açmak için saat 07.00 gibi evden çıkarken o da namaza geçer.

.

Bizim mahalle sosyetik olmasa bile sabahın köründe kimse gelmez kahveye.

Ne yapacaksın alışkanlık işte.

.

O sabah nedense pek erken kalktım.

Sanki biri dürtmüştü.

Annemi uyandırmamak için yavaşça hareket ettim ve çıktım evden.

.

Fırına uğrayıp simit aldım üç tane.

Aslında iki tane yeter de, “Birisi gelir de nasiplenir” diye fazladan aldım.

.

Kahveye doğru yaklaştıkça bir bebek sesi duymaya başladım.

Dedim “Hayırdır? Ne bu şimdi?”

Hatta kendi kendime de diyorum ki; “Yahu bir bebek bu kadar bağırır da annesi ilgilenmez mi? Ya karnı açtır, ya altı pistir…”

.

Sanki bebek balkonda bağırıyormuş gibi sesi dışarıdan geliyor.

Göz ucuyla balkonları süzüyorum meraktan ama herkesin ışıkları kapalı, kimse görünmüyor.

.

Kahveye doğru iyice yaklaştım.

Aaa!

Ses bizim oradan geliyor gibi.

Biraz hızlandım.

Aman tanrım!

Kahvenin önünde bir bebek.

Masanın üzerinde yatıyor.

Kimse yok başında.

.

Hemen koştum yanına, kundağa sarılmış bir halde, canhıraş bir şekilde ağlayıp duruyor.

Ne yapacağımı şaşırdım.

Kucağıma aldım, biraz salladım susar gibi oldu, sesini düşürdü.

.

Etrafa baktım kimseler yoktu.

O sırada İsmail Ağabey geldi.

“Ne o Rüstem sabah sabah bebek mi gezdiriyorsun? Kucağına da pek yakışmış, kimin bebeği bu?” dedi.

.

“Dalga geçme ağabey, sabah geldiğimde kapıda buldum” deyince İsmail Ağabey ciddileşti ve üzüntüyle;

“Eyvah eyvah! Bırakıp gitmişler çocuğu demek ki…” dedi.

.

Hemen polise telefon ettik.

Durumu anlattık.

.

Onlar gelinceye kadar biz kahvede toplananlarla yorum yapmaya başlamıştık bile;

“Kim bilir hangi garibanın çocuğu? Bakamadığı için bırakıp gitti…”

“Evlilik dışı bir şey de olabilir.

“Kolay mı bir annenin çocuğundan ayrılması, bakın ne güzel sarıp, sarmalamış…”

“Pek te güzel bir şey… Erkek mi, kız mı?”

“Yahu onu mu merak ettin şimdi…”

.

Bebek uyumuştu Allah’tan.

Polisler hemen gelsin diye dua ediyorum.

Bir uyanırsa kesin ağlayacaktı çünkü.

Karnı acıkmıştır, altı da pistir.

.

Aradan on dakika geçmedi polisler ve sağlık ekipleri geldi.

Bebeğin kundağını karıştırınca bir mektup çıktı içinden.

“Sevgili kızım Safiye… Adın gibi saf, saf yatarken senden ayrılmak zor elbet. Belki son defa görüşüyoruz. Ne olur benden nefret etme. Bu bizim için yazılmış bir hayat senaryosu. İleride anne olduğunda anlarsın belki beni. Tüm kalbimle öpüyorum seni… Bedenen olmasa bile, ruhen daima yanında olacağım…”

.

Ağlaştık hep beraber.

Polisler sorularını sordular ve bebeği teslim alıp gittiler.

.

Aklım kalmıştı gariban bebekte.

Kimdi?

Neyin nesiydi?

Neden bırakılmıştı?

.

Gün içinde uzun bir süre beni meşgul etti.

Etkisinden kurtulamamıştım.

.

Zamanla da unuttum zaten.

.

Aradan uzun bir zaman geçti.

Bizim gençlerin dilinde bir şarkı.

Kahvede okey oynarken sürekli olarak cep telefonlarında açıp onu dinliyorlar.

.

Dilara adlı bir şarkıcı yanık yanık söylüyor:

Seni bırakıp gitmek kolay mı sandın?

Kalbim durdu da, yanmadı mı sandın?

Ayrılığına alışmak kolay mı sandın?

Evlat acısını sor bana; Nasıl dayandın?

.

İster miydim öylece ayrılmak senden,

Biliyorum ki nefret edeceksin benden,

İnan şu can çıkmadıkça bu bedenden

Kavuşuruz bebeğim, yıllar bitmeden…

.

Kader bizim için ağını çoktan örmüştü

O sabah bırakırken seni masaya yüzüstü

Bir parça koptu yüreğimden yerlere düştü

Dayanmadı kalbim o an yaşama küstü…

.

Birden uyandım.

“Yahu ben bu hikâyeyi biliyorum” dedim.

Ulan bu bizim bebek!

.

Kahvedekilere anlattım.

Hikâye benzeşiyordu.

Masaya bırakmalar filan.

.

Hemen araştırmaya koyulduk.

Şarkıyı kim yazmıştı?

Neredeydi?

.

Kısa sürede bulduk.

İşin çözdük.

Bebeği bırakan anneydi şarkıyı söyleyen.

Evlilik dışı bir ilişkinin meyvesiydi Safiye.

6 aylık olmuştu bile.

Kocaman kızdı yani.

.

Tüm mahalle buluşturduk anne ile kızını.

Onlar mutlu, biz mutlu…

 

KADIN ŞOFÖR

Bizim yazılarımıza da zaman zaman konusu olur kadın şoförler.

Özellikle geri geri park etme konusunda, ofsayttan anlamaları kadar becerikliler.

Bu bilir ve söyleriz.

Bir genelleme yapmak hata tabi, ancak yüzde konusunda 60’ı geçeceğinin garantisi var.

.

Sosyal medyada gezerken karşıma çıkan bu yazı oldukça ilginçti.

Zira kadınların ilk trafiğe çıkışı ile ilgiliydi.

.

Hem de ne çıkış.

.

Başlık şöyleydi;

“Dünyada araba sürerek bir yere giden ilk kişi bir kadındı…”

.

O an aklıma “Kesin altın gününe gitmiştir” şeklinde bir düşünce geldi.

.

Meğer öyle değilmiş;

39 yaşında bir kadın kocasının son icadını almış ve iki çocuğuyla birlikte annesinin evine gitmiş…

.

Yolculuğu Mannheim’dan ile Portsheim arasındaki 90 kilometrelik bir mesafede gerçekleşmiş.

.

Düşünün hele.

O devirde, tek başınıza, o kıyafetlerle…

.

Gideceği yere vardığında kadın kocasına “Her şey yolunda” şeklinde bir telgraf yollamış.

.

Annesinde işi bitince de eve dönmüş.

.

Kocası Carl Benz.

1878’de tasarladığı ilk motorunun patentini 1879’da almış biri.

1885 yılında dünyada satılmak amacıyla üretilen ve benzin motoruyla çalışan ilk otomobili olan Motorwagen’i üretmiş.

.

Üç yıl boyunca icadını test etmeyi bırakmış.

.

Eşi Bertha Benz, onu motive etmek isteyip, çalışmasını desteklemek isteyince bu yola kalkışmış.

Hem de yıl 1888’de.

Ortada ne yol haritası ne de GPS varken.

.

Kocasının icadına korkusuzca atladığı gibi ver elini Portsheim…

.

Yolculuğunda kendisine rehber olarak nehirleri ve demiryollarını seçmiş ve tam 12 saat boyunca 2 beygir gücünde bir makine ile yol almış.

.

Kadın bu arabayı 12 saat kullanarak arabanın güvenli ve kullanılabilir olduğunu kanıtlamış ve adını dünyaya duyurmuş.

.

Eskiden bir laf vardı; “Her başarılı erkeğin arkasında bir kadın vardır” diye.

Artık bu laf bana göre eskidi.

Yenisi şöyle;

“Her başarılı erkeğin ve her başarılı kadının yanında eşi vardır…”