Bizim öğrencilik yıllarımızda oldukça fazla ödev verilirdi. Onları yapmak için yırtınırdık resmen.

Hani okulda dinlediklerimizin evde ödev yaparak tekrarı ile beynimize kazınacak olan ders konusu, bizi pek etkilemiyordu.

Çünkü aklımızda hep dışarı çıkıp oyun oynamak vardı.

.

“Anne sokağa çıkabilir miyim?”

Annelerin tek sorusu olurdu:

“Ödevlerin bitti mi?”

.

Her gün ödev olduğundan, annelerin bu sorusu klasikti.

.

“Yok anne hepsini yaptım” şeklindeki cevabın ikinci sorusu şuydu:

“Ne zaman? Hiç görmedim.”

.

Sabahın köründen beri bütün gün okuldasın zaten, kafan şişmiş.

Öğretmen senin hiç ilgin olmayan dersi kafana sokmaya çalışmış.

Teneffüslerde koşmak yasak (çünkü terleyip hasta olmamamız istenirdi), dışarıdan bir şeyler almak yasak (o tarihte okullarda kantin yoktu, okul dışına bile çıkmak yasaktı zaten).

O stres altında eve döndükten sonra hava kararıncaya kadar sokakta mahalle arkadaşları ile oynamak standart bir istekti zaten.

.

“Anne ben ödevimi okulda yaptım.” şeklindeki pembe yalandan sonra “Geri çağırabiliriz” korkusuyla ayakkabıları bile bağlamadan koşarak evden uzaklaşmak gerekiyordu.

.

Anneler pek inanmazdı ama ne yapsın?

Mecburen inanmış gözükürdü.

.

“Ezan okunmadan evde ol, baban gelecek biliyorsun” şeklindeki son ikazı bile zor duyardık.

Ama tüm çocukların eve dönüş saati; Ezan saatiydi.

Herkes evine döndüğünden mecburen sen de evin yolunu tutardın.

.

Eve dönüp yemekler yendiğinde (O zaan televizyon olmadığından can sıkıntısından ödevlere yönelirdik.)

“Hani sen ödevini yapmıştın?” şeklindeki anne sorusuna; “Yapmıştım da son bir kontrol edeyim dedim” yalanıyla cevap verdikten sonra bütün gece ödev yapardım.

.

İlkokuldayım.

Pazar günü, kapakları kapalı Singer Dikiş Makinesinin üzerini masa gibi kullanıp ödevimi yapıyorum ama bir gözüm de dışarıda.

Çünkü arkadaşlarla sözleştik, dışarıda buluşacağız.

.

Ödevim ise bir sayfa (tam hatırlamıyorum) sağa yatık çizgi veya “A” harfi olabilir.

Ona benzer bir şey.

.

Ben, çocuklar gelip beni çağıracaklar diye uydurup uydurup yapıyorum.

Büyük ihtimal çizgiler sağa-sola yatıyor veya yaptıklarım “A” harfinden başka her şeye benziyor.

.

Beklenen an geldi ve çocuklar kapıya dayandı.

Son üç satır kalmasına rağmen ben ödev bitsin diye, üç satıra birden “A” harfi veya yatık çizgi çizdiğimi hatırlıyorum.

Defterimi olduğu yere bırakıp, apar topar giyindim ve anneme, “Anne! Arkadaşları geldi ben sokağa çıkıyorum” dedim.

Annem uyanık tabi hemen sordu:

“Derslerini yaptın mı?”

“Evet!”

“Getir bakayım”

“Anne arkadaşlarım bekliyor ama…” desem de nafile.

Köşeleri kıvrılmış, perişan defterimi getirdim ve kendisine verdim.

Annem en son yazılı olan sayfaya baktı:

“Bu mu?” dedi.

Gösterdiği sayfaya uzaktan bakınca hakikaten iğrenmedim değil ama olsun, ödev bitmişti.

“Evet” dedim.

Annemim suratının buruşmasından bir fırtınanın kopacağını iliklerime kadar hissettim.

Sayfayı tutup “Cart!” diye sinirle yırttı ve bana bakıp; “Bu olmamış, otur yenisini yap!” dedi.

.

O an başımdan kaynar sular döküldü.

“Anne gelince yaparım, arkadaşlar kapıda bekliyor!” desem de nafile bir davranış olacağını adım gibi biliyordum.

“Bir deneyeyim” dedim sadece.

Annemin terliğinin gölgesinde ağlaya, zırlaya oturdum ve yenisini (mecburen) düzgün bir şekilde yaptım.

Yoksa ikinci bir “Cart”, pek çekilir olmayacaktı.

.

“Ödev” ile ilgili bu yazımı neden yazdım?

.

Ey! İktidar!

20 senedir ülkeyi yönetiyorsunuz.

Size verilen bu ödevi yapamadınız.

Elinize, yüzünüze bulaştırdınız.

.

Beceremediniz.

Şimdi, bu 20 senedir “Yaptık” dediğiniz ama bir şeye benzemeyen ödevinizi alıp yırtmak, “Yeniden yapın” demek isterdim.

.

Neden bu kanıya vardım?

.

Yahu “Bize 5 bin liracık bile veremediniz”, sonra çıkıp “Uzaya gideceğiz” filan diyerek bol keseden atıyorsunuz…

Yemezler…

.

Sonuçta olmadı kardeşim, ne yazık ki olmadı maya tutmadı…

Annemin azıcık gücü olsaydı bu ödevinizi “Cart!” diye yırtardı, bilesiniz…

 

BİZİ SIKMAZ

Sosyal medyadan buldum bu fıkrayı.

Zamanımızın en büyük mizah dergisi Gır-Gır’dan alınmış.

Size de aktarayım dedim.

.

Albay’ın biri emekli olmuş, denetleme alışkanlığını bırakamamış ve 12 ay sıkıntıdan bunalmış.

Eşine:

“Seni her ay bir defa denetleyeyim. Harçlık olarak 500 lira vereyim,” demiş.

Eşi kabul etmiş.

Denetleme günü, mutfaktaki bulaşıkları, çöpleri, banyodaki kirli çamaşırları, örümcek ağlarını, koltuk, kanepe altlarının hesabını sormuş.

Karısı bu duruma 3 ay sabretmiş.

Sonunda sıkılmış. “Yeter” demiş. “Ne denetle, ne de para ver! Dayanamadım.”

.

Bakkala, kasaba, manava da aynı teklifi yapmış.

Hepsi başta kabul edip, denetleme başlayınca 2- 3 ayda pes etmişler.

.

Bu sefer bir demirci dükkânına gitmiş.

Sahibine aynı teklifi yapmış.

Anlaşmışlar. 1 ay, 2 ay, 3 ay derken hiç problem çıkmamış.

Olmayacak düzene sokmuş dükkânı.

Ağır demirleri üst rafa, sonra yana aldırmış. 1 ay sonra istediği gibi dükkân hazır.

Bakmış ki demircinin bıkacağı yok.

Sormuş: “Eşim, bakkal, kasap, manav, 3 ay sabredemedi. Sen 6 aydır hiç sıkılmadan her dediğimi yapıyorsun, nasıl oluyor bu?”

Demirci hemen yanıt vermiş:

“Albayım, ben emekli başçavuşum.”

.

Diyeceğim o dur ki:

Cumhuriyet bizi sıkmaz.

Biz o hamurla yoğrulduk.

Ama bazıları bıkabilir,

O da kendi bilecekleri bir iş.

 

SATILIK KÖPRÜ!

Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek açıkladı:

“Önümüzdeki dönemde Elektrik Üretim A.Ş'ye (EÜAŞ) ait hidroelektrik santraller (HES) limanlar, otoyollar, köprüler ile arsa ve araziler özelleştirilecek…”

.

Al!

Gördün mü 100 yılı?

.

1923 kuruluş,

1938 Atatürk’ün vefatı.

.

Yapar, 15 sene.

Yüzlerce fabrika kuruldu,

Tarım sanayi yükseldi,

Köylü kalkındı…

.

2002-2023

Yapar, 21 sene.

Yüzlerce fabrika ve gayrı menkul satıldı,

Sanayi yok oldu,

Köylerde tarım yapacak köylü kalmadı…

.

Maşallah!

20 yılda öylesine güzel ülke yönettiniz ki;

Elimizde mal-mülk kalmadı.

Şimdi de gözünüzü elimizde en son kalan;

“Hidroelektrik santrallere (HES),

Limanlara,

Otoyollara,

Köprülere

Arsa ve arazilere” diktiniz…

.

Biz “Batıyoruz” diyoruz,

Siz “Çıkıyoruz” diyorsunuz.

.

Dolar rekor üstüne rekor kırıyor,

Siz “Dolarla maaş mı alıyorsunuz?” diye cevap veriyorsunuz.

.

Alın size Bulgaristan.

Hani şimdilerde sonradan olma sosyetemizin akın akın günübirlik kumar oynamaya gittiği yer.

.

Adam yazmış sosyal medyada;

“20 sene önce Bulgar parası bu ülkede geçmiyordu. Alışverişte parasını almıyordu esnaf.”

.

Doğru.

“Bulgarım” diyenin yüzüne bakılmıyordu…

.

Devam ediyor sormaya;

“Ancak bugün 1 Bulgar parası, 15.33 Türk lirası yapıyor.

Nasıl oldu bu?”

.

“20 çeşit maden bizde.

Tarihi alanlar bizde.

Denizcilik bizde.

Sahiller bizde.

Tarım bizde (!)

Nüfus bizde.

İş gücü bizde.”

.

“O halde Bulgaristan’ın parası neden 5 kat değerli? Ya da bizim paramız neden daha değersiz?”

.

“Tek açıklaması var:

Üretim…”

.

“Biz elimizdeki dövizi çoğaltmalıyız.

Bu sebeple üretim yapıp, yurt dışına mal satmalıyız.

Böylece yurt dışından ülkeye bol bol döviz getirmeliyiz.”

.

Biz ne yapıyoruz?

“Hidroelektrik santrallere (HES),

Limanlara,

Otoyollara,

Köprülere

Arsa ve arazi”

Satıyoruz…

.

Sonra da “Vay efendim! Bulgaristan neden bizden daha iyi…” diyerek iç geçiriyoruz.

.

Eğri oturalım, doğru konuşalım.

“Siz bu işi 21 senede bile beceremediniz…”

.

“Yaptıklarımız, yapacaklarımızın teminatıdır” deseniz de gözler şu tabelaya takılıyor;

“Satılık Köprü Var!”