Televizyoncu-Yazar Metin Uca’yı bilmeyeniniz yoktur. Televizyonlardaki yapığı programlarla ses getirmiş değerli biridir.

Sahnelediği oyunları kapalı gişe oynar, sivri diliyle zekâ kokan esprileriyle gerçekleri insanların suratına çarpar.
Anlayanlara tabi…
.
Dün sabah okuduğum haber şuydu:
“Televizyoncu Metin Uca İstanbul Havalimanı'nda gözaltına alındı. Uca, emniyetteki ifadesinin ardından serbest bırakıldı…”
.
Haydaa!
“Nedir bu?” diyerek merakla haberin detaylarına baktım, “Sebebi neymiş?” diye
.
Haber şöyle:
“Cumhuriyet yazarı Murat Ağırel, Metin Uca ile görüştüğünü belirterek gözaltı nedenine ilişkin sosyal medyada paylaşımda bulundu.
Ağırel, paylaşımında şunları söyledi:
‘Metin Uca ile görüştüm. Gözaltı nedeni sergilediği ‘Bunu mu demek istedim?’ adlı oyununda Stefanos Yerasimos’un ‘Sultan Sofraları’ adlı kitabında yer alan Fatih Sultan Mehmet’in söylediği bir sözü okuması! Oyunu izleyen bir kişi rahatsız olmuş ve şikâyet etmiş!”
.
“Bir söz üzerine gözaltına mı alınmış?” diye hayret etmeyin.
Kendisine ait olmayan ve piyasada halen satışta olan bir kitabın sayfaları arasındaki bir cümleden ötürü…
.
Ne diyeyim?
Ne söyleyeyim?
.
BU gösteriye gelip de şikâyet eden kişiyi de merak etmedim değil…
Hangi kafayla seyrettin o oyunu?
Derdin neydi?
.
Fatih Sultan Mehmet günümüzde yaşasaydı, bu sözü söylediği için gözaltına alınacaktı demek ki?
.
Vah vah vah!
.
Ne hallere düştük?
 
***
KASABIN İSYANI
Epeydir uğramadığımız kasabımıza, eşimin “Misafir gelecek, et lazım” şeklindeki yoğun talebi doğrultusunda gittim.
.
Gitmesine gittim ama dertli olup çıktım.
.
“Çanakkale’de mezbaha olmadığı için Ezine’e kestim 2 dana ve 8 koyunu…” diye başladı anlatmaya genç kasap…
.
“Sen gitsen alamazsın malı. Köylerde hayvan kalmadı. Ortalık toz duman…” diyerek devam etti anlatmaya…
.
“Etlerimi hazırladım yanıma biri geldi. İstanbul’danmış. ‘Şu etleri bana üzerine satış karını da koy, ver’ dedi. ‘Biz artık et filan bulamıyoruz’ diye de ilave etti.”
.
Düşünün adam İstanbul’dan buraya kadar gelmiş et bulmak için. Alıp, satacağı et yok piyasada…
.
Benim kasap “Olmaz ağabey, ben müşterilerime ne satacağım” diyerek vermemiş haliyle.
“Biz de tanıdıklardan zar zor buluyoruz kesim için eti. Yoksa piyasada et yok” dedi.
.
İşte size canlı canlı et piyasasından haberler…
“Duyduk ama inanmamıştık” diyenleriniz varsa, inanın artık.
Yakında yiyecek et bulamayacağız.
Bilginize…
 
***
YENİ HÜKÜMET BİNASI
Çanakkale’ye yeni hükümet binası yapılacakmış…
Haberi yayınlandı.
.
Nereye mi?
Karayollarının olduğu yere.
Eski Devlet Hastanesinin yanına.
.
15’ten fazla il müdürlüğü de içinde olacakmış…
.
Süleyman Soylu’nun imzası alınmış.
Sülayman Bey, şehrin göbeğine bina dikileceğini bilse imza vermezdi sanırım…
.
Daha önce de yazdık.
Burası şehrin ortası.
Trafiğin ağa babası.
Nasıl olacak acaba?
.
Otopark ihtiyacı nasıl giderilecek?
Trafik nasıl idare edilecek?
.
Bu tip hizmet binalarının şehir dışına çıkarıldığı günümüzde, hala şehrin ortasına bina dikmek?
.
Kimseye sormadan, halka danışmadan…
“Ben yaptım oldu mantığı…”
Yapın bakalım, nereye kadar?
 
***
AYI RÜSTEM
Geçen haftaları takip edemeyenler için kısaca anlatayım:
Efendim bendeniz geçim sıkıntısından dolayı ikinci bir iş olarak pavyonda iş buldum. İri olmam dolayısı ile hemen işe kabul edildim. Gündüzleri yine mahalle kahvesinde çalışırken, geceleri pavyonda çalışıyorum.
İşim mi?
Kapıda durup sarhoşlarla uğraşmak değil, işi biten pavyonumuzun kızlarını tuttuğum bir taksi ile evlerine sağ salim ulaştırmak.
Gıcır iş yani.
Ben başladım işe.
Başladım ama iki iş birden yürümüyor.
Pavyon işi geceleri çok vaktimi alıyor, sabah kahveyi açamıyorum.
Patron yavaş yavaş kızmaya başladı.
.
Bu arada pavyondaki kızlardan “Beyaz Zambak” olan bana yürümeye başladı gibi.
Geçen hafta çatıya çıkıp, “Rüstem gelmezse atarım kendimi aşağıya” diyerek intihar etmek istemişti.
Polisler beni çağırdı, gittim.
Kız boynuma sarılıp:
“Neredesin be Rüstem! Kurtar beni buradan!” demesin mi?
.
İşte tam burada kalmıştık.
Oradan da devam ediyorum…
.
Kızı çatıdan indirim aşağıya.
İfadeler filan, polisler gitti.
.
Patron çağırdı bizi:
“Bana bak kızım bir daha böyle şeyler yaparsan sonucuna katlanırsın… Yıkıl karşımdan” dedi.
Bana da “Rüstem bu kız sana emanet, bir şey olursa senden bilirim” dedi.
.
Haydaa!
Aldık mı başımıza belayı.
Tatlı belaydı ama olsun…
Yine de sorumluluk…
.
Aldım kızı yanıma, doğru yakındaki bir kafeye.
.
“Anlat bakalım Beyaz Zambak, derdin ne?”
.
Kız gözlerimin içine öyle bir bakıyor ki, anlayın işte.
Resmen yüreğim eriyor.
“Hikâyemi anlatsam, ağlamaktan şuracıkta eriyip gidersin… Hangisini anlatsam? Hangisinden başlasam? Kaçırıldığım günden mi? 1 sene boyunca tutulduğum tecritten mi? Yediğim sopalardan mı? Hangisinden Rüstem?”
.
Kız hayatından resmen özet geçti.
Araları doldurmak kolaydı.
Ama ya yaşananları doldurmak?
.
“Bana bak! Senin asıl adın ne?”
“Aslı…”
“Aslıcığım, peki benden ne istiyorsun? ‘Kurtar beni buradan’ demiştin de? Derdin ne?”
“Aslında burada rahatım iyi. Bir problemim yok. Para da kazanıyorum… Ama ben de her kadın gibi bir yuva kurmak, çoluk çocuk sahibi olmak istiyorum.”
“Anlaşıldı da, ben nasıl yapacağım? Benimle ne alakası var. Sana damat mı bulacağım yani?”
“Aslında var bir tane…”
“Aaa! Kimmiş?”
“Her akşam pavyona gelen Sarı Yavuz…”
“Yavuz mu? Kim o be!”
“Belki görmüşsündür… Sosyal medyadan tanıştık. Her akşam benim için geliyor pavyona. Evlenmek istiyor benimle ama nasıl? Birisinin patrona söylemesi lazım…”
“Kim söyleyecek peki?”
“Sen Rüstem… Sen söyleyeceksin, beni kurtaracaksın bu hayattan…”
.
Anlayacağınız bu “Aslı” isimli “Beyaz Zambak” lakaplı kız beni patrona yollamak için gözüne kestirmiş…
Onun için bana yakın duruyormuş.
.
Yapacak bir şey yok.
Gidip söyleyeceğiz ve iki gönlü bir edeceğiz…
.
Ertesi günü patrona çıktım.
Durumu tek tek anlattım.
Patron bana “Oğlum Rüstem seni severim ama bu işlere girme, karışma… Yoksa külahları değişiriz” dedi.
.
Daha sonra Sinek Nazım’ın anlattığına göre bu kız benden öncekilere de aynı şeyleri yapmış ve patrona yollamış meğer.
Bunu duyunca ne yapacağımı şaşırdım.
Resmen beni de kullanmıştı kızcağız.
.
Şimdi ne yapacaktım peki?
Kızın bir gönül işi var, patronun da gelir işi…
Resmen arada kaldım…
.
O gece kızları evlerine dağıtıp da en son Aslı ile kalınca ona “Aslı şu senin Yavuz’a söyle beni bulsun…”
.
Ertesi günü öğleye doğru kahvede çalışırken yanıma sarışın bir delikanlı geldi.
“Ağabey ben Sarı Yavuz” dedi.
“Demek geldin ha! Otur bakalım şöyle de sana çay getireyim, sonra anlatırız” dedim.
.
Çayı alıp yanına geldim ve:
“Oğlum Sarı lakaplı Yavuz mu olur? Yavuz dediğin karayağız olur. Bu ismi koyarken sarışın olduğunu anlamamış mı?” diyerek azıcık takıldım kendisine.
“Rüstem ağabey, adımı babam koymadı ki…” demesin mi?
Haydaaa!
Al sana bir acıklı hikâye daha…
.
Yavuz o gün akşama kadar anlattı hikâyesini… Yasak aşkın meyvesi olduğunu, yetiştirme yurtlarında büyüdüğünü, her türlü belaya karıştıktan sonra artık kendi işini kurduğunu filan anlattı…
Şimdi yukarı çarşıda elektronik işi yapıyormuş, durumu iyiymiş.
Aslı ile internette tanışmış.
Sonra buluşmuşlar.
Anlaşmışlar evlenmek istiyorlarmış.
“Ağabey anlayacağın, bizim önümüze düşecek, bize babalık yapacak biri lazım…”
“Tamam da ben ne yapacağım?”
“Aslı’nın pavyondan kurtulması biraz zor… Ama ya kaçırırsam? O zaman bütün işler hallolur…”
“Nasıl olacak bu?”
“Sen yardım edersen olur…”
Devamı haftaya…