Çarşıda, pazarda gezerken birçok esnafla, arkadaşlarla konuşuyoruz.

Çarşıda, pazarda gezerken birçok esnafla, arkadaşlarla konuşuyoruz.
Bazen oturuyoruz…
Gündem hep aynı:
Ekonomi ve seçim.
Soru şu:
“Ne olacak bu memleketin hali?”
.
Zaten bu soru soruluyorsa bir problem var demektir.
İktidarın başı belada demektir.
.
Çok eskilerde sohbetin öncelik konusu “Futbol”du.
“Senin takım daha iyi, benim takım daha iyi” tartışmalarıyla geçerdi zaman.
Şimdi kimse konuşmuyor, ağzına bile almıyor.
.
“Sen gazetecisin bilirsin” diye başlayan muhabbet, uzayıp gidiyor.
.
Uzadığı da şu:
“Biber kaç para oldu?
Ukrayna’dan ayçiçek yağı geldi mi?
Bayramda emekli ikramiyelerine zam gelmedi.
Maaşlar eridi.
Millet aç.
İşimiz zor.
Köprü neden 200 lira?”
.
Durum ekonomik açıdan bu kadar vahim olunca ikinci konu olarak sohbete “Seçim” de katılıyor.
.
Soru geliyor hemen:
“Seçimler ne olacak?”
.
Herkesin genel kanısı şu:
“Elektrikler kesilmezse,
Trafolara kedi girmezse,
Mühürsüz oylar sayılmazsa,
Seçimler ertelenmezse,
Olağanüstü hal ilan edilmezse,
Bu seçimde iktidarın şansı yok.”
.
Bazıları da:
“Ne yaparsanız yapın gitmez” diyor.
.
Kimisi de:
“Yapıştılar bir kere o koltuğa, bırakmazlar.”
“Bırakamazlar.”
“Ne yapar, ne ederler seçimi alırlar tekrar.”
Diyenler çok.
Hatta:
“Ben oy kullanmayı bile düşünmüyorum, çünkü seçimin sonucu ne yaparsak yapalım belli” diyenler bile var…
“Aday kim olursa olsun fark etmez” diyenler var.
.
Peki, bu insanları böylesi bir düşünceye iten ne?
Psikologlar bunu şu cümleyle açıklıyorlar:
“Öğrenilmiş çaresizlik…”
.
Ne demek?
.
Çoğunuz elbette biliyorsunuzdur, ancak hatırlama adına beraberce bakalım…
.
Seligman ve Maier adlı bilim adamları tarafından 1967 yılında “Öğrenilmiş çaresizlik” üzerine bir deney gerçekleştirilmiş.
Deney iki aşamadan oluşmuş.
Köpeklerle gerçekleştirilen bu deneyin ilk aşamasında, her köpek aşağıdaki üç koşuldan birisine atanmış.
1) Şoktan kaçılamayan koşul:
Köpekler bir süre elektrik şokuna maruz kalmışlar, fakat köpeklere şoktan kaçabilmeleri için imkân verilmemiştir.
.
2) Şoktan kaçılabilen koşul:
Bu koşulda köpeklere elektrik şoku verilmiş, fakat köpekler ortamdaki bir düğmeye basarak kendilerine verilen bu şoktan kaçabilmişler.
Ayrıca bu koşuldaki köpekler düğmeye basınca, şoktan kaçamayan köpeklerin de şoka maruz kalmasına bir son verebilmişler.
.
3) Şokun olmadığı koşul:
Bu köpekler şoka hiç maruz kalmamıştır,
.
Deneyin ikinci aşaması:
Etrafı bariyer ile çevrili bir ortamda toplanan bütün köpeklere şok verilmiş.
Köpekler, bu şoktan yanlarındaki bariyerden atlayarak kurtulabileceklerdir.
Bariyerden atladıktan sonraki bölge şokun olmadığı bölgedir.
Yani, deneyin ikinci aşamasında, köpeklerin şoktan kaçınma davranışı gözlemlenmektedir.
Deneyin ilk aşamasında herhangi bir şoka maruz kalmamış köpekler bariyerden atlayarak şoktan kurtulmayı öğrenmişler. Ayrıca, yine deneyin ilk aşamasında “şoktan kaçılabilen koşula” atanmış olan köpekler bariyerden atlayarak şoktan kaçınmayı öğrenebilmişler.
Fakat, ilk aşamada “Şoktan kaçılamayan koşulda” yer alan köpekler diğer köpeklerden oldukça farklı davranmışlardır. Bu köpeklerin çoğu, elektrik şokuna maruz kaldıklarında büyük bir stresle koşturmaya başlamış, sonra da zemine uzanarak şoka maruz kalmaya çaresizce devam etmişlerdir. Şans eseri birkaç köpek bariyerden atlasa da, bundan sonraki denemelerde aynı çabayı göstermemişlerdir.
Özet olarak şu sonuç çıkmış:
“Şoktan kaçılamayan koşulda” yer alan köpeklerin şoktan kaçabilme yetenekleri zarar görmüştür. Bu fenomen “Öğrenilmiş çaresizlik” olarak tanımlanmaktadır. Öğrenilmiş çaresizlik, kontrol edilemeyen ve rahatsızlık verici olaylara sürekli maruz kalmanın sonucunda öğrenme yeteneğinde görülen azalma şeklinde ifade edilebilir. Seligman ve Maier’e göre, öğrenilmiş çaresizlik yaşayan köpekler kaçma çabalarının işe yaramadığını düşünmektedirler ve yeni bir şokla karşılaştıklarında denemeyi bırakmaktadırlar.
.
Uzman Psikolojik Danışman Saadet Elevli diyor ki:
“Çaresizlik, sonradan öğrenilen bir duygudur.”  dedikten sonra birkaç bilimsel deneyi bizlerle paylaşmış.
.
Birinci deney:
Bir laboratuvara büyük bir akvaryum konuluyor, içerisine büyük bir balık ve çokça küçük balık atılıyor, doğal olarak büyük balık küçük balıkları yiyor…
Sonra akvaryumun ortasına dikey bir cam yerleştiriliyor, böylece akvaryum ortadan bir cam ile ikiye bölünüyor.
Bu sefer de büyük balık akvaryumun bir bölmesine, küçük balıklarda diğer bölmesine bırakılıyor. Büyük balık, küçük balıkları yemek için küçük balıklara doğru yüzerken defalarca ortadaki cam bölmeye çarpıyor ve küçük balıklara bir türlü ulaşamıyor… Büyük balığın küçük balıkları yemek için defalarca yaptığı denemeler tam 28 saat sürüyor.
28. saatin sonunda büyük balık artık küçük balıkların olduğu tarafa geçmek için mücadele etmeyi bırakıyor. Çünkü artık onları yiyemeyeceğini düşünüyor ve buna inanıyor…
Sonrasında ise araştırmacılar akvaryumu ikiye bölen cam bölmeyi kaldırıyorlar, büyük balığın davranışlarını gözlüyorlar ve büyük balığın küçük balıkları yemek için hiçbir girişimde bulunmadığını gözlüyorlar.
Çünkü büyük balık sürekli engellenmeler sonucunda çaresizliği öğrenmiştir.
.
İkinci deney:
Psikologlar pirelerin ne kadar zıplayabildiklerini ölçerler ve 50 cm zıplayabildiğini görürler.
Sonrasında da pireleri 30 cm olan cam bir kavanoza koyarlar ve kavanozun ağzını kapatırlar, sonrasında da kavanoza alttan ısı verirler. Pireler kavanoz ısındıkça zıplarlar ve zıpladıkça da kavanozun kapağına çarparlar. Bir süre sonra pireler kavanozun kapağına çarpmamak için 29 cm zıplarlar, Zıplar ve düşerler ve böylece kavanozun kapağına çarpmazlar.
Daha sonra araştırmacılar kavanozun kapağını açarlar ve pirelerin hala 29 cm zıplamaya devam ettiklerini görürler.
Hâlbuki deneyden önce 50 cm sıçrayabilen pireler, deney boyunca 29 cm den daha fazla zıplayamayacaklarını öğrenmişleridir.
.
“Çirkin Ördek Yavrusu” hikâyesini bilmeyen yoktur.
Yanlışlıkla ördek yumurtalarının arasına düşen bu nedenle de çirkin olduğuna inanan güzel kuğunun hikayesi…
Benzer bir hikâye de bir vesileyle civcivlerin arasına düşen kartal yavrusunun hikâyesidir. Civcivlerin arasında büyüyen, kartal yavrusu civciv olduğunu zannederek civcivler gibi yürürmüş, civcivler gibi gagalayarak yiyecek aramıştır.
Ancak bir gün kartal yavrusu havada bir kartal görmüş, “Ne muhteşem bir kuş, ne kadar yükseklerden uçuyor” diye söylenirken civcivlerden biri demiş ki: “Biz civciviz, o ise bir kartal başa hayale kapılma, onun gibi yükseklerde uçmazsın!”
Kartal yavrusu bu duyduğuna çok çok üzülmüş, kendisinin de bir kartal olduğunu bilmiyormuş, birilerinin ona kartal olduğunu söylemesi ve bunu ona inandırması gerekiyormuş.
Ama ona kimse böyle bir şey söylemediği için bir kartal, yaşamının sonuna kadar bir tavuk olarak yaşamış ve bir tavuk olarak ölmüş.
.
Çaresizlik sonradan öğrenilen bir duygudur. Hayatınızdaki yenilgilerin, başarısızlıkların ya da engellenmelerin sizi umutsuzluk duygusuna sürüklemesine izin vermemek sizin elinizde!
.
İnsanlar dışardan gelen engellenmeler sonucunda kendi kendilerini zincirlerler, bu nedenle bu zincirleri kıracak olan da yine kişinin kendisidir.
.
Hayat ve insan sabit değildir, her şey gelişime açıktır ve zaman içinde her şey değişir.
Benzer durumlardan her zaman aynı sonuç alınmayabilir.
Önemli olan kişinin umudunu kaybetmemesi, çaresizliği kabullenmemesidir.
.
Öğrenilmiş çaresizliğe nelerin yol açtığını öğrenmek bile bu döngüyü kırmak için bir başlangıç olabilir.
.
Şunu asla unutmayın “Ya çaresizsiniz, ya da çare siz-siniz!”
.
Şimdi başa dönersek:
“Ben oy kullanmayı bile düşünmüyorum, çünkü seçimin sonucu ne yaparsak yapalım belli” diyenlerle,
“Aday kim olursa olsun fark etmez” diyenler var ya...
İşte “Öğrenilmiş çaresizlik” psikolojisi içinde olanlar bunlar…
.
Biraz haklılar aslında.
Yıllardır:
“20 senedir yıkılmadılar, bundan sonra da yıkılmazlar” şeklindeki öğreti ile beslenmişler
Şimdi o kalıpları, o zincirleri nasıl yıkacaklar?
.
Yapılacak tek şey var:
Sandığa gitmek ve oy vermek.