.


İstanbul haberlerini okuyorum, “Taksi yok” diye tepinip duruyorlar.
Koskocaman İstanbul’da taksi olmaz mı?
Meğer hakikaten yokmuş.
.
Ben bu düşüncelerle İstanbul ile dalga geçerken, bir baktım ki bizde de yokmuş.
.
Ne zaman anladım?
.
Geçenlerde Değirmenlik Sokak girişinin köşesinde kızımı bekliyorum.
Torunumu getirecek, biz de onunla alışveriş yapacağız filan.
.
Neyse ben beklerken, yanımda iki tane yaşlıca kadın caddeden geçen her taksiye hamle yapınca anladım ki taksi bekliyorlar.
.
Hemen karşı tarafa baktım, durakta taksi yok.
Aklıma geldi İş Bankası’nın önündeki durakta da yoktu.
Çünkü yanından geçerken otomobilin biri oraya park etmeye çalışıyordu da içimden: “Yok artık” demiştim.
.
Kadınlar epey bekledi ve taksi geçmedi…
.
O günden sonra taksi duraklarına bakmak benim için özel bir görev oldu.
.
Hakikaten çoğu durakta taksi yoktu.
.
Geçenlerde Hastanebayırı’ndan gelecek bir arkadaşıma “Taksiye bin gel” dedim, bana, “Taksi bulamıyoruz” dedi.
.
“Demek ki” dedim,
“Orada da yok…”
.
Şimdi yetkilisine buradan soralım;
“Çanakkale’de kaç taksi var?”
“Duraklardaki taksiler yetiyor mu?”
.
Biz en iyisi yarın, “Taksiciler bu işe ne diyor?” diye soralım…
 
***
KOĞUŞ AĞASI
Eşimle ben, etrafımızda yaşayan çoğu insanın “Kediye” ile olan ilgileri karşısında duyarsız kalamadık.
.
Öyle ya,
Komşularımız,
Aile üyelerimiz,
Uzak akrabalarımız,
İnternet dostlarımız,
Meğerse herkesin bir kedisi varmış.
Şaştık kaldık…
.
Zaten her köşe başında bir pet-shop açılmasından anlamalıydık.
.
“Acaba biz de eve bir kedi alsak mı?” şeklinde bir duyguya kapıldık.
.
Hatta internette beğendiğim kedi resimlerini aile olarak kurduğumuz whatsapp grubunda paylaşmaya başladım.
.
“Kedi davranışları ve bakımları” hakkındaki bilgiler konusunda özürlü olmamızdan dolayı, konuya vakıf olabilmek için etrafımızdaki hem ev, hem de sokak kedilerini gözlemlemeye başladık.
.
Ev kedilerinden bazıları hala vahşiydi.
İnsana gelmiyordu.
Bazıları çok sırnaşıktı, insanın yanından hiç ayrılmıyordu.
.
Ben ne öyle, ne de böylesini isterim…
Normal davranışları olsun yeter.
Bize karakter yapacak, etkisi altına alacak ve her istediğini yaptıracak bir kedi istemem doğrusu.
.
Sokak kedilerine odaklanmışken, yazlığımızın yakınında bir tanesini gözlemlemeye başladık.
.
Marketin boş kasalarından birine kuruluyor, gelene geçene resmen laf atıyordu.
.
Korku nedir bilmeyen, istediğini elde eden bir yapısı vardı.
.
Kocaman suratlı, bakışları duvar delen, sarman cinsindendi.
Yüzünde girdiği kavgaların izlerini taşıyordu.
Ancak temiz, mağrur ve hareketsiz bir yapıdaydı…
Bildiğin ağır abiydi…
.
Bir gün adamın biri Sibirya Kurdu ile markete geldi.
Bizim bu sarmanı görünce, hayatının hatasını yaptı ve içindeki “Hayvanlık” depreşti sanırım, köpeğini kedinin üzerine sürdü.
.
Köpek, sahibinin hayvanlığından anlar mı?
Bunu emir kabul etti ve havlayarak ezeli düşmanı kabul ettiği kedinin üzerine doğru hamle yaptı.
.
Bizim kedi istifini hiç bozmadı,
Hatta kabarmadı bile.
Hapisten yeni çıkmış koğuş ağası gibi yayılırken, üzerine gelen köpeğe bir pençe çekti…
Köpek ne olduğunu anlamadan, korkudan havlayarak sahibinin arkasına saklandı.
.
Bizim sarman ise;
“Saftirik Sibiryalı…! Oğlum burası Türkiye… Biz Sibirya’ya gelip dayılık yapıyor muyuz sana?” der gibi arkasından baktı hayvanın…
.
Kedinin akıllı olduğunu o an anladım.
Zira, “Havlayan köpek ısırmaz” atasözünü iyi biliyordu ve köpeklerle dalga geçiyordu resmen…
.
Zavallı köpeğin sahibi de rezil olmuştu.
Etrafına baktı “Gören, duyan var mı?” diye.
Kimselerin olmadığını görünce derin bir “Oh” çekerek, apar topar ayrıldı marketin önünden.
.
Eşime dedim ki:
“Gördün mü? Kedi dediğin böyle olur… Tam aradığımız kedi bu işte...”
.
Eşim acıyan gözlerle bana bakarak:
“Seni kaybetmek istemem” dedi.
Ben, “Aaa… Nedenmiş ayol?” diye sorduğumda verdiği cevap ile birden gerçeklerle yüz yüze geldim:
“Bu kediyi alsak, ilk önce evden seni kovar…”
.
Haklıydı…
Ben bu saatten sonra evimden olmak istemem…
.
O sebeple bizim kedi edinme işimiz başka bir bahara kaldı…
.
O günden sonra markete girerken kediye elimi göğsüme vurarak (kabadayılar gibi) selam verip geçmeye başladım…
 
***
SOBANIN BORUSU
Ekonomi yazmadan olmaz.
Ancak artık kabak tadı verdi.
.
Konuşunca yükselen bir grafik,
Susunca durağan hale gelen bir grafik var…
.
Ekonomimiz “Ağızdan çıkacak bir kelimeye endeksli: Faiz…”
.
Günlerdir anlamasak da yazıyoruz.
Ekonomistler yazıyor,
Danışmanlar söylüyor,
Piyasalar tepki veriyor.
.
Sonra ne oluyor?
.
Bilen bildiğini okuyor…
.
Bizim ekonomiyi uzun uzun anlatmaya gerek yok.
Size resimlerle anlatmaya çalışayım,
Ne kadar anlarsanız artık.
.
Bu resme bakınca bir gariplik olduğunu hemen anlıyorsunuz değil mi?
.
İşte dışminnaklar da bizim ekonomimize bakınca bir gariplik olduğunu anlıyorlar.
.
Belki de doları veya euroyu neden yükselttiklerini anlayamıyorlar.
.
Resimde ilk dikkati çeken evin salaş olması.
Sonra sobanın varlığı ile beraber borular hayrete düşürüyor.
“Neden böyle yapılmış?” diye düşünüp boruları takip edince “Şömineye” tosluyorsunuz.
.
Önce kafanız basmıyor.
.
Resme daha dikkatlice bakıyorsunuz ve gördüğünüz şu:
“Adamın ayağına giyecek donu yok, evde şömine var ve soba kurulmuş…”
.
Bu aynı;
Cepte para yokken;
Jeep’e binmeye benzer.
Ayağında pantolon yokken;
Marlboro içmeye benzer.
Altında lüks araba varken,
Benzin alamamaya benzer.
.
Adam özene bezene ev yapmış.
Şömineyi de “hava olsun” diye kondurmuş başköşeye.
Eve baca bile yapmamış, “şömineyle ısınacağım” diye.
.
Sonra mı?
Manzara ortada.
.
Şömineli lüks evde oturacak eşya var mı ortada?
.
Odun veya kömür alacak para bulamayınca mecburen sobayı kurmuş hemşerim.
İçinde de tahminim (sağdan soldan topladığı) inşaat tahtalarını yakıyor.
.
Şimdi gelelim bizim ekonomiye.
.
Bu resimle bizim ekonomi aynı…
.
Soba borusu ekonominin gidişatını gösteren grafik eğrisi gibi.
.
Bir çıkış yakalamış,
Sonra durağana dönmüş…
Faizler açıklanınca tepetaklak inmiş aşağıya…
En sonunda “Çöküş” yatay haliyle devam etmiş…
.
Hayaller;
“Lüks yaşamak…”
Gerçekler;
“Soba borusu...”