25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü nedeniyle idarecilerden süslü cümleler duyarken, gösteri yapan kadınlara şiddet uygulandığını da gördük. Memlekette bir türlü normalini

25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü nedeniyle idarecilerden süslü cümleler duyarken, gösteri yapan kadınlara şiddet uygulandığını da gördük. Memlekette bir türlü normalini görmek mümkün olmuyor.
Daha iki sene önce küçük kızın ‘Anne lütfen ölme’ diye yakarışları hemen herkesin yüreğine oturdu ama unutuldu gitti. Üstüne İstanbul Sözleşmesinden bile çekildi memleket. Her gün en az iki kadın cinayete kurban giderken onlarca kadın şiddete maruz kalıyor.
Bir kadının büyüttüğü insan bir kadını nasıl öldürür? Öldürdüyse hata kimdedir? Elbette öldürendedir. Temelinde kimdedir diye sorduğumuzda elbette yetiştirende diye bir cevap çıkar. Yetiştirenlerin başında da yine kadın gelir.
Televizyon kanallarında sıklıkla gördüğümüz, yürekleri burkan kadın cinayetleri had sayfaya ulaştı. Gün geçmiyor ki bir kadın bıçaklanmasın, dövülmesin veya başka türlü tacizlere maruz kalmasın.
Yapılan istatistiklere göre son yıllarda kadına yönelik saldırı ve cinayet olayları 15 kat artmış durumda. İnsan meraklanmadan edemiyor. Kadının yetiştirdiği erkekler nasıl olur da kadınları gözünü kırpmadan öldürür. Üstelik işkence yaparak öldürür. Annelerinden öğrendikleri mi, yoksa toplumun öğrettikleri mi bu canileri ortaya çıkarır belli değil.
Genellikle evlilik ve ekonomik sebeplerle gelişen cinayet olgusunun artmasında elbette toplumsal değişimin önemli rolü bulunmaktadır. Türkiye tam bir geçiş sürecini yaşamaktadır. Geçmişe ait edinimlerle günümüzde değişen değerleri bir araya getirmek elbette çok zor. Törelerden geleneklere kadar çok değişik unsurlar hala etkili görünüyor.
Törelere göre güya namusu kirlenen erkekler cinayet işlemek suretiyle temizlik yapmakta, geride kalanları iki kere öksüz bırakmaktadır. Anne babadan biri mezara giderken diğeri hapse gitmektedir. Bu duruma sevinen bir Allahın kulu yoktur.
Kırsal kesimden göçün yoğun olarak yaşandığı günümüzde insanımız çelişkilerle yaşamını sürdürmeye çalışmaktadır. Köyde yaşadığı değerlerin önemli bir kısmının şehirde olmadığını fark etmektedir. Kimi değişime ayak uydurabilmekte, kimi uyduramamakta, iki arada bir derede çelişkiler içinde yaşam savaşı sürdürülmeye çalışılmaktadır. Özellikle egonun güçlü olduğu durumlarda tahammül ve özveri ortadan kalkmakta ve tartışmalar ne yazık ki kişilik haklarına saldırı şekline dönüşmektedir.
Toplumu derinden üzen bu gelişmelerin önüne geçmek elbette mümkündür. Ancak şehir hayatında insanlar artık daha çok içine kapanmaktadır. Oysa sosyal ortamların, sosyalliğin daha gelişmiş olduğu söylenir hep şehir hayatında.
Kadın cinayetleriyle ilgili bütün hükümetler çok ciddi çalışmalar yapmışlardır. Cezalar artırılmış, kadının statüsü güçlendirilmeye, dayanakları artırılmaya çalışılmıştır. Gelinen noktada ne yazık ki artan cinayetler vardır. Toplumun bu konuda gelişimi geriye gitmiştir.
Dinen en büyük günahlardan sayılan ve affı olmayan bir eylemin kendini Müslüman sayan toplum tarafından gerçekleştirilmesi de son derece gariptir.
Cezalar yüksektir ama caydırıcılığı yoktur. Kadın cinayetlerinin önüne geçmenin bir tek çözümü vardır. Canileri yetiştiren annelerin eğitilmesidir. Ancak o zaman toplum huzur bulur.