İki arkadaş Newyork’ta kırkıncı katta oturdukları daireye çıkmak için geç vakit apartmanın önüne geldikleri zaman asansörcülerin grevi yüzünden asansörlerin işlemediğini gördüler.

İki arkadaş Newyork’ta kırkıncı katta oturdukları daireye çıkmak için geç vakit apartmanın önüne geldikleri zaman asansörcülerin grevi yüzünden asansörlerin işlemediğini gördüler.
İkisinde de şafak attı, ama neylesinler, çaresiz çıkacaklar. İki arkadaştan daha neşeli olanı:
-“Ben sana gülünç hikâyeler, fıkralar anlatırım, vaktin nasıl geçtiğinin farkına bile varmazsın” dedi.
Ve anlatmaya başladı.
İlk hızla yirmi katı çıktılar, ama ondan sonra ikisinde de takat kalmadı.
Ne anlatanın fıkralarında tat vardı ne de dinleyende gülmeye heves...
Ha gayret deyip tırmanmaya devam ettiler.
Otuz beşinci katı geçtikten sonra nefes nefese durakladıkları zaman fıkra anlatan:
-“Yahu artık gülmek değil, gülümsemiyorsun bile anlattıklarıma” dedi.
Öteki atıldı:
-“Bunlara da fıkra mı denir! Ben sana bir fıkra anlatayım da bak nasıl gülmekten kırılıyorsun...”
Arkadaşı merak etti:
-“Anlat bakalım.”
-“Dairenin anahtarını aşağıda kapıcıdan almayı unuttuk!”
 
***
BUNADIM GALİBA
Bütün paralarını harcayıp bitiren üç genç, kaldıkları otelin barında içki içmeye karar verdiler. Önce ilki bara inip içkisini söyledi.
İçkisini bitirip, parayı vermeden giderken barmen, içki parasını istedi. “Verdim, vermedin” diye uzun uzun çekiştikten sonra barmen parayı almış olacağını kabul ederek gencin yakasını bıraktı. Az sonra ikinci genç aynı şekilde içkisini içti. Barmenle para hususunda biraz çekiştikten sonra parayı ödemeden odasına döndü.
Son olarak üçüncü genç bara indi.
İçkisini yudumlarken, barmen şöyle konuştu:
-“Vallahi azizim, bugün bende bir şey var. Sizden önce iki müşteri geldi. Parayı vermediler diye kendileri ile münakaşaya tutuştum. Oysa adamlar hesabı ödemişler de ben unutmuşum. Galiba iyiden iyiye bunadım artık.”
Üçüncü genç son yudumu da yuvarladıktan sonra:
-“Olur böyle şeyler” dedi. “Şu benim yüzlüğün üzerini verin de ben de gideyim artık...”
 
***
BUYRUN CENAZE NAMAZINA
Sultan IV. Murat devri ve içki yasağı sürüp gidiyor. Bektaşi, gizli gizli çalışan meyhanelerden birinde demlenmiş. Yalpalayarak giderken karşısına tanıdık bir yüz çıkıyor.
-“İmanım, seni gözüm bir yerden ısırıyor. Nerede gördüm acaba? Apostol’un meyhanesinde mi?”
-“Hayır.”
-“Tavukpazarı’ndaki Fıçılı’da, öyleyse.”
-“Değil.”
-“Kumkapı'daki Yorgi'de?”
-“Hayır.”
-“Söyle öyleyse birader. Söyle de meraktan kurtulayım.”
-“Beni, cuma günü selamlık alayına katıldığım zaman görmüş olacaksın.”
Karşısındaki adamın padişah olduğunu anlayan Bektaşi, hemen oracığa sırtüstü yatıvermiş.
-“Öyleyse buyurun cenaze namazına!”
 
***
KAÇ PARA VERİRSİN
Bir Yahudi okulunda matematik dersi...
Öğretmen küçük Şimon’u tahtaya kaldırmıştı:
-“Söyle bakalım, metresi 5 Frank’tan 8 metre kumaş alıyorsun benden, kaç para verirsin bana?”
-“Otuz beş Frank veririm.”
Öğretmen kızarak:
-“Hiç derslerine çalışmıyorsun. Git şu köşede tek ayaküstünde dikil bakayım, cezalısın.”
Şimon cezasını çekmek için sınıfın bir köşesine giderken öğretmen, bir başka öğrenci olan Hayim’i tahtaya kaldırdı.
Hayim tahtaya giderken Şimon’un yanından geçiyordu.
Şimon yavaşça Hayim’e fısıldadı:
-“Bana bak Hayim! Bir Frank fazla verirsen kafanı patlatırım...”
 
***
GONCAGÜL
-“İyi ki düğünümüzü Belçika’da yapalım demişsin Goncagül…”
-“Güzel oldu, değil mi Muhittin?”
-“Evet canım, herkes dışarıda evleniyor, bizim neyimiz eksik?”
-“Beni kırmadığın için teşekkür ederim.”
-“Sen istersin de ben yapmam mı bitanem?”
-“Muhittin, sana geçmişimle ilgili bir şey anlatmak istiyorum.”
-“Önce duvağını çözseydik Goncagülüm.”
-“Çözeriz, dur bi... Çok önemli bu...”
-“Ee, ama sırası mı şimdi? Neyse, anlat bari...”
-“Ben küçükken tecavüze uğradım.”
-“Çok üzüldüm bebeğim. Ama şu an kendini iyi hissediyorsan önemli değil.”
-“Şimdi iyiyim de bunları bilmen lazım.”
-“Yakınlarından biri tarafından mı?”
-“Yok... Bi bakkal vardı bizim mahallede...”
-“Bakkal mı?”
-“Evet... Elma şekeri satıyordu, güzel çikolatalar filan.”
-“Eee?”
-“İşte, bi gün bana, Osman depoya gelsene dedi.”
-“Osman kim?”
-“Anlatacağım bi tanem, sakin ol bi...”
 
***
ASPİRİN
Adam; “Bu sabah kalktığımda kendimi o kadar kötü hissediyordum ki, 100 tane aspirin yutup, intihar etmeye karar verdim.”
Arkadaşı; “Ne diyorsun? Sonra ne yaptın? Anlaşıldığı kadarı ile vazgeçmişsin!”
Adam; “Hayır, vazgeçmedim ama ikinci aspirinden sonra kendimi daha iyi hissettim!”
 
***
FIKRA BU YA
İngiltere Kraliçesi Elizabeth, Clinton ve Saddam ölüp Cehennem’e gitmişler.
Kraliçe Elizabeth, ülkesinde ne olup bittiğini merak ettiğini ve bir telefon görüşmesi yapmak istediğini söylemiş.
Şeytan kabul etmiş.
Kraliçe konuşmuş ve kapatmış.
Şeytan, “Görüşme ücreti 5 milyon dolar” demiş.
Kraliçe, “Ne... 5 milyon dolar mı?” demiş, ama ödemeyi de yapmış.
Bunu gören Clinton kıskanmış, “Ben de aramak istiyorum” deyip yaygarayı koparmış ve Amerika’yı aramış.
Görüşme iki dakika sürmüş.
Konuşma bitince Şeytan “10 milyon dolar” istemiş ve Clinton da ödemiş.
Bunları görüp kıskanan Saddam da Irak’ı istemiş ve çook uzun bir görüşme yapmış ve görüşme bitince şeytana sormuş.
-“Söyle bakalım borcum kaç para?”
Şeytan, “Sadece 1 dolar” demiş.
Saddam, “Sadece 1 dolar mı?” diye sormuş.
Şeytan da cevap vermiş:
-“E tabii, Cehennemden Cehenneme şehiriçi görüşme parası alıyoruz!”
 
***
GEÇ KARŞIYA
Dağıstanlılar kavga etmeyi çok severlermiş.
Günün birinde Rus’un biri Dağıstanlı’nın arabasına çarpar.
İçinden 3 Dağıstanlı çıkar ve adama:
-“Kavga edeceğiz!” derler.
Rus, “Abi affedin beni lütfen, özür diliyorum!” dese de Dağıstanlılar ısrarlıdır:
“Yok biz kavga edeceğiz!”
Rus: -“Abi polis çağıralım... Hata kiminse ödesin!”
-“Yok biz illaki de kavga edeceğiz!”
Rus: -“Tamam abi ben sizin hasarı ödeyeyim, kavga etmeyelim!”
-“Yok baba, kaçarı yok, biz kavga edeceğiz!”
Rus: -“Abi ben sizin hasarı ödeyeyim, alın araba da sizin olsun!”
-“Mümkünatsız... Biz kavga edeceğiz!”
Rus: -“Abi tamam ama böyle kavga olur mu? Siz üç kişisiniz ben tek başımayım. Olmaz valla!”
Dağıstanlı lideri şöyle bir düşünür ve yanındaki arkadaşına döner:
-“Geç lan sen karşıya, kavga edeceğiz.”
 
***
NASIL BAŞLATTIN
Aşk gemisinde, Temel ve Amerikalı John şezlonglara oturmuş, batan güneşi seyrediyor ve sohbet ediyorlardı.
Temel: -“Böyle bir gezi aklımdan bile geçmezdi. Bir yangın fabrikamı kül etti. Sigorta paramı ödeyince ‘Oğlum Temel, bunca yıl eşek gibi çalıştın. Şimdi tatil zamanı’ dedim kendi kendime ve geziye çıktım.”
“Tesadüfe bak” dedi John;
-“Benim de çok iyi iş yapan bir restoranım vardı. Bir kasırga, taş üstünde taş bırakmadı. Sigortadan paramı alınca, bu tatile karar verdim.”
Uzun bir sessizlik oldu.
Güneş ufukta kaybolurken, sessizliği Temel bozdu:
-“Kasırgayı nasıl başlattın, Allah aşkına?”