Hoca, camide içkinin kötülüğünden bahsediyormuş. Cemaat arasında bulunan Bektaşi’nin fena halde canı sıkılmış. Gitmek üzere kalkayım derken, koynundaki şarap şişesi kayıp yere düşmüş.

Hoca, camide içkinin kötülüğünden bahsediyormuş.
Cemaat arasında bulunan Bektaşi’nin fena halde canı sıkılmış. Gitmek üzere kalkayım derken, koynundaki şarap şişesi kayıp yere düşmüş.
Baba hiç istifini bozmadan şöyle konuşmuş:
-“Kör olasıcayı işte kaldırıp attım. Sizde varsa, tam zamanı! Siz de atın!”
.
Bektaşi, camide namazdan sonra dua etmiş:
-“Ey ulu Tanrım, bana bir rakı parası ver!”
Yanında namazını bitiren softa da, ellerini kaldırmış:
-“Rabbim, bana iman ver!”
İki duayı da işiten hoca, Bektaşi’ye:
-“Bak, herkes ne istiyor Tanrı'dan, sen rakı parası. Utanmıyor musun?” demiş.
Bektaşi usulca:
-“Ne yapalım hoca efendi, herkes kendisinde olmayanı ister” demiş.
.
İki Müslüman sohbet ediyorlarmış.
Biri diğerine tüm Ramazan boyunca hasta olduğundan yakınmış ve bu nedenle sadece bir gün niyetlenebildiğini, diğer günler ne yazık ki hastalığından ötürü oruç tutamadığını söylemiş.
Bektaşi de aralarında...
Bir ara dinleyici konumundaki Bektaşi’ye de sormuş:
-“Erenler, sen kaç gün oruç tuttun?”
-“Ben de rahatsızdım, arkadaştan bir gün eksik tutabildim ancak…”

Dilencinin biri, Bektaşi’ye:
-“Bir sadaka ver sana dua edeyim.” demiş.
Bektaşi on para verdikten sonra dilenciye dönerek:
-“Duanı istemem.” demiş.
Dilenci sormuş merakla:
-“Neden beyim?”
-“Eğer duan kabul olsaydı, sen dilenci olmazdın!”

Bektaşi'ye, sahurda sorarlar:
-“Oruca nasıl niyet etmeli?”
Bektaşi, tıka basa yedikten sonra cevap verir:
-“Dayanırsam tutarım, dayanamazsam yutarım diye niyet edip ağzını çalkalamalı.”

Kadı, Bektaşi’ye sorar:
-“Rakı şişesi taşımaya utanmıyor musun?”
Bektaşi:
-“Ben de zina aleti de var kadı efendi de, kullanmadıktan sonra, o suçu işlemiş olmam ki.”

Haccac ve adamları Mekke ile Medine arasında yolculuk yaparken bir suyun başında mola verdiler.
Sofra kurulunca Haccac:
-“Etrafa bakın fakir birisi varsa getirin beraber yiyelim” dedi.
Hizmetçiler yakınlarda üzerinde bir hırka olan birini gördüler.
Onu uyandırıp;
-“Seni Haccac çağırıyor, dediler” ve adamı Haccac'ın yanına götürdüler.
Haccac: -“Gel beraber yemek yiyelim” dedi.
Adam yemem diyerek Haccac'ın teklifini reddetti, cevaba şaşıran Haccac sebebini sorunca:
-“Beni senin sofrandan daha iyi bir yere çağırdılar.”
-“Nereye çağırdılar?” deyince adam:
-“Allah'ın misafirliğine çağırdılar. Ben oruç tutuyorum” deyince,
Haccac:
-“Böyle sıcak günde oruç mu tutuyorsun?” Diye sorunca adam şöyle cevap verdi:
-“Evet, bu sıcak günde oruç tutuyorum ki kıyamet gününün sıcaklığından kurtulayım” dedi.

Süleyman Nazif Bağdat Valisi’dir.
Bir gün III. Ordu Kumandanı Hafız İsmail Hakkı Paşa’dan bir telgraf alır.
Telgrafı okuyunca birden rengi atar.
Şaşkınlığından kolları iki yana yığılır kalır.
Etrafındakiler telaşlanıp çok kötü bir haber olduğunu sanırlar.
O sırada Nazif gayet alaycı bir şekilde mırıldanır:
-“Acayip, böyle emir olur mu?”
Telgrafta şu cümleler yazılıdır:
“Onbin okka şeker ile bin okka çayın yirmidört saat içinde tedarik edilerek sevki...”
Süleyman Nazif hemen bir kâğıt ve hokka ister.
Bir cümle de o yazar ve telgrafı getiren zata uzatır:
-“Götür bunu hemen Paşa’ya tellesinler.”
Cevabi telgrafta şunlar yazılıdır:
“Çin İmparatoruna yazmış olduğunuz telgrafın yanlışlıkla vilayetimize gelmiş olduğu ma’ruzdur.”