.


Eskiye rağbet olsa bit pazarına nur yağardı diye bir atasözümüz var. İnsanın doğasında var olan hep yeniye yönelmek, yenisini ve daha iyisini istemek, ne yazık ki tedarikçileri dünyanın en zengini yaparken, kullananları köleleştiriyor. Teknoloji geliştikçe insanın kanaat duyguları hızla kayboluyor. Azıcık aşım ağrısız başım atasözünü artık hiç kimse telaffuz etmiyor. 
Telefonun, televizyonun, arabanın daha iyisi, daha yenisi derken ulusal değerler hep dışarıya gidiyor. Teknoloji kullanmak elbette kaçınılmaz. Teknoloji karşıtı olmak çok anlamlı görünmüyor. Bununla birlikte, her yenisi çıktığında saldırmak, yeni satışa sunulacak bir telefonun mağazası önünde geceden kuyruklar oluşturmak, insanın teknoloji kölesi olmaya doğru hızla gittiğini gösteriyor. 
Tarımsal üretimde teknoloji geliştikçe gelirler azalıyor. İşler kolaylaşıyor ama masraflar artıyor. 
Bazı alanlarda makine kullanımı ekonomi yapıyor. Pamuk hasadında makineli hasat, elle toplamaya göre hasat maliyetini üç dört kat daha ucuza getiriyor. Zeytin, fındık, badem gibi ürünlerin hasadında da makine ekonomi sağlıyor. Bununla birlikte ürün değerleri ne olursa olsun emek yoğun işlerde zarar etme olasılığı neredeyse yok. Küçük aile işletmelerinde, aile işgücüne göre yapılan bitkisel ve hayvansal üretimlerde çok büyük kazançlar olmasa da, yeter gelirli bir ekonomi yapmak mümkün oluyor. 
Daha kırk elli yıl öncesinde hemen bütün işler elle yapılırdı. Masraflar yok denecek kadar azdı. Üretim masrafları düşük olduğu gibi, çiftçi ailesinin ev giderleri de çok düşüktü. Dolayısıyla küçük aile işletmelerinin sürdürülebilirliğinde neredeyse hiç risk yoktu. Tarım alanları genişlemedi. Öküz ve atla yapılan çiftçilikte arazilerin hemen tamamı işlenirdi. Çalışma gün sayısı çok fazlaydı. Bir ay buğday biçilir, neredeyse bir ay civarında da harmanda kalınırdı. Yazlık ürünler ha keza. Günlerce çapa yapılırdı. Hasatları harmanları yine elle yapılırdı. Sabah çiğinde mısırlar orakla biçilir, tarlada birkaç gün deste halinde bırakılırdı. Daha sonra yine sabah çiğinde toplanır evin avlusunda gölge bir yere indirilir, günlerce mısır soyulurdu. Daneleme makineleri yoktu. Uzun sırıklarla öküz arabalarının içinde koçanlar dövülür, daha sonra tek tek elden geçirilir, üzerinde kalan daneler ayrılırdı. Sömekler soba tutuşturmak için kullanılır, mısır sapları ise öğlen yemi olarak hayvanlara verilirdi. Hiçbir mahsul zayi edilmezdi. Susam, süpürgelik, nohut, burçak, kavun, karpuz, domates, biber, tütün gibi ürünlerin tamamında masrafsız üretim gerçekleştirilir, harmanın hepsi çiftçinin gelir hanesine yazılırdı. 
Emek kazanıyordu. O zamanlarda 30-40 ton buğday üreten bir çiftçi, orta boy bir traktörü rahatlıkla alabiliyordu. Günümüzde aynı miktarda buğday üretiminin neredeyse yarıdan fazlası masrafları ancak karşılayabiliyor. Kalanı lastiklerini ancak alabiliyor. 
Artan nüfusu beslemek için teknolojinin bütün elemanlarını kullanan çiftçimiz, teknoloji üretenleri sürekli zengin ederken, sürekli borçlanıyor. Muhtarı, kahvesi, bakkalı olmayan köyler sürekli çoğalıyor. Teknolojinin esiri olmasalardı, köylerimiz acaba yine viraneye döner miydi bilinmez ama gerçek olan şu ki, teknolojinin girmediği ürünler hala kazandırıyor.