Son zamanlarda bazı bölgelerde meydana gelen aşırı yağışlar Türkiye’de çarpık kentleşme ve doğa tahribatının boyutlarını bir kez daha gözümüze sokmuştur.

Hemen her yerleşim merkezinde evleri, iş yerlerini ve mağazaları su basmış ciddi hasarlar ortaya çıkmıştır.

İstanbul’da Silivri, Çatalca ve İkitelli’de yaşanan sel hafızalardan silinecek gibi değildir. Tonlarca yüküyle tırların ve konteynırların kâğıt gibi sürüklenmesi, otomobillerin denize dökülmesi suyun gücü kadar akış alanına yapılan müdahalelerin bir sonucudur.

2010 yılı Martında ve 2012 yılı Mayısında Lapseki ve Çanakkale’de meydana gelen yağışlarda da yüzey suyu denize ulaşamamış, su baskınlarına neden olmuş önemli hasarlar meydana getirmişti.

Geçtiğimiz günlerde İzmir ve İskenderun’da fırtına ve meydana gelen yağışlar, adeta denizi taşırmış ciddi hasarlar meydana getirmiştir.

Yağış rejimi artık biliniyor. Ne zaman ne kadar yağış düşeceği de yüksek doğrulukla tahmin edilebiliyor. Suyu taşıyan havzalarda yüzey akışıyla birlikte ne kadar su toplanacağı, derelerin ve nehirlerin taşıyacağı su ve moloz miktarı da biliniyor. Böyle bir durumda, sel baskınlarında mal ve can kayıplarının yaşanması tamamıyla meteorolojik değerlerin dikkate alınmadan yerleşim yerlerinin planlanması ve düzenlenmesidir.

Denize 150-200 metre mesafede su baskını, ancak suyun akacağı yeri kalmazsa mümkündür.

Yerleşim alanlarında suyun akacağı yerler, aşırı su baskınlarında elbette sokak ve caddelerdir. Kanalizasyon sistemiyle bu suyun tahliye edilmesi imkânsızdır. Böyle durumlarda sokak ve caddelerin su taşıma kapasitesi dere ve çaylar kadar olamaz. Önemli olan suyun önündeki engellerin kaldırılması ve belli noktalarda yığılmanın önlenmesidir.

Fazla suyun yerleşim alanlarında oluşturulacak açık kanallarla denize bağlanması son derece kolaydır. Ayda yılda bir meydana gelecek yağmur için bu kadar masrafa değer mi diye düşünenler olabilir. Aslında bu kanallar bütün yerleşim alanlarında eskiden var olan derelerin yerini alacaktır. Şehirlerin tesviyelerini gözden geçirmek suretiyle açık kanallar oluşturulabilir ve aynı zamanda rekreasyonel alan olarak değerlendirilebilir.

Sokak ve caddelerde yol yapım, tamirat ve altyapı çalışmaları nedeniyle zemin sürekli yükselmektedir. Yerleşim alanlarında zemin katlar bodrum kata dönüşmektedir. Yol seviyelerinin her seferinde 10-15 cm yükselmesiyle bir metreyi aşan dolgular oluşmuştur. Altyapı ve tamirat çalışmaları uzun vadeli düşünülmediğinden belki cadde ve sokakların yükselmesine neden olmaktadır.

Denize sıfır alanlarda evlerin sokak ve caddelerin bulunduğu kottan daha aşağıya düşmesinin önüne geçilmesi gerekmektedir. Zemin katları su basmaması için mutlaka yol seviyelerini arttırmamak, yol yapım çalışmalarında buna özen göstermekte yarar vardır. Kot olarak yoldan aşağıya düşmüş evleri su bastıktan sonra suyun pis su giderleriyle tahliye edilmesinin imkânı yoktur. Vidanjörlerle bu sorunları çözmek yerine kalıcı çözümler üretme zorunluluğu vardır.

Denizin dibinde suyu kontrol edememenin sebebi çarpık kentleşmeyle kalmamalıdır. Mevcudun değişimi zor olduğuna göre, suya yön veren yapıların tesis edilmesi daha akıllıca olandır.