Teselli İki kadın baş başa vermiş konuşuyorlar.

Bir tanesi:
-“Çok üzülüyorum. Kocamın benimle sırf param için evlenmiş olduğunu artık iyice anladım.”
Öteki teselli etmiş:
-“Ne diyorsun? Demek göründüğü kadar aptal değilmiş!”
 
***
Kadın müşteri mağazada battaniyeleri gözden geçiriyordu.
Birdenbire durdu ve tezgâhtara seslendi:
-“Siz bu battaniye için ‘yün’ diyorsunuz. Ama üzerinde ‘yüzde yüz pamuk’ yazıyor, nasıl olur?”
Tezgâhtar hiç istifim bozmadan:
-“Haklısınız bayan, güveleri aldatmak için öyle yazıyoruz…”
 
***
Patron, sekreterini çağırdı:
-“Bu mektupta bir yanlışlık var.”
Sekreter kız baktı baktı, yanlışı bulamadı:
-“Neresinde efendim?”
-“Ben, iş mektuplarının hiçbirine ‘Saygıdeğer dostum’ diye başlamam. Böyle namussuzlardan dostum yok benim.”
-“Nasıl başlayalım beyefendi?”
-“Değerli meslektaşım” diye başlayın.
 
***
Adamın birini kuduz köpek ısırmış.
Ama adam çok ihmalci biri olduğu için, bugün iğne olurum, yarın iğne olurum derken iş işten geçmiş.
Doktora başvurup da gerçeği anlayınca hemen bir kâğıt kalem isteyip uzun uzun bir şeyler yazmaya başlamış.
Doktor uzun süre beklemiş, bir ara dayanamamış sormuş:
-“Vasiyetnameniz bu kadar uzun mu?”
-“Vasiyetname falan hazırlamıyorum doktor bey... Ben ısıracağım kişilerin listesini yapıyorum...”
 
***
İl halkı, valinin elinden kurtulmak için padişaha haber yollamışlar:
-“Aman padişahım, bizi bu adamın elinden kurtar, hepimizi soyup soğana çevirdi, rüşvetinden el aman, gözü doymuyor...”
Haber İstanbul'a gidinceye kadar vali tarafından duyulmuş ve şehrin ileri gelenleri vali konağına davet edilmiş...
Herkes telaş içinde “Yine ne isteyecek?” diye konağa gelmiş, ama korktukları başlarına gelmemiş, vali herkese ikram üzerine ikram, iltifat üzerine iltifat etmiş, sonra sofraya oturmuşlar, yemişler içmişler, kahveler gelince vali uşaklarına emretmiş:
-“Şu sandığı getirin...”
Sandık gelmiş, kapağı açılmış, içi altın, gümüş, pırlanta gibi değerli şeylerle dolu. Vali sandığı işaret ederek:
-“Bakın ağalar, beyler! Şu sandığın dolmasına bir karış kaldı. Sandık doldu mu benim işim tamam! Ama ben gidersem yerime gelecek olan vali boş sandıkla gelecek, haberiniz olsun, benden söylemesi!”
 
***
Şakacı taşralının biri Kayseriliye sorar:
-“Kayserililer eşek etinden pastırma yaparlarmış doğru mu?”
Kayserili cevap verir:
-“Kayseri'ye gidersen, hiç merak etme, sana dokunmazlar.”
 
***
Albert Einstein’a sormuşlar:
-“İnsanoğlu atomu parçalayıp nükleer enerji elde etmesini biliyor da, tüm insanlığı yok edecek nükleer bomba tehlikesini neden önleyemiyor?”
Einstein'ın cevabı şöyledir:
-“Politika fizikten daha zor öğrenilir de ondan...”
 
***
Kadın, kılı kırk yararcasına inceledikten, çekişe çekişe pazarlık ettikten sonra kaplan kürkü mantoyu almaya karar verdi.
Yine de, parayı öderken sormadan edemedi:
-“Yağmurda da giyilebilir, değil mi?”
Satıcı ilginç bir güvence verdi:
-“Aman hanımefendi, şimdiye kadar yağmur altında hiçbir kaplanın şemsiye ile dolaştığı görülmemiştir!”
 
***
Köylüler aralarında söz birliği etmişler, köyün imamına bir şaka yapmayı kararlaştırmışlar.
Numaradan köylünün biri ölmüş, cenazenin yıkanması için hocayı çağırmışlar.
Hoca cenazeyi yıkamak için içeri girmiş kapıyı kapamış.
Yarım saat geçmiş...
Bir saat geçmiş...
İki saat geçmiş...
Herkesi bir merak sarmış...
Her ölüyü 15 dakikada yıkayıp paklayan hocaya ne oldu?
İki buçuk saat sonra hoca efendi kan ter içinde dışarı çıkmış.
Hemen koşup sormuşlar:
-“ Hoca efendi ne oldu?”
Hoca kızgın:
-“Yarı ölü, yarı diri herifleri bana yolluyorsunuz, işini bitirip, ruhunu teslim ettirinceye kadar canım çıktı!...”
 
***
Saçları dökülmeye başlayan orta yaşlı adam, saçlarını ustura ile kazıtmanın saç dökülmesini önleyeceğini duymuştu.
Bir denemek için berbere gitti.
Sırası gelince koltuğa oturdu:
-“Aman ustacığım, perdahlı bir ustura çek saçlarıma... Ama az önceki müşteride olduğu gibi kesik istemem. Beni elaleme rezil etme”
-“Siz hiç merak etmeyin beyim. O veresiye tıraş oluyor da, hesap karışmasın diye çentik attım onun kafaya...”
 
***
Üç soyguncu bankayı soyduktan sonra kaçıp ormanda buluşmuşlar.
Biri: “Şu paralan sayalım” demiş.
İkincisi: “Boş ver yahu, nasıl olsa yarın gazeteler yazar, öğreniriz” diye itiraz etmiş.
Üçüncüsü yerinden fırlamış: “Deli misiniz yahu, yarın her gazete ayrı ayrı şeyler yazar, birbirimize gireriz...”
 
***
Padişaha Hindistan'dan nadide bir kumaş gelmiş.
Padişah terzi başını çağırmış:
-“Bak, demiş, bugün çarşamba, cumaya kadar 12 düğmeli bir elbise dikeceksin. Ama düğmeleri altından olacak. Altınları da sen kalıba döküp yapacaksın...”
Terzi başı: “Ama...” diyecek olmuş.
Padişah kükremiş: -“Aması... Kellen..!”
Terzi çaresiz evine çekilmiş.
Eli ayağı titriyormuş.
Karısı teselli etmiş:
-“Bak kocacığım, sen şu işe bir başla, gerisi Allah kerim...”
Terzi, önce düğmelerden başlamış.
Altın düğme dökmek için önce çivi dökmek, sonra da bunu büküp yuvarlatmak gerekiyormuş.
Terzi cuma günü şafak sökerken 1001 zahmetle ancak çivileri dökebilmiş.
Düğme haline getirmeye çalışıyorken kapı çalmış.
Terzi korkudan kireç gibi bir yüz ve titreyen bacakları ile kapıyı açmış…
Karşısında üç zaptiye:
-“Padişah hazretleri dün gece hakkın rahmetine kavuştular. Tabut için altın çivi lazım. Sen çivileri hazırla...”
 
***
İki bacanak sohbet ediyorlar.
Bir ara biri diğerine soruyor:
-“Bir haberi en kısa zamanda bir yere ulaştırmak için kaç çeşit yol vardır?”
-“Üç yol vardır: Telgraf, telefon ve bir kadın...”
 
***
Manava giden müşteri tezgâhtara rica etmiş: -“Şu lahanayı bölüp bana yansını verir misiniz?”
“Bölemeyiz” demiş tezgâhtar.
-“Neden bölemiyorsun, nasıl olsa kiloyla satılmıyor mu?”
-“Reyon şefimiz izin vermez, bölemeyiz...”
-“Git kendisine sor bakalım belki izin verir.”
Tezgâhtar hafif sinirli bir halde, koridorun ucunda oturan şefin yanına yürümüş.
Müşteri de peşinden...
Ancak tezgâhtar müşterinin arkasından geldiğini fark etmemiş.
Reyon şefine sormuş:
-“Dangalağın biri lahanayı kes, yarısını ver diyor, ne yapayım?”
Tezgâhtar sözünü bitirirken arkasında birisinin durduğunu hissetmiş.
Bir de dönüp bakmış ki müşteri kendisini dinliyor...
Hafif kızararak devam etmiş:
-“Lahananın diğer yarısını da bu beyefendi istiyor!...”
 
***
Adamın biri arkadaşına dert yanıyordu:
“Sorma başıma gelenleri” dedi. “Biliyorsun geçen yıl trende bir kızla tanışmıştım. Bana pek yüz vermemişti. Ben de her gün kendisine bir kart yolluyordum. Sonunda ne oldu biliyor musun?”
-“Ne oldu?”
-“Kız evlenmeye karar vermiş”
-“Öyleyse tebrikler.”
-“Yok canım benimle değil. Her gün kapısını çalıp, benim gönderdiğim kartları götüren postacı ile...”
 
 
***
Adamın biri psikoloğa dert yanıyormuş:
-“Aa beyefendi! Her gece rüyamda neler çektiğimi, ne ecel terleri döktüğüm bir bilseniz...”
Psikolog sormuş:
-“Hayırdır inşallah! Ne gibi şeyler görüyorsunuz rüyanızda?”
Ağlamaklı bir sesle cevap vermiş:
-“Neler neler... Bir eğlencedir, bir şamatadır gırla gidiyor. İçkiler, enfes yiyecekler, çalgı, çengi... Her şey... Vur patlasın çal oynasın...”
Psikolog gülmüş:
-“İyi ama beyefendi, daha ne istiyorsunuz işte. Keşke ben de her gece böyle eğlenceli rüyalar görsem daha ne isterim ki...”
Adam derin bir of çektikten sonra:
-“Kazın ayağı hiç de sandığınız gibi değil... Her şey iyi güzel de sonunda bütün hesabı hep ben ödüyorum...”
 
***
Devlet dairesindeki işi bir türlü görülemiyordu.
Sonunda arkadaşları, görevli memura rüşvet vermesini önerdiler.
O da bir miktar parayı bir kitabın içine koyarak memura gitti ve: “Boş zamanlarınızda okursunuz” diye uzattı. Ertesi gün uğradığında işinin yine hallolmadığını görünce, biraz şaşkın, biraz sinirli sordu:
-“Neden olmadı işim?”
-“Dün verdiğiniz kitaba öyle daldım ki, bir türlü hazırlayamadım!”
-“Peki şimdi ne bekliyorsunuz?”
-“Kitabın ikinci cildini!”
 
***
Hans Müller, Orta Afrika'da avlanırken yamyamların eline düşmüş.
Götürüp kabile çadırlarının ortasındaki kazana atmışlar.
İçine biraz sebze, patates ve ot koyup, yavaş ateşte pişirmeye başlamışlar.
Başına da genç bir yamyamı dikmişler. Yamyam aşçı yamağı elindeki kepçeyle ikide bir "tak" diye Hans’ın kafasına vurup duruyormuş.
Bu durumu gören kabile reisi çadırından bağırmış:
-“Oğlum sen deli misin? Yazık değil mi adama! Ne diye kepçeyi kafasına vurup duruyorsun?”
Genç yamyam, kepçeyi yine adamın kafasına taklatırken cevap vermiş:
-“Ne yapayım efendim, bu açgözlü herif kazandaki bütün patatesleri yiyip bitirecek!”
 
***
Adamın biri, kafayı çekip ortalığı birbirine katmış, yakalamışlar, iş mahkemeye intikal etmiş.
O gün son savunması yapılacak, mahkeme karar verecek...
Mübaşir adını okuyunca adam hâkime mazeret beyan etmiş:
-“Efendim avukatım gelmedi?”
Hâkim dosyaya bakıp, başını sallamış:
-“Evladım, sen karakolda ifade vermişsin, savcılıkta da aynı şeyleri söylemişsin, burada da ilk ifadeni kabul etmişsin, şahitler dinlendi, onlara da itiraz etmemişsin, avukatın gelip neyi savunacak?”
Adam boynunu bükmüş:
-“Ben de onu merak ediyorum ya, hâkim bey!”