Bugün benim 39. nikâh günüm.

Sevgili eşimle birlikte şimdilerde yerinde olmayan İskele Meydanındaki Manolya ağacının yakınındaki Belediye Binasında nikâhlanmıştık.
.
“Peki düğün?” diye merakla soranlara cevabım şu:
“Biz ertesi günü düğün yapmıştık…”
.
Nikâh memuru rahmetli Nilüfer Hanımın kıydığı nikâha, akrabalarımız, arkadaşlarımız ve dostlarımız gelmişti.
.
O vakit nikâh salonu binanın içindeydi.
.
Daha önceleri de yazılarımda defalarca bahsettiğim üzere, biz bu binayı yıktık.
Benim gibi yüzlercesinin hatırasının saklandığı bina yok oldu.
.
Anılar kayboldu…
Şehir hafızası bitti.
Şimdi yerinde yeller esiyor.
.
Sonra yeni bina yapıldı.
O yıkıldı yerine yenisi yapılıyor.
.
Düğünümüz Lodos’taydı.
Allah’tan o yıkılmadı şimdilik,
En azından “Düğünümüz burada yapıldı” diyebiliyoruz.
.
Ancak Yalı’daki Belediye Düğün Salonu da yıkıldığından, burada düğün, nikâh, nişan yapan yüzlerce kişinin de anıları yok oldu…
.
Bir binayı yıkmak kolay, yaşatmak zordur.
.
Yok etmeye devam edersek yeni nesillere bırakacak bir anı mirasımız olmayacaktır.
Bu da yeni nesile, atalarının yaşadığı şehri sahiplenme duygusunu kaybettirecektir…
 
***
SINIF KAPATILMIŞ
Daha dün yazdım, Torunun sınıfında virüs varmış diye.
Sadece testi pozitif çıkan çocuğu ayırıp, eğitime devam etmeye kalktılar.
.
Tabi bu okulun değil, milli eğitimin uygulamasıydı.
.
Sonuçta 5 öğrenci daha pozitif çıkınca sınıfı kapattılar.
.
Akıl var, izan var.
.
Demedik mi size?
“Bir öğrencide bile Covid olsa hemen sınıfı kapatın” diye.
Ne oldu şimdi?
Öbür çocukların günahı neydi?
.
Şimdi benim torun da “Bulaşı şüphesi” ile ev hapsinde.
Evden 5 gün çıkmayacakmış…
.
Buyurun.
Minnacık çocuklara yaşattıklarınıza bakın.
Tatil edemediniz okulları ve hala ısrar ediyorsunuz…
.
Diyecek çok şey var ama…
Ne diyeyim?
 
***
BRUNO PİNHEİRO
Beşiktaş Futbol Takımı başarısızlığı dolayısı ile ayrılan Sergen Yalçın’ın yerine Portekizli, Bruno Pinheiro ile 1.5 yıllık mukavele imzalayacakmış.
.
İsmi pek duyulmamış teknik adamı seçmelerini sebebi şuymuş:
Beşiktaş altyapısı ile A Takım arasındaki bağları güçlendirecekmiş,
Antrenman ve taktik çalışmalara önem verecekmiş,
Siyah-beyazlı genç oyuncularının as takıma dahil edilmesi için çalışacakmış,
Beşiktaş, gelecek vaat eden futbolcuların transferine ve eğitimine odaklanacakmış,
Kadro maliyeti ve yaş ortalaması düşürecekmiş…
.
Bu projenin özeti ise;
Önce kupalar kazanılacak, uzun vadede ise oyuncu satışıyla gelir elde edilecekmiş.
.
Kulağa ne hoş geliyor.
Süper bir proje.
Akıllı davranmak buna denir.
.
Ancak,
Bu anlatılanların kısa vadede oluşması için insanın sihirbaz olması lazım.
Uzun vade için gereken sabır gösterilecek mi? Ona bakmak lazım.
Beşiktaş gibi büyük bir takımın taraftarı başarıyı uzun uzun beklemez.
.
Bruno Pinheiro’nun bu konuda başarısı var elbet.
Tecrübeli yani.
Ama Avrupa’da.
Bizde ne yapar göreceğiz…
.
İşin başka boyutu ise şu;
Bizim ülkemizde böylesi yetenek yok muydu?
.
Kendi altyapı hocalarımız var.
Hem de oldukça fazla.
Bunlara şans vermek daha mantıklıydı.
.
Sonra, Dimyat’a pirince giderken, eldeki bulgurdan olmayalım…
.
Tek dileğim şu:
Beşiktaş bu projesi ile başarılı olup Türk futbolunda öncülük etmiş olur da, diğer kulüpler de örnek alıp böylesi projelere yatırım yaparlar.
.
Böylece futbolumuzda ulaşılmaz rakamlarla transfer edilen yabancı futbolculara son verilir ve dışa bağımlılıktan kurtuluruz...
 
***
NAS
Cumhurbaşkanı ve AK Parti Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, partisinin grup toplantısında;
“Beraber yürüdüğümüz arkadaşlarımızdan faizi savunanlar, kusura bakmasınlar. Bu yolda ben, faizi savunanla beraber olamam, olmam. Bu görevde olduğum sürece faiz ve enflasyonla mücadelemi sonuna kadar sürdüreceğim. Bu konuda nas ortada. Nas ortadayken sana, bana ne oluyor?” ifadelerini kullanmıştı.
.
 
Burada kast edilen Nas’ın Kuran’da geçen Nas Suresi olduğu sanılsa da, aslının İslâm âlimlerine göre “Nas”ın, Kur’an ve Sünnet ile uygulanan “İçtihat” olduğu bilinir…
.
“Bu konuda Nas ortada” demekle Erdoğan demek istiyor ki; “İslami usuller belli…”
.
Kuran’a göre faiz haram.
Doğru.
.
Bu konuyu Habertürk yazarı Fatih Altaylı Cübbeli Ahmet Hoca’ya sormuş o da şöyle cevap vermiş;
“Fatih Bey, herkes çok tedirgin. Benim babam bilirsiniz varlıklı bir adamdı ve aynen böyle bir kriz sonunda battı. Bugün de durum bu. Esnaf çok tedirgin. Herkes batma, her şeyi kaybetme korkusu içinde. Kimse de nereye gittiğimizi, ne olacağını, nerede durulacağını kestiremiyor. Kimse sesini de çıkaramıyor. Öylece seyrediyoruz ama iyiye gitmiyor sanki hiçbir şey…”
.
“Fatih Bey, Nas anladık da, burası şeriat devleti mi! Şeriat devleti ilan edildiyse ona göre davransınlar. Yarım ‘Nas’ olmaz. Madem öyle, 1 bile faiz vermeyeceksin. Devlet de 1 bile faiz almayacak. ‘Nas’ın azı çoğu olmaz. Yarım yamalak ‘Nas’ da olmaz. Bakın bu durum İslam’a büyük zarar veriyor. Farkındalar mı bilmiyorum. Biz içindeyiz cemaatin, görüyoruz. Bu ekonomik politikayı ‘Nas’ diye sürdürürsen ve millet batarsa herkes ‘Kuran batırdı bizi’ demeye başlayacak. Suçu Kuran’da, İslam’da bulacak. Millet dinden, Kuran’dan uzak duracak. Sonunda batışın faturasını Kuran’a çıkaracak. Madem ‘Nas’ diyeceksin. O zaman hepten şeriat ilan et. Bakalım ne oluyor görelim. Öyle değil mi ama…”
.
“Fatih Bey, İslam’da faiz yoktur ama parayı korumak vardır. Paranın değer kaybı kadar faiz olabilir. Paranın değer kaybı nispetinde faiz alınabileceğini söyleyen fetvalar vardır. Madem Nas, o zaman o fetvaları da göz önüne alsınlar. Milleti göz göre göre batırmayı ‘Nas’a bağlarsanız, milleti ‘Nas’tan, Kuran’dan soğutursunuz. Dini suçlu hale getirirsiniz…”
.
Faizi inatla düşürmenin nelere mal olacağını yazıyoruz, görüyoruz.
İşin uzmanları açıklıyor.
.
Şu anda döviz ve altın almış başını koşturup gidiyor.
.
Nasıl duracak bu?
“Döviz düşecek merak etmeyin” deniliyor da,
Ne zaman?
.
Bu vatandaş öldükten sonra mı?
Yazıktır, yazık…
 
***
KİMİN KULU?
Bildiğiniz üzere yıllardan beri pazartesi günleri fıkra yazar dururum.
Güzel fıkra okuunca, duyunca hemen stoklarıma alır, sizlere ulaştırmak üzere saklarım.
.
Bazen öylesine durumlar olur ki, saklamaya hacet görmeden yayınlamak isterim.
Pazartesiyi bekleyemem.
.
Zira fıkra güncel konuları uzun uzun anlatmadan, her şeyi kısa yoldan anlatıverir.
.
İşte onlardan biri:
Bektaşi’nin köyün birinde, bir elinde şarap diğerinde ekmek, duvarın dibine yaslanmış yiyormuş.
Önünden kıratın üzerinde ipek pelerinli, deri eyerli, gümüş üzengili bir beyzade rüzgâr gibi süzülerek geçmiş.
Bektaşi çevreden geçen birine sormuş:
-“Kim ola bu?”
-“Bilmiyor musun? Bu Ahmet Ağanın kuludur!”
Bunun üzerine, Bektaşi elindeki ekmek ve şarabı yukarıya doğru kaldırıp kendisini kast ederek halinden yakınmış:
-“Ey Allah’ım! Bir kendi kuluna bak, bir de Ahmet Ağanınkine...”
.
Günümüzde de kimin Allah’ın kulu, kimin Ağa kulu olduğunu bilmek için Müneccim olmaya gerek yok.
Her şey ortada…