Temel yolda giderken karnının çok aç olduğunu hisseder. Köşenin bitiminde gördüğü bir dükkândan içeri girer.

Temel yolda giderken karnının çok aç olduğunu hisseder. Köşenin bitiminde gördüğü bir dükkândan içeri girer.
-“Selamın aleyküm uşağım.”
-“Aleyküm selam buyur abi.”
-“Ben bir Karadeniz pidesi alacaktım da. Ama purada yemiyeceğum mümkünse sarıver.”
Adam bir an durup sorar:
-“Afedersin abi sen Karadenizli misin?”
Temel bu soruya sinirlenir:
-“Niye ki kardeşim? Karadeniz pidesi yemek için illa Karadenizli mi olmak gerekir? Misal ben Japon olmasam Sushi yiyemeyecek miyim? Ya da İtalyan olmazsam Pizza vermeyecek misin?”
Adam cevabı yapıştırır:
-“Yok abi o yüzden söylemedim. Burası nalburiye dükkânı da.”
 
***
İki Yahudi arkadaş bir Katolik kilisesinin önünden geçiyormuş.
Kilisenin duvarında, Katolik olmayanlara hitap eden büyük bir afiş asılıymış:
“Bize gelip Katolikliği kabul ederseniz hemen 30 bin dolar nakit para alacaksınız! ”
Yürümeye devam eden iki arkadaş bu teklifin ciddi olup olmadığını tartışmaya başlamış.
Bir hafta sonra, aynı kilisenin önünde yeniden buluşmuşlar ve biri diğerine sırrını açmış:
“O teklifin ciddi olup olmadığını hala merak ediyorum.”
Bunun üzerine arkadaşından küçümser bir tavırla şu cevabı almış:
“Ben siz Yahudileri anlamıyorum… Aklınız fikriniz parada!”
 
***
Padişaha Hindistan'dan nadide bir kumaş gelmiş.
Padişah terzibaşını çağırmış:
-“Bak, demiş, bugün çarşamba, cumaya kadar 12 düğmeli bir elbise dikeceksin. Ama düğmeleri altından olacak. Altınları da sen kalıba döküp yapacaksın...”
Terzibaşı:
-“Ama...” diyecek olmuş.
Padişah kükremiş:
-“Aması... Kellen...”
Terzi çaresiz evine çekilmiş.
Eli ayağı titriyormuş.
Karısı teselli etmiş:
-“Bak kocacığım, sen şu işe bir başla, gerisi Allah kerim...”
Terzi, önce düğmelerden başlamış.
Altın düğme dökmek için önce çivi dökmek, sonra da bunu büküp yuvarlatmak gerekiyormuş.
Terzi cuma günü şafak sökerken binbir zahmetle ancak çivileri dökebilmiş.
Düğme haline getirmeye çalışıyorken kapı çalmış. Terzi korkudan kireç gibi bir yüz ve titreyen bacakları ile kapıyı açmış:
Karşısında üç zaptiye:
-“Padişah hazretleri dün gece hakkın rahmetine kavuştular. Tabut için altın çivi lazım. Sen elbiseyi boşver, çivileri hazırla...”
 
***
Adamın birinin yolda otomobili bozulmuş, dağ başında ortada kalmış. Açmış motor kapağını, arızanın nerede olduğunu anlamaya çalışıyor, birdenbire arkasından bir ses gelmiş:
-“Platine bak meme yapmıştır!”
Dönmüş bakmış bir eşek;
Başka da kimseler yok, afallamış. Şaşkın şaşkın bakarken eşek tekrarlamış:
-“Aptal aptal suratıma bakacağına, platine bak diyorum sana, meme yapmıştır.”
Adam bir eşeğin konuşabileceğine akıl erdiremediğinden dehşete düşmüş ve kaçmaya başlamış...
Deliler gibi koşarken köylünün biri yolunu kesmiş:
-“Hayrola hemşerim, peşine ayı mı düştü?”
-“Ne ayısı yahu arabam bozuldu...”
-“Eeee?”
-“Bir eşek gelip konuştu.”
-“Ne dedi?”
-“Arıza platindendir, platin meme yapmıştır, dedi.”
Köylü başını sallayarak:
-“Dinleme sen onun lafını... O, otomobil motorundan değil, traktör motorundan anlar! Ukalalık yapmış!”
 
***
Bir yıl önce tatil yaptığı Hollanda köyünü çok beğenen bir turist bir yıl sonra aynı köye gittiğinde eskiden üç tane olan yel değirmenlerinden sadece birinin yerinde durduğunu, diğer ikisinin sökülüp yok edildiğini görünce rastladığı ilk köylüye sormuş:
-“Ahbap geçen yıl geldiğimde burada üç yel değirmem vardı. Şimdi bir tane kalmış. Acaba diğer ikisini niye söktüler?”
Sorunun cevabını bilmeyen köylü biraz düşündükten sonra:
-“Vallahi beyim, demiş; bu yıl pek rüzgârlı değildi. Belki de rüzgâr sadece bir değirmeni çevirmeye yetmiştir!...”
 
***
Markete giden müşteri tezgâhtara rica etmiş:
-“Şu lahanayı bölüp bana yansını verir misiniz?”
-“Bölemeyiz, demiş tezgâhtar.”
-“Neden bölemiyorsun, nasıl olsa kiloyla satılmıyor mu?”
-“Reyon şefimiz izin vermez, bölemeyiz...”
-“Git kendisine sor bakalım belki izin verir.”
Tezgâhtar hafif sinirli bir halde, koridorun ucunda oturan şefin yanına yürümüş.
Müşteri de peşinden...
Ancak tezgâhtar müşterinin arkasından geldiğini farketmemiş.
Reyon şefine sormuş:
-“Dangalağın biri lahanayı kes, yarısını ver diyor, ne yapayım?”
Tezgâhtar sözünü bitirirken arkasında birisinin durduğunu hissetmiş. Bir de dönüp bakmış ki müşteri kendisini dinliyor...
Hafif kızararak devam etmiş:
-“Lahananın diğer yarısını da bu beyefendi istiyor!...”
 
***
Devlet dairesindeki işi bir türlü görülemiyordu. Sonunda arkadaşları, görevli memura rüşvet vermesini önerdiler. O da bir miktar parayı bir kitabın içine koyarak memura gitti ve:
-“Boş zamanlarınızda okursunuz” diye uzattı.
Ertesi gün uğradığında işinin yine hallolmadığını görünce, biraz şaşkın, biraz sinirli sordu:
-“Neden olmadı işim?”
-“Dün verdiğiniz kitaba öyle daldım ki, bir türlü hazırlayamadım!”
-“Peki şimdi ne bekliyorsunuz?”
-“Kitabın ikinci cildini!”
 
***
Şili diktatörü Pinoche bir gün, kendi hayatının anlatıldığı belgesel filmi izleyip seyircinin nabzını yoklamak için sinemaya gitmiş.
Filmde her görünüşü sinemada olağanüstü tezahürata neden oluyormuş.
Öyle ki, izleyiciler ayağa kalkarak alkış yağmuruna tutuyorlarmış.
Pinoche yanında oturan yaşlıya bu sevginin nedenini sorunca adam:
-“Ne sevgisi, canımızdan olmamak için tek çaremiz bu” demiş.

Musolini'nin büyük oğlu bir gün günah çıkartmak için Papaya gitti:
-“Muhterem peder! Faşist Partisi’nin kasasından yüz bin liret çalmıştım. Günahımı itiraf ediyorum. Cezam nedir?”
-“Çok fena etmişsin oğlum. Kefaretini ödemek için Sen Pietro Meydanı’nı 33 kere koşarak dolanacaksın.”
Bir hafta sonra Musolini’nin ikinci oğlu Papa'nın huzuruna gelerek günah çıkartıyordu:
-“Muhterem peder! Faşist Partisi’nin kasasından bir milyon liret çaldığımı itiraf ediyorum.”
Papa:
-“Büyük günah işlemişsin oğlum. Ağabeyine yüz bin liret için Sen Pietro Meydanı’nı 33 kere devretmek cezasını vermiştim. Sen daha çok çalmışsın, o yüzden 333 defa meydanı dolanacaksın.”
Birkaç hafta sonra Musolini aile fertleriyle yemek yerken şöyle dedi:
-“Birkaç günahım var, bir gün Papaya gidip günah çıkar sam fena olmayacak...”
İkinci oğlu hemen atıldı:
-“Baba, artık bir motosiklet alsak fena olmaz...”

Rusya eski devlet başkanlarından Brejnev yoksul bir ailenin çocuğuymuş.
Yüksele yüksele devlet başkanlığı makamına gelmiş. Bir gün annesini başkent Moskova'ya çağırmış.
Kremlin Sarayı'nı dolaştırmış ve:
-“İşte anneciğim, şimdi artık ben buralarda oturuyorum.”
Annesi hiç sesini çıkarmadan üzgün halde başını sallamış:
-“Vah vah oğluma...”
Brejnev içinden: “Annem burayı beğenmedi” deyip, alıp onu dağ evine götürmüş.
Bir dağın tepesinde karlar içinde nefis bir saray yavrusu...
-“Bak anne burası da benim...”
Yaşlı kadın yine içini çekerek:
-“Vah vah oğluma...” demiş.
Brejnev annesinin bu haline bir anlam verememiş ve biraz bozulmuş.
Annesini alıp Karadeniz kıyısındaki yazlık köşküne götürmüş:
-“Bak anne burası da benim yazlık sarayım.”
-“Vah vah oğluma, çok acıyorum sana...”
Brejnev bu sefer iyice kızmış:
-“Ne oluyor sana anne? Benim bu halime sevineceğine üzülüp ‘vah vah’ diyorsun. Neden?”
Kadıncağız yine üzgün:
-“Ben üzülmeyeyim de, kim üzülsün oğlum... Bir gün komünistler gelirse, ne olacak senin bu halin?”

II. Dünya Savaşından sonra Churchill ailesi ve dostlarıyla birlikte bir akşam yemeğinde, ciddi bir konuyu tartışırlarken masanın ucundan bir ses yükselmiş:
-“Sorun bakalım, II. Cihan Savaşı'nın en önemli adamı kimdi?”
Herkes dönüp bunu sorana bakmış;
Bağıran Churchill'in sarhoş damadıymış.
Churchill aldırmamış.
Ama damat yakasını bırakmamış.
Sesini daha da yükseltmiş:
-“Sor, sor, cevap vermediniz, savaşın en önemli adamı kimdi?”
Churchill, yine aldırmayınca, sarhoş damat ayağa kalkmış:
-“Duyuyor musunuz, size soruyorum, savaşın en önemli adamı kimdi, diyorum.”
Churchill, gayet sakin, purosundan bir nefes çekmiş:
-“Mussolini’ydi!”
Herkes şaşırmış bu cevaba...
Yakın dostlarından biri Churchill'in kulağına eğilmiş: “Niçin acaba?” diye sormuş.
Churchill gülmüş:
-“Damadım astırdı da!”

Her zamanki zam fırtınalarının birinden sonra, Devlet Başkanı, yanına Başbakanım alıp akıl hastanesine gitmiş.
Hastaneye girmişler...
Delilerin olduğu koğuşları dolaşırken korkunç bir alkış patlamış.
Herkes Devlet Başkanı'nı ve Başbakan'ı çılgınca alkışlıyormuş, sadece bir kişi, hiç kımıldamadan durup onları izliyormuş.
Devlet Başkanı adamın önünden geçerken, durmuş ve sormuş.
-“Dikkat ettim, bir tek sen beni alkışlamadın. Niçin?”
Adam:
-“Efendim, ben deli değilim, gardiyanım.”