Gençliğimde yaz aylarında oldukça fazla vaktim olduğunda kitap okurdum.


Gençliğimde yaz aylarında oldukça fazla vaktim olduğunda kitap okurdum.
Genelde Aziz Nesin, Agatha Christie, Muzaffer İzgü oldukça fazla ilgimi çekerdi.
.
Bunların yanında bir çok hikaye kitabı okur, Refik Halit Karay’ın “Memleket Hikâyeleri” adlı eserini de ayrı bir yere koyardım.
.
Gönlümde hep “Memleketi gezerek dinlediğim insanların hikâyelerini yazmak” vardı.
Nitekim o yıllarda elime aldığım boş bir deftere hikâyeler yazmakla başlamıştım aslında.
Ama sonra buna imkân bulamadım ve projem yarım kaldı. (Bilgisayar yoktu tabi)
.
Günlük köşe yazıları yazmaya başladığımdan bu yana hikâye türünde birçok yazı yazmadım değil.
.
Elbette tadı başka oluyor ve siz okuyucularım tarafından oldukça beğeni alıyorum.
.
Ancak işin içine siyasi, ekonomik, sosyal konular da girince sürekli aynı tatta yazı yazmak kolay olmuyor.
.
Bu işin konsantrasyonu oldukça değişik.
.
Nihayetinde pazar günleri ve cumartesi günleri ciddi yazıları bir kenara koyarak daha “Geyik türü” dediğimiz sohbet havasında geçen yazıları yazmaya başladım.
.
Bunlar beni de, (aldığım yorumlara göre) sizleri de rahatlatıyordu.
.
Böyle bir ortamda ve düşüncede yine bir pazar yazısı ile güne başlıyorum.
.
Sizlere bizim oraların hikâyesi anlatayım.
Neresi mi?
Dardanos canım.
.
Son günlerde eline kamışını alan bizim sokak insanı, vuruyor kendisini deniz kenarına.
Çoluk, çocuk herkes orada.
Çaylar, çekirdekler gırla gidiyor.
Saat 20.00’den sonra başlayan cümbüş, gece geç saatlere kadar sürüyor.
.
Son bir buçuk aydır süren bu balık tutma etkinliğinde, toplasak 1 kilo doğru dürüst yenecek balık tutulmamıştır ayrı tabi.
.
İşin muhabbeti güzel.
.
İçimizdeki birinin, arkamızdan geçenlere duyurmak istercesine “Amma çok balık tuttuk” demesiyle, mahalle sakinlerinin haricinde civar sokaklardan gelenler de hücum etmeye başladı.
.
Uzun bir müddet oltalarına bırakın balığı, yosun bile vurmayınca apar topar ortadan kaybolmalarına hep beraber gülüp, geçiyoruz tabi.
.
Rahmetli Levent Kırca’nın dediği gibi:
“İşimiz muhabbet,
Efkârı yok bunun…”
.
Cumartesi günü ay göğe yükselince bir tartışma başladı:
“Ay karanlığında mı balık olur?
Yoksa Ay ortaya çıkınca mı?”
.
Millet ikiye bölündü.
.
Kimisi “Ay olursa yakamoz yapar olta görünür” diyor,
Kimisi,
“Ay olmazsa balık misinayı görmez daha iyi olur” diyor.
.
Tartışmalar doruk noktasına vardı.
.
Bir tanesi “Balıkçılar Ay’ın batmasını bekler, öylelikle ava çıkar” dedi.
Diğeri “Ay olursa balıkçılar aç mı kalır?” dedi.
.
Bir tanesi “Oltacılar ay olmazsa balığa çıkmaz” derken,
Diğeri,
“Olmaz öyle, ay olacak ki balık yemi görsün” dedi.
.
Başka biri;
“Ay karanlığında olta nah böyle parmak gibi görünür, ay olursa yakamozdan balık misinayı göremez ve yeme saldırır” dedi.
.
Peki sonuç?
Bir sonuca varamadık tabi…
.
“Biz her iki durumda da balık tuttuk.
Nasıl olacak bu?” diye sorsak ta, pek tatmin edici yanıt alamadık.
.
Ben pek balıktan anlamam.
Ancak anlayanların da fazlaca anladığını sanmıyorum.
.
Baksanıza “Ay” ile ilgili tartışma sonuca varmadı.
İçinizde “Ben bu işi iyi bilirim, aslı şöyledir” diyeniniz varsa bana e-mail atın, yayınlayayım.
Herkes öğrensin.
.
Bu arada ben İnternete girdim ve bazı yorumları aldım.
Bakın ne yazmışlar:
“Olta balıkçılığı açısından balık en iyi ayın, ‘yarım aya kadar olan döneminde’ olur. Dolunay’a doğru ise balıklar misinayı fark etmeye başlar. Bir de iyice ufak balıklarda hareketlenir ve yeme rahat vermez. Ay olmalı ama çok parlakta olmamalı. Bu benim tecrübelerime dayanarak yazdığım bir şey. Yani yanlış olma olasılığı da vardır. Ama en azından benim açımdan doğrudur.”
.
“Ayın olduğu gecelerde balık olmaz (Oltacılık açısından), hatta zargana bile toplanmaz ki çok süreler denedik. Zargana ayın suya vuran görüntüsüne kapılıp sürüler dağınık halde hareket etmeye başlar. Yemli lüfer bile olmaz. Olta suyun içerisinde şerit şeklinde gözükür. Lüks yakmak, bu görüntüyü kesmek içindir. Ağcılar için durum, ayın olduğu geceler pek farklı değildir. Tabi torik yakamozda çakmadığı sürece…”
.
Bunlar da farklı düşünceler.
.
Top sizde.
“Balıkçıyım” diyen, fikrini söylesin…

Bir tane balıkçı fıkrası yazmadan olmaz:
.
Temel deniz kenarında balık tutuyormuş.
Oltasını atmış, beklemiş ve kocaman bir balık çekmiş...
Balığı almış eline, nazikçe çıkarmış iğneyi balığın ağzından, şöyle bir balığa iyice bakmış ve denize atmış.
Ondan başka kimse balık yakalayamıyormuş. Temel, tekrar oltasını atmış daha kocaman bir balık, tekrar balığın ağzından iğneyi nazikçe çıkarmış ve balığa şöyle bir etraflıca bakmış ve tekrar denize atmış.
Her seferinde daha kocaman balıklar yakalamış yine etraflıca baktıktan sonra balıkları denize.
Yanında balık tutanlar artık dayanamamışlar ve Temel’in yanına gelmişler:
-“Amcacığım ne yapıyorsun sen, demişler.
Biz saatlerdir buradayız tek bir balık bile yakalayamadık. Sen ise kocaman kocaman balıkları denize atıyorsun.”
Temel, dönmüş kalabalığa ve şöyle demiş;
-“Çünkü benim tavam küçük.”
.
Hepinize iyi pazarlar…