30 Ağustos sonrası Cumhuriyet…

30 Ağustos sonrası Cumhuriyet…
“Belki kıymetini bilmeyenler vardır” diye “Anekdotlarla hatırlatayım” dedim.

Atatürk Mudanya yolu ile Bursa’ya gidiyordu. Kalabalık bir halk kitlesi, iskelede etrafını çevirmişti.
Bir kadının, elinde bir kâğıtla Atatürk'e yaklaştığı görüldü.
İhtiyar, zayıf bir kadındı.
Ata’nın yolunu keserek titrek bir sesle:
“Beni tanıdın mı oğul? Ben sizin Selanik’te komşunuzdum. Bir oğlum var; Devlet Demir Yolları’na girmek istiyor. Siz O’nu alsınlar dediniz. Fakat müdür dinlemedi. Oğlumu yine işe almamış. Ne olur bir kere de siz söyleseniz.”
Atatürk'ün çelik bakışlı gözleri samimiyetle parladı.
Elleriyle geniş jestler yaparak ve yüksek sesle:
“Oğlunu almadılar mı?” dedi. “Ben tavsiye ettiğim halde mi almadılar? Ne kadar iyi olmuş. Çok iyi yapmışlar. İşte Cumhuriyet böyle anlaşılacak...”
Kadın kalabalığın içinde kaybolmuştu ve Atatürk adeta coşku dolu bir sesle:
“İşte Cumhuriyet'ten beklediğimiz netice.” diyordu.
.
Paşam senden özür diliyoruz. Şimdilerde ortalık torpilden geçilmiyor…
 
***
1935 senesindeydi.
Atatürk’ün Çanakkale’ye geleceği rivayetleri dolaşıyordu.
O zamanlar dünyanın bazı yerlerinde olduğu gibi, memleketimizin de bazı bölgelerinde Yahudiler aleyhinde bir hareket ve ayaklanma baş göstermişti.
Bu hal karşısında bütün Museviler mallarını, mülklerini satarak yolculuğa hazırlanıyorlardı.
Bunlar, o zaman rivayet olunduğuna göre Filistin’e gitmek istiyorlardı.
İşte bu sıralarda “Atatürk Çanakkale’ye geliyor” dediler.
Çok sevindim.
Çünkü Atatürk'ü hiç görmemiştim.
Heyecanla Atatürk’ün geleceği Balıkesir Caddesi’ne dikildim.
Bu esnada yanımda bulunan birkaç Yahudi’nin fısıltı ile pek hararetli olarak konuştuklarını gördüm.
Alakadar olmaya vakit kalmadan karşıdan birkaç otomobil göründü. “Atatürk geliyor!” sözü yeniden ağızdan ağza dolaştı.
Halkın “yaşa, varol!” nidaları arasında Atatürk otomobilinden indi.
Alkışlar devam ediyor, o da halkın arasında ilerliyordu.
Garip bir tesadüf ve talih eseri olarak Atatürk bizim önümüze gelince hafif bir duraklama yaptı.
Halka bakıyor ve kalabalığı selamlıyordu.
Tam bu esnada yanımda bulunan ve biraz evvel fısıltı halinde, fakat hareketli konuşan Yahudilerden biri, ileriye doğru yürüdü ve Ata’nın önüne atıldı.
Muhafızlar mani olmak istedi. Atatürk:
“Bırakın gelsin!” dedi.
Bu Musevi vatandaş, Atatürk’ün önünde ellerini açtı, omuzlarını yukarıya kaldırarak:
“Paşam bizi kovuyorlar. Biz ne yapacağız?” dedi.
Atatürk bu şekilde önüne atılan bu adamın ne demek istediğini ve kim olduğunu derhal anlamıştı.
Buna rağmen sordu:
“Sen kimsin?”
“Ben paşam, Çanakkale Musevileri'nden Avram Palto.”
“Sizi kim kovuyor? Hükumet mi? Kanun mu? Polis mi? Jandarma mı? Bana söyle?” dedi.
Bu Musevi vatandaş durakladı, şaşaladı.
Biraz sonra kendini toparlayarak cevap verdi:
“Hayır paşam, halk kovuyor.”
Atatürk, bu adamın yüzüne dikkatle baktı, gülümsedi ve:
“Halk isterse beni de kovar” dedi ve yürüdü.
.
İsteyenler var Paşam, isteyenler var… Ama cesaret edemiyorlar…
 
***
Hacı Anesti (Yunan Orduları Başkomutanı), 1922 yılı baharında tüm hazırlıklarını tamamlamıştı. Arkasından hiç eksik etmediği yabancı gazeteciler, fotoğrafçılar, Papazlar ve diğer sık sık davet ettiği kişilerle cepheyi geziyor, mağrur, küstah konuşmalar yapıyordu. Son taarruzdan evvel, yine böyle bir kalabalıkla cepheyi gezmiş, mevzileri görerek İzmir'e dönmüştü.
İzmir Başpiskoposu Hristotomos, yunan Başkomutanı için büyük bir karşılama töreni hazırlamış, dini ayinler düzenlemişti.
Şölenin sonunda “Reuster Ajansı” muhabiri, Yunan Başkomutanına:
“Cepheyi gezdiniz. Mustafa Kemal'i gördünüz mü?”
Soru herhalde önceden düzenlenmişti.
Mağrur Yunan Başkomutanı Hacı Anesti, hayret eder gibi bir davranışla döner ve soruya bir başka sual ile cevap verir:
“Ne? Mustafa Kemal mi? Kim bu adam? Böyle bir komutan tanımıyorum.”
Mustafa Kemal bu palikarya ruhunun düzeyinde olan terbiyesizliği evvelden duymuştu.
Fakat vereceği cevabı, günü gününe zamana bırakıyordu.
İşte o zaman; 9 Eylül 1922’de gelmişti.
Son Yunan kırıntıları İzmir Körfezi'nin sularına gömülmüştü.
Yirminci Yüzyılın en büyük zaferinin mimarı olan, Türk Başkomutanı Mustafa Kemal Paşa, 10 Eylül 1922 günü kendi çevresinde yer alan “Reuster Ajansı” nın aynı muhabirine, kendisine pek yakışan bir zarif gülümseme ile sordu:
“İki haftadır cephedeyim. Her tarafta Hacı Anesti'yi arıyorum. Gördünüz mü?”
.
Sevgili Paşam görmedik ama bu ülkede “Keşke Yunan galip gelseydi” diyenleri gördük ne yazık ki…