İstanbul Sözleşmesini 2014 yılında yürürlüğe koyan ama uygulamayan iktidar, sözleşmeden çekilmenin hesaplarını yapıyor.

İstanbul Sözleşmesini 2014 yılında yürürlüğe koyan ama uygulamayan iktidar, sözleşmeden çekilmenin hesaplarını yapıyor.
Avrupa Konseyi 1990'lardan beri şiddete karşı kadının korunması için bir dizi girişimlerde bulunuyor. Özellikle, bu girişimler 2002 yılında Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi'nin üye devletlere kadınların şiddete karşı korunması ve bir Avrupa'nın işleyişi hakkında Tavsiye Kararı kabul edilmiştir.
2006-2008 yılları arasında aile içi şiddet de dahil olmak üzere kadına yönelik şiddetle mücadele kampanyası başlatılmış, ayrıca Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi kadına yönelik her türlü şiddete karşı sağlam bir politik duruş benimsemiştir.
Cinsiyete dayalı şiddetin en şiddetli ve yaygın biçimlerinin önlenmesi, kadının korunması konusunda yasal olarak bağlayıcı standartlar gerektiren bir dizi karar ve öneriyi kabul etmiştir.
Kampanya sonucu kadın ve aile içi şiddete karşı şiddete ulusal tepkiler büyük değişim göstermiştir.
Avrupa Konseyi, kadına yönelik şiddeti ve aile içi şiddeti önlemek ve bunlarla mücadele etmek için kapsamlı standartlar koymanın gerekli olduğuna karar vermiştir. 2008 yılı Aralık ayında, Bakanlar Komitesi, bu alanda bir taslak sözleşme hazırlamakla görevlendirilmiş bir uzman grubu kurmuştur.
Sözleşmenin hazırlanmasının sonraki aşamasında İngiltere, İtalya ve Rusya Sözleşme'nin öngördüğü koşulları sınırlamak için çeşitli değişiklikler önermiştir.
Sözleşme, Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi tarafından 7 Nisan 2011 tarihinde kabul edilmiş, 11 Mayıs 2011 tarihinde İstanbul'da Bakanlar Komitesi'nin 121. Oturumunda imzaya açılmıştır. Aralık 2015 itibariyle, sözleşme 39 ülke tarafından imzalanmıştır. Türkiye ilk imzalayan ülkelerden olmuştur. Bulgaristan Anayasa Mahkemesi sözleşmeyi iptal etmiştir. Slovakya ve Polonya sözleşmeden çıkma sürecine girmişlerdir.
İstanbul Sözleşmesi, “kadına yönelik şiddetle mücadele için kapsamlı bir yasal çerçeve ve yaklaşım yaratan” ilk yasal bağlayıcılığı olan araçtır ve aile içi şiddeti önlemeye, mağdurları korumaya ve suçluları yargılamaya odaklanmıştır. İktidarın iddia ettiği gibi şiddeti özendiren bir tarafı yoktur.
Ülkelerin şiddeti önlerken, mağdurları korurken ve failler hakkında kovuşturma yürütürken gereken özeni göstermeleri gerekiyor.
İçerisinde örf ve adetlere aykırı bazı maddeler bulunsa da uygulamayı yürütme organına bırakan bir sözleşmedir. Bununla birlikte, hemen herkesin insan olarak kabul edilmesi insan hakları temelinde bir zorunluluktur.
Netice itibariyle, sözleşmenin cinsiyet eşitliği başta olmak üzere kadını koruyan ve kollayan maddeleri uygulanmalıdır. Kadının korunduğu yerde, kadın cinayetlerinin artmasını sözleşmeye bağlamak abesle iştigaldir.
Son yıllarda artan kadın cinayetleri ve tacizleri hükümet sorunudur. Kadını güçlendiren yasalar, kadına dayağı hiçbir zaman özendirmez. Bozulan ekonomik koşullar, geçim sıkıntıları ne yazık ki kadın cinayetleri kadar, hırsızlık ve benzeri suçları da artırmaktadır.
Boşanmaların artması, kadının korunması ve güçlendirilmesinden kaynaklanabilir. Bunda da herhangi bir sakınca yoktur.
Sözleşmeden çekilmek için öne sürülen maddeler de devede kulaktır. Esas olan iktidar sahiplerinin kadına bakış açısıdır.