Sabah sabah patron aradı. “Hayırdır” diye açtım telefonu, zira bu saatte hiç aramaz önemli bir şey olmadıkça.

“Alo! Buyur patronum”

“Rüstem evladım, akşam için particiler gelecekmiş bir konuşma yapmak istiyorlarmış. Kahveyi süslemeleri gerekiyormuş. Yardımcı oluver” dedi.

“Tamam patron, sen hiç merak etme, ben elimden geleni yaparım…”

.

Şu seçimler de illallah etti artık, bitse de kurtulsak.

Sokaklar, bahçeler, pazarlar hep bunlarla dolu.

Ellerinde broşürlerle insan tavlayacaklarını sanıyorlar.

Yahu millet sizden hizmet, proje bekliyor.

Öylesine atıp-tutmakla olmuyor.

.

Geçen seçimde bizim mahalle muhtarı “Havuz yaptıracağım” diye oy aldı bizden, gitti muhtarlığın bahçesine 1 metrekare çiçek havuzu yaptırdı.

İçine de balık attılar, al sana havuz.

Hoş balık 3 gün sonra öldü o başka.

Biz de havuzda yüzeceğiz filan diye sevinmiştik.

Sorduk muhtara; “Nasıl havuz bu?” diye cevabı manidardı;

“Paramız buna yetti…”

Şimdilerde içinde su bile yok, öylece duruyor.

.

Öğleye doğru geldi 3 kişi, “Rüstem sen misin?” dediler.

“Evet buyurun, hayırdır?”

“Biz HKH Partisinden geliyoruz, kahve sahibi ile konuşulmuş burayı süsleyeceğiz. Akşama sohbet var” dediler.

Bu partiyi hiç duymamıştım.

Zaten pek anlamam parti işlerinden.

Patron nereye at derse oraya basarım mühürü.

“Ha tamam gardaşlar, haberim var patron haber verdi. Geçin şöyle önce siz çay-kahve vereyim sonra nereye nasıl asacağımıza bakarız” dedim ve oturttum bir kenara.

.

Bunlar çaylarını, kahvelerini içtikten sonra;

“Rüstem gardaş biz başlayalım işe, daha birçok yere daha uğrayacağız” dediler.

“Tamam” dedim ve o duvara bir tane, camın üzerine bir tane ve bir tane de giriş olmak üzere 3 yere bez afiş astılar.

Afişin birinde, “Zaman gelecek, her şey bitecek!” yazıyordu.

Diğerinde; “Gelecek herkese yetecek!”

Giriştekinde ise; “Olmadı baştan!” yazıyordu.

Aklım karışmadı değil.

Neydi bunlar?

Ne ifade ediyordu anlamadım.

.

Çaya, kahveye teşekkür edip gittiler.

Ogün akşama kadar gelen herkes sordu; “Bunlar ne demek, ne ifade ediyor?” diye.

Ulan ben nereden bileyim.

Ben garip bir çulsuzum, anlamam siyasetten filan.

.

Müftülükten emekli Ömer ağabey yaptı ilk yorumu;

“Hey millet! Bu ‘Zaman gelecek, her şey bitecek!’  demek, ahiret demek.

Allah-ü Teâla bize bu dünyayı geçici olarak verdi, her şey bitince ahirette buluşacağız demek istemişler. Tahminim bu muhafazakâr bir partinin seçim propagandası.”

.

“Yok be Ömerciğim” diye söz girdi tapudan emekli Galip amca, bu “‘Gelecek herkese yetecek!’ sloganını ben pek iyi bilirim, benim torun da kullanıyor. Bunlar Doğa işleri ile uğraşanların işi. Onların partisidir muhakkak.”

.

Maliye çalışanı Emre ise girişteki afişe yorum yaptı; “‘Olmadı baştan!’ sloganı Yeniden Doğuşçuların sloganıdır. Reenkarnasyona inananların işi bu” diyerek noktayı koydu.

.

“Yahu tamam anladım da bunların ortak sohbeti mi olacak? 3 tane ayrı yorum yaptınız ama tek bir parti gelecekmiş?”

.

“O konuda bir şey diyemeyiz” diyerek çekildiler kenara.

.

Bizim afişler akşama kadar durdu.

Kapının önündeki afiş rüzgârdan sallandı durdu “Olmadı baştan!” diyerek.

.

Akşama doğru kahveye iki adam geldi.

Ellerinde telsizler filan.

“Buyurun kime baktınız?” dedim.

“Kahvenin sorumlusu sen misin?” diye sordular, “Evet” dedim.

“Biz emniyetten geliyoruz. Bu afişleri kim astı böyle?” diye sertçe sordular.

.

O an anlamıştım işlerin yolunda gitmediğini ve başımıza iş açtığımızı.

“Vallahi efendim beni patron aradı ve ‘akşama bir partinin sohbet için geleceğini, kahveyi de süslemeye geleceklerini’ söyledi. Onlara yardımcı olmamı emretti.”

.

Adamlar birbirlerine baktılar ve “Yine aynı şey gördün mü?” dediler ve bana dönerek;

“İsim neydi?

“Rüstem!”

“Rüstem kardeşim bu afişleri hemen indiriyoruz ve afişlerle beraber seni de alıp emniyete gidiyoruz. Patronunun telefonunu ver, onu da çağıralım…”

.

Kahveyi Emre’ye emanet edip, gittim adamlarla.

Gecenin bir yarılarına kadar ifade verdik.

Meğer bu “Halkın Kurtuluşu Hareketi” adlı bir örgütün işiymiş.

“Partiyiz” diyerek kahvelerde propaganda yapıyorlarmış, bu afişlerdekiler de sloganlarıymış.

Ne bilelim biz.

Dünyadan haberimiz mi var?

.

Neyse ki durum anlaşıldı.

Bizim patronun yakın arkadaşı ayarlamış işi.

Patron da sorgusuz, sualsiz kabul etmiş.

Nihayetinde bizi serbest bıraktılar ama “Mahkemeye çağırırız” dediler.

.

Velhasıl “Örgüte yardım ve yataklık etmekten” başımız belaya girdi mi, girmedi mi bilemiyoruz.

Mahkemede belli olacak artık…

 

BİNA ÖLDÜRÜRSE?

Deprem gerçeği karşısında bizi yöneten genel ve yerel idareciler sürekli olarak bizleri depremden korumak adı altında projeler üretir, dururlar.

.

Zemin iyileştirmelerinden tutun da, bina yenilemelerine kadar projelerle karşımıza gelirler.

Ancak uygulama noktasında elde sıfır olduğunu görürüz.

Bir depremle karşı karşıya geldiğimizde de binlerce can kaybını yaşarız.

.

“Deprem öldürmez” sloganı doğrudur, alınmayan önlemler öldürür kısmı bunun gerçeğidir.

.

Bizleri öldüren bina ise akla şu soru geliyor.

“Biz neden hep dikey şehirleşme peşindeyiz de, yatay şehirleşmeye gitmeyiz?”

.

Aklı olan insanın yapacağı tek şey budur.

Yayılmak.

.

Sosyal medyada rastladığım bir teori akla mantığa uygun geldi.

.

Diyor ki;

“Diyelim ki tüm arsa satışlarını yasakladık ve tüm arsaları devlet kontrolünde bıraktık ve hâlihazırda var olan tüm binaları yıktık.”

.

“Yerine de 250 metrekarelik, müstakil, prefabrik ev ve 50 metrekarelik de bahçe alanı yaptık. Yani herkese eşit şekilde 300 metrekarelik alan verdik.”

.

Olabilir mi?

Olabilir.

.

“Peki nasıl sığacağız?” sorusu da sorulmuş hemen ardından.

.

Elbette hesap devreye girecek.

Bu sebeple bazı veriler gerekiyor.

.

Onları da yazmışlar;

“İstanbul’da kilometrekare başına düşen insan sayısı 3049’muş.”

.

Bazı şehirlerde kilometre kare başına düşen insan sayıları;

İzmir’de 372,

Ankara’da 227,

Kocaeli’nde 549, 

Yalova’da 320,

Gaziantep’te 295’e ulaşmış durumdaymış.

.

Bu yayılma operasyonunun bazı sakıncaları da var.

Mesela.

Herkes 300 metrekarelik müstakil bir evde yaşadığında;

Yerleşim alanları iyice yayılacak,

Yeşil alanlar azalacak,

Pek çok çevre sorunu meydana gelecek.

.

Ulaşım, iletişim, elektrik, doğalgaz gibi altyapı yatırımlarının maliyetleri artacak ve bir takım problemler meydana gelecek.

.

Hesaplar yapılırken tüm Türkiye’yi tek şehir gibi düşünmüşler ve şöyle hesap yapmışlar;

Türkiye’nin karasal yüzölçümü 769.632 km².

Bunun dışında 13.930 km²’lik alanı göl, baraj gibi sular kaplamış.

.

TÜİK verilerine göre 2021 yılı itibarıyla “Ortalama hane halkı 3,23 kişi” olarak belirlenmiş.

.

Yaklaşık 84 milyon 780 bin olan nüfusumuzu 3’er kişilik gruplara ayırdığımızda sonuç 28.260.000 çıkıyor.

Bu sayı da bize “Kaç adet prefabrik eve ihtiyacımız olduğunu” gösteriyor.

.

Prefabrik evleri 300 metrekarelik alanlara yerleştirdiğimizde ise toplam 8 milyon 478 bin metrekarelik alana ihtiyacımız oluyor.

Yani kısaca; 8 bin 478 km² yapıyor.

.

Bu hesaba göre;

“Türkiye'deki tüm insanları 300 metrekarelik alanlara yaptığımız evlere yerleştirdiğimizde 8 bin 478 km²’lik alana sığabiliyoruz.”

.

Peki bu alan ne kadar?

.

“Yüzölçümü 8.650 km² olan Muş ilimizle aynı.”

.

Geriye ise 761.154 km²'lik alanımız kalıyor. Türkiye'nin büyük bir kısmı da böylelikle boş kalmış oluyor.

.

Peki maliyeti?

Hesap şöyle yapılmış;

Ülkemizde yaşayan insan nüfusunu (84 milyonu) 3 kişi yaşayacak şekilde ayırdığımızda; 28 milyon 260.000 müstakil ev inşa etmemiz gerekiyor.

.

Maliyeti daha düşük olduğu için “Prefabrik evler” tercih edilmesi normal.

.

Prefabrik evlerin tanesinin 400 bin lira olduğunu düşünürsek;

Yaklaşık toplam ülkedeki tüm evleri prefabrik, müstakil evlere dönüştürmenin maliyeti 11 trilyon 304 milyon liraya mal olacaktır.

.

Şimdi şöyle düşünmeliyiz?

8-10 katlı sağlam binalarda oturmak mı?

Sağlam prefabrik evlerde oturmak mı?