.

 
Bugün de Necdet KURT Ağabeyin hatıralarından derlemelerine devam ediyoruz. Türk kadınının daha güçlü olduğu yılları anlatıyor.
1900 yıllarının başları. Bundan elli yıl evveline kadar da devam etmiştir. 1915 Çanakkale savaşlarına kadar Küçüksu ve Göksu dereleri sandal sefalarının yapıldığı yerler. Bayanlar öyle estetik örtünüyorlar ki. Sadece gözleri görünüyor ama hiçbir dini veya siyasi simgesi yok örtülerinin. Yalnız gözler meydanda. O devrin bestekârları da o zamanlar yalnız gözler üzerine beste yapabiliyorlar. Mesela “adalardan bir yar gelir bizlere aman Allah gözlere bak gözlere”, “siyah bir göz beni attı bu derin sevdaya”, “beni ateşlere salan o kapkara siyah gözler”, Tamburi Mustafa Çavuş’un şehnaz makamında “küçük suda gördüm seni gözlerinden bildim seni” gibi şarkılar hep gözlere hitap ediyor.
Bundan tam yetmiş iki sene evvel o devrin özetini tam olarak yansıtan bir film seyretmiştim. Evlenme namzedi bir bayan ile bir bey, söğüt ağaçlarının gölgelediği Göksu deresinde ayrı sandallar içerisinde karşılaşıyorlar. Göz göze geldiklerinde bayan hemen memnuniyetini belirtir şekilde birkaç saniye yaşmağını açıp kapıyor. Delikanlı hemen;
“O güzel veçhine sarılan yaşmağı ben olsam ey goncayı handa/Bir afet ki gözlerin perişan eder alemi” ile başlayan bir gazel okumaya başlıyor. Bayan hemen sandalcısına bir işaret edip ve yaşmağını da tamamen açıp boynuna dolayıp yüzü tamamen açık bir şekilde delikanlının peşine takılıyor ve bu defa bayan çok güzel sesiyle başlıyor gazel okumaya;
“Gidelim bahçeye güller bizi şad olsun/Bülbüllerin nağmesine aşık olan goncalar açsın/Gül olsun buselerin aşkımızın vuslatına/Mehtabı saran hare gibi kolların sarsın beni”
O devirde kadınlar çok daha serbest daha baskın olarak erkeklere laf atıyorlar.
Türk sanat müziğinin şaheserlerinden olan gazel taş plaklardan devrin en büyük hafızları tarafından kadınları mest edici şekilde okunuyordu. O zamanlar ses kuvvetlendirici, güzelleştirici, hoparlör ve benzeri aletler yoktu. Yalnız çıplak sesle yayın yapılıyordu.
Şuan maalesef gazel okuyan çok az sanatkâr kalmış olup en son 1963 yıllarında teyp makinesi ve kasetler yeni çıkmaya başladığında Fahriye Caner tarafından tam gazel formu olarak;
Mihneti dünya ile dilfun olan bir ben miyim/
Tiri aşk ile sinesi mecnun olan bir ben miyim/
Gamlı gamsız cümle alem eğliyor zevk-ü sefa
Herkesin gönlü gülüp eğleniyor mahsun olan bir ben miyim.
Okunan gazel hala hafızalarda mevcuttur. Eski devrin son temsilcilerinden Bigalı Hafız Mehmet (İstanbul Yeni Cami Baş İmamlarından) eski makamların son temsilcisi olarak gösterilmektedir. Mesela Bigalı Hafız Mehmet:
Müptelayı dert olup tabip tabip buldun mu sen/
Daima ağlar gezersin hiç gülen oldun mu sen/
Bahtım, meflatım olsa istemem gelmez bana/
Ey benim deli divane gönlüm haddini bildin mi sen” gazeliyle meşhur olmuştur.
Yine son derece yakışıklı, karakaşlı kara gözlü Şadan ADANA’lıyı hatırlamamak çok büyük hata olur. O’nun;
Bu dünyanın dört bucağı köhne bir meyhanedir/
Ecel bade felek saki ömrümüz peymanedir/
Doğarken ağlayıp doğduk gülenler hep deli divanedir/
Giden gelmez gelen bilmez bu dünya bir misafirhanedir” şarkısı dillerden düşmemiştir.
Bu şarkılar, bir zamanlar yazlık sinemaların başlama saatinden önce caddeleri çınlatan ve bıkılmadan her akşam dinlenen nağmelerdi.