Kahvenin yaşlılarından Hüsamettin Amca dört gündür ortalarda yok. Yoksa sabah sabah gelir kahvesini içer, yaşlılar sofrasında sohbetini ederdi.

İki ayağı çukurda olsa illa gelirdi.

.

Yaşlılar sofrasında katılanlardan hiç birinin de haberi yok.

“Hüsamettin bizim eve ters tarafta o sebeple haberim yok” diyen de oldu, “Kesin Malatya’ya oğluna gitmiştir” diyen de oldu.

“Yok yok, şimdi okullarda 15 tatil başladı ya, o kesin kızına gitmiştir. Çünkü kızı da öğretmen tatile gidecektir, çocuklara bakmaya gitmiştir yengeyle beraber” diye sebep bulan da vardı.

.

Ama işin başka tarafı varmış meğer.

Haberi Kemalettin amca getirdi;

“Duydunuz mu? Bizim Hüsamettin’i hastaneye yatırmışlar.”

“Hayırdır, ne olmuş ki?” sorularına cevap verdi;

“Hemoroiti azmış, hastaneye yatırmışlar, galiba ameliyat olacakmış…”

.

Herkeste bir telaş başladı;

“Ziyarete gidelim”, “Çiçek alalım”, “Kolonya daha iyi” sözleriyle şöyle bir ayaklandık.

Kemalettin Amca sakinleştirdi bizi;

“Oldu gözlerim doldu… Bari zeytinyağlı dolma yaptırsaydık” diye dalga geçer gibi konuşunca, kulakları pek ağır işiten Seyfi Amca pek anlamadı dalga geçildiğini atladı ortaya, “Ben hanıma yaptırırım. Çok güzel zeytinyağlı dolma yapar” demesin mi?

.

Sonunda ertesi günü bir heyet ile hastaneye ziyarete gitmeye karar verdik.

Saat 12.00’de kahvede buluşulacaktık.

Çiçekçiye sipariş ettiğimiz çiçekler kahveye gelecekti.

Hasta ziyaret saati olan 13.00’e doğru kahveden Taksici Ziya’nın arabası ile hareket ederek hastaneye gidecektik.

.

Nitekim hiçbir aksaklık olmadan planladığımız gibi yürüdü işler ve biz saat 12.45’te hastane kapısına dayandık.

.

Biraz bekledikten sonra açıldı kapılar.

Daldık içeri.

.

Kemalettin Amca, “Genel Cerrahi servisine gideceğiz” dedi.

Tabelalara bakarak 1. Katta olduğunu öğrendik.

Hemşirelere sora sora bulduk servisi.

Hangi odada olduğunu sorduk.

Danışmadaki çalışan kadın önündeki monitöre baktı, baktı, baktı ve “Hüsamettin Kaçar adında biri yok!” dedi.

“Yahu nasıl olur? Hemoroit hastası, bugün ameliyat olacakmış hatta…”

Danışmada görevli kadın ısrarla bu isimde birinin hastaneye yatmadığını söyleyince gözlerimiz Kemalettin Amcaya döndü tabi.

.

“Durun ben hallederim” dedi. Cebinden çıkardığı telefon ile birini aradı, uzun uzun konuştu ve kapadı.

“Gelin benimle” dedi ve dış kapıya doğru yürüdü.

“Ne oldu Kemalettin Amca?” diye merakla sorduğumuz sorularımıza, “Takside konuşuruz” diyerek geçiştirdi.

.

Meğer Hüsamettin Amcayı üniversite hastanesine yatırmışlar, biz devlet hastanesine gittik.

Taksiye atladık, doğru üniversite hastanesine gittik.

Ama çok vakit kaybettiğimizden Hüsamettin Amcayı ameliyata almışlar bile.

Biz çiçekleri Hüsamettin Amcanın kızına ve eşine verdik, “Geçmiş olsun” diyerek kendisini göremeden döndük geriye.

.

Kahveye gelip oturuldu.

Çaylar içildi ve bu işin sorumlusu arandı.

İş döndü dolaştı olayla alakası olmayan taksici Ziya’nın başına patladı.

“Neden bizi devlet hastanesine götürdü?” diye.

.

Ziya Allah’tan kahvede yoktu, çocuk işe gitmişti.

Arkasından attılar, tuttular ve sonunda Hüsamettin Amcayı hastane çıkışı evinde ziyaret etmeye karar verdiler.

Olay kapandı…

 

BİRİLERİ İÇİN BAŞKALARIZ

Bugün cumartesi olduğundan fazlaca siyasete dalmak istemedim.

Daha çok hoşunuza gidecek konulara yoğunlaştım.

.

Sosyal medyada bulduğum güzel metinleri sizler için aldım ve yayınlıyorum.

.

İşte bunlardan biri;

Sosyal bir deneyim için serseri gibi giyinen ve 2014 yılında New York'ta çekilen “The Invisibles” filminin çekimleri sırasında “Richard Gere”, büyük duygusal etki yaratan inanılmaz anlar yaşadı.

.

Bunu kendisi söylüyor...

“Evet, serseri gibi giyinip sokaklardaydım ama kimse beni fark etmedi.

Ben bir serseriydim, görünmez biriydim.

Bana tiksintiyle bakan insanların yanından geçen herhangi bir evsiz gibi hissettim.

Sadece bir bayan bana karşı çok nazikti ve bana yemek verdi ve bu benim için harikaydı.

Çoğu zaman sahip olduklarımızın kıymetini nasıl anlayacağımızı ve ne kadar şanslı olduğumuzu bilmiyoruz. Bizden daha az şanslı olan birine yardım edelim, bunu hep birlikte yapalım.

Bu yüzden deneyimimi tamamladıktan sonra şehre indim, yiyecek dağıttım ve tanıştığım her evsizlere 100 dolar verdim.

Onlarla konuştum, onları dinledim.

Minnettarlıkla ağladılar.

Cömert ve şefkatli olun.

Toplumda görmek istediğiniz değişimin kendisi olun.

Kim yapabiliyorsa başkalarına yardım etsin, çünkü hepimiz birileri için başkalarıyız...”

Richard Gere, aktör,74 yaşında…

 

BENDEN KORK!

Cezayirli Müslüman bir kadın şair yazmış.

Yine sosyal medyadan aldım.

.

Bacaklarımı açmak depremlere,

Saçlarımı açmak fırtınalara ve

Rüzgârlara sebep oluyorsa...

Gerdanımdan küçük bir görüntü denizlerin yükselmesine,

Sesim toprağın kaymasına sebep oluyorsa,

Sütlü koca göğüslerimin görünümü kıtlığa ve sefalete neden oluyorsa,

Kollarımın açıklığı iklimi ısıtıyorsa...

Gülüşüm kâinatın dengesini bozup, istikrarsızlık yaratıp tüm ahlaksız içgüdüleri uyandırıyorsa...

Tüm doğal felaketlerin ardında ben varsam,

O halde benden kork!

Çünkü İlahi güç ben,

Mutsuz ve ölümlü olan sensin!

.

Taous Ait Mesghat

Cezayir

Berberi toplumuna mensup Kadın Şair

 

AL SANA KAYA

Nasrettin hoca eşeğine verdiği “Samana zam gelince” buna bir çare arar, “Ne etsem ne eylesem?” diye düşünürken eşeğine günde bir balya saman yerine, yarım balya saman vermeye karar verir.

Böylece masraflarını düşürecektir.

.

Biraz zaman geçer, bakar ki eşekte bir değişiklik yok, aynı şekilde çalışmaya devam ediyor…

.

Hoca biraz daha hesap kitap yapar ve eşeğe yedirdiği yarım balyayı da yarıya indirir.

Bakar eşek yine bir şey yokmuş gibi çalışmaya devam ediyor.

Eşek bildiği eşek, çıt çıkarmıyor.

.

Ertesi günlerde de verdiğinin yarısını verir, eşek çalışmaya devam eder.

.

Hoca, hesaba kitaba oturduğunda “Geçmişte bu eşeğe ne kadar da masraf ediyormuşum” diye iç geçirir.

.

Derken bir sabah kalkar bakar ki eşek hakkın rahmetine kavuşmuş.

.

Hoca hüzünlenir, ölü eşeğinin başında “Tüh, biraz daha dayansaydın sana aç karnına çalışmayı da öğretecektim” der.

 

MUTLULUĞUN RESMİ

Böyle yazılar da lazım.

Huzur veren…

Yine sosyal medyadan;

.

“Televizyon yoktu...

Gazete de her zaman olmazdı.

Öyle güzel günlerdi, keyfimiz bozulmazdı hiç!

Dışarıda kar...

Ama kuzine içten içe öyle yanıyor ki,

Kuzinenin üzerinde demir maşa...

Maşanın üzerinde de ekmek dilimleri.

Aydınlık bir kış sabahı ve kızarmış ekmek kokusu...

Sucuk lükstü.

Yumurta lezzetli.

Ekmek her zaman ekmek gibi...

Bir kez olsun kümesten yumurta almamış, bir kez olsun o kızarmış ekmeğin kokusunu duymamış ve fakat alışveriş merkezlerinin restoran katlarında boğucu bir gürültü ve havasızlık içinde hamburger keyfine fit olmuş çocuklar ve gençler için ben ne kadar yaşlıyım...

Dışarıda kar...

İçeride kanaat...

İçeride huzur...

Televizyon yoktu.

Gazete de her zaman olmazdı.

Öyle güzel cahildik ki, keyfimiz bozulmazdı hiç!

Portakal kabuklarını sobanın üzerine dizer, kokusuna ram olurduk.

Kestane közlemek büsbütün bir gecenin akıllara seza mutluluğuydu.

Sonra illa ki, büyüklerin anlattığı hikâyeler, hatıralar...

Birçoğu arızalı ve tedaviye muhtaç beyinlerden çıkma dizilerin ve filmlerin açtığı hasarlar yerine, geniş ve besleyici bir masal dünyası...

Lezzet bir tarafa, kokuya da hasret kalacağımız kimin aklına gelirdi?

Ekmeklerimiz el değerek üretilirdi, sağlıklıydı, lezzetliydi ve mis gibi kokardı.

Çay da kokardı...

Domates de...

Bütün bu nefasete, küçücük bir bakkal dükkânının zenginliği yetiyordu.

Dışarıda kar,

İçeride huzur...

Mutluluğun resmini çiziyorduk...”