Biz 5 bin liraları alamadık. Sebep “Çalışıyoruz” diye.
Başka sebep “Kasada para yok.”
Baksanıza Maliye bakanımız te Amerikalara gitti para bulmak için.
.
Peki para neden yok?
Hâlbuki Cumhuriyet kazanımları olan kamuya ait tüm fabrikalar satıldı.
.
Sosyal medyada yazmışlar;
Milli Piyango’nun zarar etme ihtimali yoktu;
Satıldı…
Tekel’in zarar etme ihtimali yoktu;
Satıldı…
SEKA’nın zarar etme ihtimali yoktu;
Satıldı…
Tüpraş’ın zarar etme ihtimali yoktu;
Satıldı…
Şeker Fabrikalarının zarar etme ihtimali yoktu;
Satıldı…
Sümerbank’ın zarar etme ihtimali yoktu;
Satıldı…
.
Olsun kasaya tazecik paralar girdi ya sen ona bak!
.
Sakın kimse “Bunlarla yol, köprü, tünel filan yapıldı” demesin.
Çünkü hepsi “Yap, işlet, devret” modeli ile fahiş fiyatlara yapıldı.
.
Misal;
Bayramlarda bedava geçişi olan ve Demirel’in yaptığı Boğaziçi Köprüsü’nün yanında bu iktidarın “Yaptık” dediği 1915 Çanakkale Köprüsü paralıydı.
Adamın keyfinin kâhyası mısın?
Mal onun, can onun, keyif onun.
İster bedava geçirir, ister parayla.
.
Tamam köprü adamın ama sözleşmeye “Bayramlarda geçiş bedava olacak” diye madde bile koyamıyorsun…
.
Bir de şu efsane haline gelen,
“Şehir Hastaneleri” var.
.
Bakın şu söylenene;
“17 şehir hastanesine 25 yılda ödenecek parayla, her biri 600 yataklı 875 adet Devlet Hastanesi yapılabiliyormuş.”
.
Anladınız mı para nereye gitti?
.
Yapılan köprü ve tünellere ödenecek paraları saymıyorum bile.
.
Geçen bir haber vardı şu harcamalarla ilgili;
“Kanuna göre genellikle istihbarat ve savunma alanında kullanılan Erdoğan’ın örtülü ödenek harcaması;
Ekim ayında;
‘1 milyar 25 milyon lira’ ile rekor kırdı.
Geçen sene bu rakam;
139,7 milyon liraydı.”
.
Ondan sonra çalışan emeklilere 5 bin lira yok öyle mi?
Olmaz tabi.
.
Mesela bize 5 bin lira vermeyenlerin maaşı 70 bin liradan başlıyor.
Anlar mı bizim halimizden?
Mecliste çorbayı 20 liraya yerken, umurunda olur muyuz acaba vekillerimizin?
.
“18 milyon mülteciye para yetiştireceğiz” diye hazine gece gündüz çalışıyor, bize gelince “Yok!”
.
Mesela dün gece bir kararname imzalanmış;
“Filistin’den gelecek öğrencilerin okul ücretleri Türkiye Cumhuriyeti Devleti tarafından karşılanacakmış…”
.
Olsun, olsun.
Hep biz emekliler mi yiyeceğiz?
Biraz da başkaları nasiplensin canım…
Nasip, nasip…
AYI RÜSTEM
Bizim mahalledeki gençler bir alem.
Boşluktan ne yapacaklarını şaşırmış vaziyetteler.
Geçenlerde balığa gittiler ama ne anlarlar balıktan?
Amaç kafayı çekmek.
Bu soğukta sarhoş olup denize düşünce akılları başlarına gelmiş.
3 gün titreyerek yattılar gece, gündüz.
.
İnsan salak olmaya görsün.
Şimdiki gençler şu bilgisayar oyunlarına alıştılar küçüklükten beri.
Oyunda canından olunca, hemen can alıp oyuna devam ediyorlar ya, gerçek hayatı da öyle sanıyorlar.
“Bize bir şey olmaz” tavırlarındalar.
.
Hayatı çiftlik oyunu “Farm Ville” gibi zannediyorlar.
Masa başında ekiyor, biçiyor, sağıyorlar filan.
.
Bir damla ter akıtmadan para sahibi olunuyor aklınca.
.
Bunların anne, babalarında suç.
“Oğlum, evladım, kızım” diyerek kıyamadıkları çocukları, kazağını bile giyemiyor şimdi.
“Anne şu ayakkabımı bağlasana…” diyerek oturuyor bekliyorlar bir kenarda.
.
Neyse konumuz o değil.
.
Bizim çocuklar mahalle maçı almışlar.
Halı sahada maç yapacaklar.
Bir baktım bizim kahveye doluştular gündüz gözünde.
“Hayrola ne oluyor?” dediğimde, “Seni almaya geldik” dediler.
“N’apıcaksınız lan beni?” diye sordum, “Ağabey akşama maç var, sen kaleye geçeceksin” demesinler mi?
.
Yahu ben hayatımda top oynamamış biriyim.
Sürekli çalışmış biriyim.
“Yapamam”, “Malzemem yok” desem de bırakmadılar.
Patrondan izin almışlar, “Mahalle maçı, namus maçı” diye.
.
Anlayacağınız bu akşam başıma ne işler gelecek belli değil.
.
Akşam oldu.
Berke bana kaleci kıyafetleri getirdi. Ayakkabılar azıcık ufak geldi.
“Bunların büyüğünden yok mu?” dedim, “Ancak bunu bulabildik Rüstem ağabey” dedi Berke.
.
Neyse “Ayağıma çorap giymem olur” dedim içimden.
.
Berke ile beraber halı sahanın yolunu tuttuk.
Maçın başlamasına 10 dakika var, daha bizimkilerden eser yok.
Baştan dedim ya, “Bu gençlerde sorumluluk yok” diye.
.
Neyse zor zahmet giydim kıyafetleri.
Çünkü bana tayt gibi oldu.
Kaleci kazağımın arkasında “Salih” yazıyordu.
“Kim ulan bu Salih?” diye sordum Berke’ye.
“O bizim mahallenin kalecisi, bu akşam nişanı var, o sebeple gelemedi zaten” dedi.
.
Bizimkiler nihayet son dakikada geldiler.
Adamlar sahaya çıkmış bizi bekliyorlar.
Apar topar daha konuşamadan çıktık sahaya.
Geçtim kaleye.
.
Mahallenin diğer gençleri, çocuğu gelmiş seyirci olarak.
Bir tezahürat var aklınız durur.
.
Maç başladı.
Bizim seyirciler;
“Domatesin çekirdeği kırmızı, kırmızı… Rüstem ağabey sahaların yıldızı, yıldızı…” diye bağırıyorlar.
Ben o gazla havadaki sinekleri bile tutuyorum.
.
Bizim defans çok sağlam olduğundan neredeyse top gelmiyor bana.
Uzaktan birkaç şut o kadar yani.
Zaten benim vücut kaleyi kaplıyor.
Adamların gol atması mucize gibi bir şey.
Gelen top ya ayağıma, ya da vücuduma çarpıp geri dönüyor.
.
Tek derdim ayakkabıların sıkması.
Ayakkabıyı çorapsız giydiğimden ayağımın arkasına vurdu.
Gittikçe acımaya başladı, ben ayağıma bakmaktan maça konsantre olamıyordum.
Ara sıra gol yiyordum ama aklım ayağımda.
.
Baktım olmuyor, ayakkabının üzerine basmaya başladım.
Oh be!
“Dünya varmış.”
.
Maçı bir farkla yenik götürüyoruz.
Maçın da sonları geldi artık;
Ha bitti, ha bitecek.
.
Orta sahanın hemen önünde bir faul kazandık.
Bana “Rüstem ağabey sen kullan” dediler ve hepsi rakip ceza sahası içine doluştular.
“Tamam geçin yerlerinize” dedim ve gerildim, gerildim topa pisburun bir koydum...
Şak!
Top ağlarda.
.
Nasıl oldu?
Merak ediyorsunuz tabi.
Anlatayım.
.
Efendim ben topa vurunca üstüne bastığım ayakkabı ayağımdan fırla ve kaleye doğru git…
O loş ışıkta ve kargaşada rakip kaleci benim ayakkabıya top diye plonjon yap.
Vurduğum top ise git kaleye gir.
.
Maç berabere bitti.
.
Beni omuzlara aldılar, sahada bir tur attırdılar.
“Ya ya ya, şa şa şa Rüstem Ağabey çok yaşa!” diye.
.
Takımın kaptanı Fahrican, “Artık birinci kalecimiz Rüstem ağabey, Salih gelmese de olur.” dedi.
“Olmaz öyle şey” desem de, kabul ettiremedim, o günden beri mahallenin kalecisi benim.
Ünüm o kadar yayıldı ki, başka mahallelerden sırf beni seyretmeye gelen var.
Maç sırasında seyircilerden gelen fısıltıları duyuyorum az çok;
“Ayakkabısını kaleciye top diye tutturan işte bu adam…”