Yazmış birisi “Eskiden toz toprak içinde bilye (misket) oynardık” diye.

Doğru, oynardık.
Hatta top oynardık,
Saklambaç oynardık.
Kuka oynardık.
Çember, topaç çevirirdik.
Tornete binerdik.
.
Hatta eskiden kar filan yağar kızakla kayardık.
.
Bisiklette cabasıydı…
.
Esenlere bisikletlerle giderdik çağla toplamaya.
Issız bir yerdi.
Korkardık askerlerden, bizi döverler diye.
.
Sosyal konutların arkasına mahalle maçı yapmaya giderdik.
.
Kilitbahir’e yüzmeye,
Kepez bahçelerine meyve yemeye filan.
.
Şimdi benim toruna bakıyorum.
Yerinden kalkası yok.
Ancak hakkını da yemeyelim;
Ne yapsın?
.
Ankara’da kuzenlerim vardı o zamanlar.
Gezmeye gittiğimizde caddede top oynardık.
Top oynanacak yerleri yoktu.
Şimdi bizim için aynı durum.
Caddede top oynamaya kalksan ya arabanın, ya da bir kurye motorunun altında kalma şansın çok.
.
Mahallede çocuk yok zaten.
Bakıyorum bizim apartmanda bile çok az.
.
Eskiden ailelerin 2-3 çocuğu olurdu, şimdi tek çocuk bile fazla geliyor.
.
Sokağa çıktığımızda 10 kişinin 8’ini tanırdık.
Şimdi 10 kişiden 1 kişiyi zor tanıyoruz.
Etrafımız yabancı doldu.
Birisi bana bunların olacağını o zamanlar söyleseydi:
“Haydi canım” derdim.
.
Hatta bir zamanlar (ki 10 sene olmuştur) Ton TV’de program yaparken Medyum Gül konuğum olmuştu.
Çanakkale’nin geleceği ile ilgili bir görüş bildirmesini söylemiştim.
Bana Çanakkale’nin Suriyelilerle dolacağını söylemişti.
İçimden “Amma attı ha!” şeklinde dalga geçmiş, “Suriye nere, Çanakkale nere?” diyerek inanmamıştım.
.
İşte Çanakkale’nin hali, dediği oldu…
.
Şimdi medyaya çıkıp ahkâm kesenler bilmez bunları.
Günlük yaşantıdan örnek alarak sallayıp dururlar.
Aldıkları üç kuruşun tadı ağızlarındayken bir orayı bir burayı övmekten heder olurlar.
.
Diyeceğim o dur ki;
Şehrin olmazsa olmazları parklar ve bahçelerdir.
Çocuklarımızın evlerde kapalı kalmalarını önleyecek, temiz havada oksijen alarak oynayacakları futbol, basketbol sahaları yapmalıyız.
Yapıyor muyuz?
Bir nebze evet.
.
Ancak yapmakla kalmıyor, bunların bakımını yapacak, çimlerini biçecek eleman da lazım.
Parklara harcanan masrafın da haddi hesabı yok aslında.
.
Her işin ucu: Eleman ve para.
.
Bir defasında parklar ve bahçeler müdürü ile konuşmuştum ancak şimdi tam olarak rakamları hatırlamıyorum, bana demişti ki:
“Biz göreve geldiğimizde şu kadar park alanı vardı ve eleman sayımız (sallıyorum) 10’du, şimdi park alanımız 10 katına çıktı eleman sayımız yine 10…”
.
Neyse laf döndü dolaştı nerelere geldi.
Asıl söylemek istediğim başkaydı.
Ama içime uhde olanları yazıverdim işte.
.
Hani şu eski Devlet Hastanesi ve etrafındaki Karayolları ve Tarım İl Müdürlüğü müştemilatı var ya?
Hani buraları toptan yıkıp hükümet binası ve kamu kurumlarının kampüsü haline getirmek isteyenler var ya?
.
İşte onlara sesleniyorum:
.
O bölgenin tamamın yıkarak, Atatürk Caddesi’ne kadar Halk Bahçesi’nin devamını yapmak varken, betona saplamak da neyin nesi?
.
Bu iktidarın en iyi bildiği şey olan “Beton” kısmından bir parçayı da Çanakkale’nin böğrüne saplamak mı hesabınız?
.
“Vizyon ve Gelecek” gibi düşünceleriniz içinde yapabildiğiniz sadece ve sadece betonlaşmak mı?
.
Bize beton değil, çocuklarımız miras bırakacağımız yeşil alan lazım.
Şehrimize oksijen sağlayacak ağaçlar lazım.
.
Günümüzde iletişimin, bağlantıların sanal ortamda yapıldığını düşünürsek yakın zamanda (ki 20 seneyi bulmaz) bu kurumlara bile gerek kalmayacak.
Her işimiz sanal olacak.
O halde bu binalara ihtiyaç da kalmayacak ve birer beton yığını olarak şehrin göbeğinde yer alacaklar.
.
Diyeceğim şu ki:
Bu projeden vaz geçin, yeşilliğe gömelim Çanakkale’yi…
 
***
BİR DÜŞÜNÜN
Buradan bir lafım Muharrem İnce’ye.
Duyar, duymaz…
.
Duyan olursa da lütfen şu yazacaklarımı iletiversinler, bir zahmet?
.
Memleket Partisi’ni kurmakla iyi mi yaptı?
Evet…
.
Madem bu ülkede demokrasi var, o halde herkes istediğini yapabilir.
Eğer arkasında kendisini beğenen ve bu ülkeyi muhasır medeniyetler seviyesine çıkaracak ışığı görenler varsa neden parti kurmasın?
Kuracak elbet.
.
Bu ülke kendisini CHP içindeki muhalif yapısıyla tanıyordu zaten.
Bir öğretmen edasıyla çıkışlarını doğru da buluyordu.
(Elbette bizim gördüğümüz tarafıydı bunlar)
.
Derken CHP kendisini Cumhurbaşkanı adayı olarak Erdoğan’ın karşısına dikti.
.
Söylemleriyle, nokta atışlarıyla dikkat çekti ve yüzde 30 civarında oy aldı, kaybetti.
.
Şimdi ise kurduğu partinin adayı olarak yine Erdoğan’ın karşısına dikildi.
Ama arkasında CHP yok o başka…
.
Aslında Kılıçdaroğlu’na verdiği bir söz vardı: “Siz aday olursanız ben çekilirim…”
.
Neyse “O eskidendi” diyerek üzerine set çekelim.
.
Muharrem İnce’nin şu anda oy oranının yüzde 8-9 olduğu söyleniyor.
Ne diyelim hayırlı olsun.
Büyük bir başarı.
.
Gelelim diğer kısma.
.
Yapılan yorumlarda Muharrem İnce’nin alacağı oyun çoğunluğunun CHP’den aldığı söyleniyor.
Böylece şu yorum yapılıyor:
Muharrem İnce yüzde 8-9 gibi bir oyla kazanamayacağı bir seçimde Kılıçdaroğlu’nun oylarını bölerek seçimi Erdoğan’ın kazanmasını sağlayacak.
.
Ancak Muharrem İnce şunu diyebilir (Onun ağzıyla yazıyorum):
“Ben seçime girerim kim kazanmış, kim kaybetmiş beni ırgalamaz…”
.
Haklı mı?
Haklı.
.
Peki o halde, 5 sene önce demediğini bırakmadığı Erdoğan’ın kazanmasına vesile olacak mı?
Olacak.
.
Şimdi şu tespiti yapalım.
.
İlk turda, Muharrem İnce yüzde 8,5 oy aldı, ve Kılıçdaroğlu yüzde 41 oy alarak seçimi kaybetti.
Ne olur?
.
Diyelim Muharrem İnce yüzde 3 oy aldı ve Kılıçdaroğlu seçimi yüzde 1 oyla kazandı.
Ne olur?
.
Yazayım:
Muharrem İnce yok olur.
Hatta ağır suçlamaların hedefi olur.
.
Bu hesabı sadece ben yapmıyorum.
Muharrem İnce’ye oy verecekler de yapıyor.
Nihayetinde çoğunluğu “Muhalif seçmen.”
.
Muharrem İnce’ye oy vereceklerle konuştuğumda şöyle bir tavırları var:
“Biz milletvekili seçiminde kendi partimize vereceğiz. Ancak Cumhurbaşkanlığı seçiminde, istemesek de ‘sırf Erdoğan kazanmasın’ diye Kılıçdaroğlu’na vereceğiz…”
.
Şimdi şu taraftan da bakalım.
.
Muharrem İnce ilk turda kazandı (ki bu mucize ötesi bir şey olur) ve ikinci tura Erdoğan ile İnce kaldı diyelim…
.
İkinci turda İnce’nin kazanma şansı sizce ne olur?
Olur mu?
Olmazsa neden olmaz?
Bir düşünün…