Çanakkale Belediyesi Tiyatro Topluluğu olarak, Aziz Nesin’in “Deliler Boşandı (*)” adlı oyunu sahnelemek için çarşamba günü erken saatlerde Amfi Tiyatro’da toplandık.

Çanakkale Belediyesi Tiyatro Topluluğu olarak, Aziz Nesin’in “Deliler Boşandı (*)” adlı oyunu sahnelemek için çarşamba günü erken saatlerde Amfi Tiyatro’da toplandık.
.
Dekorlarımız yerleştirildikten sonra, hem prova almak hem de mikrofonları denemek üzere çalışmaya başladık.
.
Aradan bir müddet geçtikten sonra, giriş kısmında bir hareketlenme oldu.
.
Önce bir şey anlayamadık.
Sonra işin aslı anlaşıldı:
Etraftaki biri, bizim oyunumuzda “Cumhurbaşkanına Hakaret Edildiği” gerekçesi ile “Cimer”e şikâyette bulunmuş.
Bunun üzerine iki tane sivil memur gelmiş oyunu izlemek için.
.
Tabi bizde moraller sıfır.
O duygu ile akşam oyunumuzu oynadık ama “Oyun mu bizi oynadı, biz mi oyunu oynadık” anlamadık doğrusu.
“Ruhumuz sahnede, aklımız Şikâyetteydi…”
.
İşte memleketin geldiği son nokta bu.
“Tiyatrolar şikâyet edilir” hale geldi.
.
İşin öncelikle şurasına bakalım:
“Bu memlekette hangi gerizekâlı tiyatro sahnesine çıkarak Cumhurbaşkanına alenen hakaret eder?”
.
Bırakın tiyatroyu, hangi kahvede, yürüyüş alanında, sokakta, işyerinde buna cesaret eder?
Etse bile, en yakınındaki buna müsaade etmez zaten.
.
Hepsi bir kenara;
Hiçbir Türk vatandaşı kendi Cumhurbaşkanına hakaret etmez.
Çünkü orası bizi temsil eden bir makamdır.
.
Bir başka konu ise bu şikâyeti ciddiye alanlara.
.
Bu devirde, bir tiyatro topluluğunun Cumhurbaşkanına hakaret etmesi için “Yürek yemesi” lazım.
.
Yaşadığımız dönemde bırakın hakareti, azıcık ima edenlerin başına neler geldiğini her gün gazetelerden okuyor, medyadan takip ediyoruz.
.
Sorgusuz sualsiz neler yaşadıklarını,
Mahkeme kararlarına rağmen hapishanelerde tutulduklarına şahit oluyoruz.
.
Zamanında Demirel, Erbakan ve Türkeş’in dansöz şeklinde çizildiği “GırGır” kapağını hala unutmadık.
.
Demokrasisini beğenmediğimiz o yılları bile mumla ararken, bu devirde Cumhurbaşkanına hakaret etmek kimin haddine?
.
Sanatın içinde muhalefet vardır zaten.
“Hakaret” elbette yoktur ama “Eleştiri” vardır.
Aziz Nesin gibi yazarlarımızın sisteme karşı zaten muhalefeti vardır.
Ama bunu sanatları içinde “İnce bir zekâ” ile yaparlar.
.
Bazıları bunu eleştiri olarak anlar emeği alkışlar,
Bazıları da bunu hakaret olarak algılar gidip şikâyet eder.
.
Öncelikle bizi şikâyet eden vatandaşa soruyorum:
“Provasını dinlediğin oyunda hangi replik seni bu düşünceye itti?
İftira atmak ne demek?
Vicdan sızlaması ne demek?
İnsanların emeğini baltalamak ne demek?
Hayatında kaç tane tiyatroya gittin?
Kaç kitap okudun?
Kaç okul okudun?
Tiyatro ne demek?
Cimer’in telefonun nereden biliyorsun?
Senin başka işin yok mu?
Başın göğe erdi mi?
O akşam deliksiz bir uyku uyudun mu?
Rahatladın mı?”
.
Ancak sen gerçek bir vatansever olaydın o provaya gelip bizlere medenice:
“Arkadaşlar bu ülkenin Cumhurbaşkanına hakaret edemezsiniz. Şu, şu cümleleriniz can sıkıcı. Lütfen değiştirin.” diyebilirdin.
Biz de seni ikna ederdik.
.
Ama sen o cesareti gösteremedin ve bizi arkamızdan vurarak, haksızca şikâyet ettin.
.
Bu şikâyeti alan şikâyet masasındaki memura da bir lafım var.
.
Haklısınız.
Size gelen her şikâyeti dinlemek ve cevap vermek durumundasınız.
.
Ama
“Bu şikâyeti duyunca ne yaptınız?
Şahıs olarak ne düşündünüz?”
.
“Tiyatroda hakaret ediliyormuş, gidip bakın emrini alanlar ne düşündü?”
Çok merak ediyorum.
.
Eğer herkes tiyatroda böyle bir hakaretin olabildiğine inandıysa, bu memleket gerçekten bitmiştir.
.
Bu ülke artık “Tiyatrosu şikâyet edilen” bir konuma gelmiştir ve zannımca ilki yaşamıştır.
.
Bu yazdıklarıma, “Ne olmuş yani?” diyenler çoğunluktaysa,
Olay daha da vahim demektir…
.
(*) Deliler Boşandı: Aziz Nesin’in 1957’de yazdığı, Semih Çelenk’in düzenlediği ve şimdiye kadar binlerce defa sahnelenen bir oyun.

İslamiyet “Ahlak” üzerine kurulmuş bir dindir.
Her istenilenin altında “Ahlak”ı bulabilirsiniz.
.
“Hakaret” ahlaksızlıktır,
“Çalmak, çırpmak” ahlaksızlıktır.
“Aşağılamak,
İtibarsızlaştırmak,
Zina yapmak,
Kötü söz söylemek”
Hepsi ahlaksızlığa girer.
.
Temel budur.
.
Ahlak olmazsa “Din” olmaz.
.
İşte bunlardan biri de:
“İftira atmaktır…”
.
“İftiranın, Kur’an’ın yasakladığı kötü davranışlardan biri olduğu da muhakkaktır.”
.
Diyanetin dergisinde şöyle anlatıyor:
“Çünkü iftira sosyal barışı tehdit eden manevi bir hastalıktır. İftiranın gerek fert gerekse toplum üzerinde olumsuz tesirleri vardır. İftira, insanlar arasındaki sevgi, dostluk ve güveni zedelediği gibi fertler arasında çekişme ve düşmanlığın artmasına ve bu yolla toplumun düzenin bozulmasına sebep olmaktadır.”
.
“Toplum düzeninin sağlanması İçin Kur’an’ın emir ve yasaklarına uyulması ve insanlara hiçbir faydası olmayan iftira gibi kötü ve çirkin davranışlardan sakınılması gerekir.”
.
“Gıybet ve iftira, İslam kurallarına göre kul hakkı olarak kabul gören davranış biçimleridir. Bu sebeple de iftira atan kişi mağfirete erişmek isterse öncelikle iftira attığı kimseden helallik istemek durumundadır.”
.
Şimdi,
Buradan bizi şikâyet eden o insana sesleniyorum:
“Adam gibi ortaya çıkıp bizden özür dilemek zorundasın.
Yoksa sana hakkımı helal etmiyorum.”
 
***
YEMİŞİM ARAŞTIRMALARI
Aşı savaşları devam ediyor.
 “Benim aşım, senin aşını döver…” şeklinde süren bu yarışın sonu gelmeyecek.
Nihayetinde işin ucunda “Dolar” var.
.
Korona virüs çıktığından beri aşı konusunda savaş veren ülkeler, “Delta varyantı” için tekrar demeç üzerine demeç vermeye başladılar.
.
AB ülkelerinin, belirledikleri aşıları yaptıranlara vize verileceğini duyurması ile bu yarış başlamıştı.
.
Yapılan araştırmalarda (artık kim ve nasıl yapıyorsa bu araştırmaları) Alman aşısı olarak bilinen “BionTec” aşısı birinci sırada yer alıyordu.
.
Ancak araştırmacılar boş durmuyor ve sürekli araştırıyorlar ki, bu sefer de Amerikan menşeli “Moderna” aşısının daha etkin olduğunu açıkladılar.
.
Tüm bunların üzerine Sinovac sözcüsü Liu Peicheng, Kovid-19 aşılarının Delta varyantına karşı etkili olduğunu duyurdu.
.
Haberleri okuduktan sonra “Hangi aşıyı olacağım?” şeklinde kafamızda oluşan sorulara cevap bulmuş değiliz.
.
Sağlık yetkilileri “Hangisinden olursanız olabilirsiniz” şeklinde tercihi bize bırakıyorlar.
.
Halkın arasına girdiğimizde ise hemen herkes kendi vurulduğu aşı için bir bahane bulmuş:
“Kalp rahatsızlığım var, o sebeple Sinovac oldum…”
“Bizimki Delta’ya iyi geliyormuş…”
“Alman olsun, çamurdan olsun…”
“İlk virüs nereden çıktı? Çin’den. Öyleyse cevabı da oradadır ben Sinovac oldum…”
“Ablamın kolu çok ağrımış, ben Çin aşısı olacağım...”
.
-“Ben üçüncü aşımı da Sinovac olacağım.”
-“Aaa! Neden?”
-“Ne bileyim, ismi hoşuma gidiyor…”
.
Bizim millet kendi cevabını zaten bulmuş, yemişim araştırmaları…
 
***
13. CUMA
Bugünün tarihini atarken bir şey dikkatimi çekti.
.
Cuma 13.
.
Evet Hollywood sinemasının kült filmlerinden olan 13. Cuma aklıma geldi.
Sinemaya korkmak için gidenlerden biriydim elbette.
İnsanoğlu garip,
Korkmak, çığlık atmak için üzerine para verilen sinema olgusu içinde, 13. Cuma size hizmet veriyordu.
.
Konusunu hayal meyal hatırlamaya çalışırken, açtım İnterneti ve okuyunca hatırladım.
.
Kızlı erkekli bir grup tatil yapmak için ormanlık bir alana giderler.
.
Zaten filmin başlangıcında bir gıcıklık olacağı besbelli.
.
Derken ormanda önlerine çıkan bir ihtiyar (ki ne işi var orada?) onlara tavsiyede bulunuyor:
“Gidin buradan, buralar pek tekin değil…”
.
Bizim gençler dinler mi?
Zaten dinleyip gitseler film bitecek.
Senaristin tek amacı bizi “Ne zaman? Ne olacağı?” beklentisine sokmak.
.
Derken gençler sırasıyla rahmetli oluyor tabi.
.
13. Cuma böylesi bir filmdi.
Ama çok beğenilmiş olacak ki dizi halinde filmleri yapıldı.
Benzerleri çekildi.
.
Bu korku filmi dolayısı ile Cuma’nın 13’ünden korkulur olundu.
Eh bugün de Cuma 13.
Hayırlısı olsun.