Son günlerde televizyon kanallarında sıklıkla gördüğümüz, yürekleri burkan kadın cinayetleri had sayfaya ulaştı.

Gün geçmiyor ki bir kadın bıçaklanmasın, dövülmesin veya başka türlü tacizlere maruz kalmasın. 10 ayda 350 kadın cinayete kurban gitti ne yazık ki.

Yapılan istatistiklerde de son yıllarda kadına yönelik saldırı ve cinayet olayları kat be kat artmış durumda. İnsan meraklanmadan edemiyor. Kadının yetiştirdiği erkekler nasıl olurda kadınları gözünü kırpmadan öldürür. Annelerinden öğrendikleri mi, yoksa toplumun öğrettikleri mi bu canileri ortaya çıkarır belli değil.

Genellikle evlilik ve ekonomik sebeplerle gelişen cinayet olgusunun artmasında elbette toplumsal değişimin önemli rolü bulunmaktadır. Türkiye tam bir geçiş sürecini yaşamaktadır. Değişenler ve değişemeyenleri beraberinde taşıyan toplumun değerleri de değişenlerde ve değişmeyenlerde farklı boyutlar kazanmaktadır. Geçmişe ait edinimlerle günümüzde değişen değerleri bir araya getirmek elbette çok zor. Töre ve benzeri hiçbir hukukta bulunmayan yargıların hala taşınıyor olması, toplumun gelişmişlik düzeyi nereye giderse gitsin bazı konuların kabullenilmesinde insanımızı zorlamaktadır.

Televizyonlarda canlı olarak yayınlanan programlarda insan ilişkileri, kaçmalar, kaçırmalar, adam öldürmeler yok yok. Acaba bunlar bizden mi demeden edemiyor insan. Sosyal medya ve iletişim de geliştiği dikkati çekiyor ama sağlıklı kullanıldığını kimse iddia edemez.

Kadın cinayetlerinin çoğunda namus kavramı ön plana çıkıyor. Güya namusu kirlenen erkekler cinayet işlemek suretiyle temizlik yapmakta, geride kalanları iki kere öksüz bırakmaktadır. Anne babadan biri mezara giderken diğeri hapse gitmektedir. Bu duruma sevinen bir Allahın kulu yoktur.

Kırsal kesimden göçün yoğun olarak yaşandığı günümüzde insanımız çelişkilerle yaşamını sürdürmeye çalışmaktadır. Köyde yaşadığı değerlerin önemli bir kısmının şehirde olmadığını fark etmektedir. Kimi değişime ayak uydurabilmekte, kimi uyduramamakta, iki arada bir derede çelişkiler içinde yaşam savaşı sürdürülmeye çalışılmaktadır. Hal böyle olunca bireyler birbirlerini taşımakta güçlük çekmektedir. Özellikle egonun güçlü olduğu durumlarda tahammül ve özveri ortadan kalkmakta ve tartışmalar ne yazık ki kişilik haklarına saldırı şekline dönüşmektedir. Bunun önüne geçmek elbette mümkündür. Ancak şehir hayatında insanlar artık daha çok içine kapanmaktadır. Oysa sosyal ortamların, sosyalliğin daha gelişmiş olduğu söylenir hep şehir hayatında.

Kadın cinayetleriyle ilgili geçmiş hükümetler çok ciddi çalışmalar yapmışlardır. Cezalar artırılmış, kadının statüsü güçlendirilmeye, dayanakları artırılmaya çalışılmıştır. Gelinen noktada ne yazık ki artan cinayetler vardır. Toplumun bu konuda gelişimi çok zayıftır. Dinen en büyük günahlardan sayılan ve affı neredeyse olmayan bir eylemin kendini Müslüman sayan toplum tarafından gerçekleştirilmesi de geçiş sürecinin derinliğini ortaya koymaktadır. Bu geçiş süreci içinde insanımızın güçlendirilmesi, insani değerlerinin geliştirilmesi için daha fazla eğitime ihtiyacı vardır.