Bizim mahallenin bir huyu var.

Bekâr gördüler mi? “Evlenmiyor musun?” diye sorarlar ve “Bana bak, istersen bulalım sana bir tane şöyle balık etli, temiz aile kızı” diyerek de ısrar ederler.
.
Bazıları da, “Sana şöyle iri yarı bir kız bulalım, hastalanınca alır seni omuzuna doğru hastaneye” şeklinde dalga geçerler.
.
Kimisi de, “Oğlum bak annen artık yaşlandı ona bakacak bir gelin lazım, bulalım şöyle gariban bir kız, size baksın…”
.
“Tövbe! Tövbe!” Çekerim.
“Elin kızı bize bakmak için eve gelin mi gelirmiş? Olmaz öyle şey.” diyerek konuyu kapatırım.
.
Ama bizim mahalle durur mu rahat.
Sürekli beni taciz ediyorlar.
.
Belki bilirsiniz, belki bilmezsiniz.
Ben daha önce evlendim.
Çok da mutlu bir yuvam vardı.
Eşimle birbirimize aşıktık.
Bir dediğimizi iki dedirtmezdik.
Annem gelinini benden çok severdi.
Ki annem benim üzerime toz kondurmaz, o kadar yani.
.
Ama mahalleli yok mu?
Azgın kıskanç kadınlar!
Ve onların peşinden gelen erkekler.
.
Resmen bir dedikodu yüzünden ayrıldım gül gibi eşimden.
.
Hala yanarım ona yanarım.
“Nasıl da uyduk bu geri zekâlıların sözüne de boşandık birbirimizden” diye.
.
Olayın aslı şu:
Ben evli barklı iken bir gece kahveye bir kadın geldi.
Şöyle 40-45 yaşlarında.
Hemen hemen aynı yaşlardayız.
Kadının hali iyi gözükmüyor.
Saçları dağınık, başında bir örtü.
Üstü-başı perişan.
Apar-topar evden çıkmış hali vardı.
.
O saatte de kahvede kimse yok, ben de temizliğimi yapıp çıkacağım.
.
Kadın içeri daldı.
İçeride ocağın arkasına saklandı ve bana da “Sus” işareti yaptı.
Belli ki birinden kaçıyordu.
.
Ben de sanki her zaman böyle olaylarla karşılaşıyormuşum gibi o rahatlıkla kadını orada bırakıp yerlere pas-pas çekiyorum.
Belli ki bir derdi var.
Birazdan belli olacak zaten.
.
Evde hatun bekliyor, acele gitmem lazım.
O sırada da “Bu kadın ne olacak?” diyorum içimden.
.
Derken kahvenin kapısı açıldı ve elinde bir bıçakla adamın biri içeri daldı; “Nerede o?” diyerek.
.
Bizim de façamız yerinde yani.
Adamı süzdüm, “İki hamlede paket ederim” diye düşündüm.
Ama bir yandan da evli-barklı insanız.
Kavga-dövüş işlerini bıraktık bir kenara.
.
“Kimi arıyorsun birader?” diye sordum.
“O o…..puyu arıyorum, buraya geldi mi?” diye sordu bana.
“Burası k…hane mi ki burada o dediğinden olsun... Ne biçim konuşuyorsun? Hem sen içeri girerken bir selam ver istersen ha!” dedim sertçe.
.
Etrafa bakındı kimseyi göremeyince “Abi özür dilerim, benim manitayla kavga ettik de, onu arıyordum” dedi.
“Evlat” dedim, “Manitaya o…pu denmez birrr… Manita bıçakla aranmaz ikiii… Üçüncüsü girdiğin yere selam verrr... Dördüncüsü ise erkek adam kadın milletine el kaldırmaz… Racon budur…”
.
Adam tekrar tekrar özür dileyerek kahveden koşarak çıkıp gitti.
.
Ben bir müddet yerleri siliyormuş gibi yaptım.
Adamın gittiğinden iyice emin olunca kadının yanına gittim:
“Kızım derdin ne? Bu adam neden seni arıyor?” diye sordum.
Hatta kahvenin ışıklarını kapattım ve bir masaya oturttum, ben de karşısına tabi.
.
O sıra gece bekçisi Rahmi Ağabey geldi.
“Var mı bir durum Rüstem. Işıklar kapalıyken içeride bir hareket görünce bakmak istedim” dedi ve beni kadınla gördü.
“Yok bir şey Rahmi Ağabey” diyerek savdım kendisini.
.
Kadın da “Yok bir şey” diyerek olayı geçiştirmek istese de, sıkıştırınca anlattı:
“Ben” dedi “bu adamın kumasıyım. Aynı evde kalıyorduk karısıyla. Ama çok eziyet gördüm annesinden ve karısından. Sonunda dayanamayıp evden kaçtım. Bu şerefsiz ‘eşimi boşayıp seni alacağım diye kandırdı beni…”
.
“Sonraları karısının lafına uyup beni hırsızlıkla suçladı. Annesi sokaklarda onun-bununla gördüğünü söyledi oğlunu benim üzerime saldı…”
.
“Bu akşam içip içip kendini kurmuş ve üzerime bıçakla saldırdı, ben de evden kaçtım…”
.
Dedim, “Bacım korkma benden sana kötülük gelmez. Senin annen, baban yok mu?”
“Var ama Malatya’da. Buraya teyzemlere gelmiştim, takıldım bu adama… Param yok ki gideyim ailemin yanına…”
“Bacım sen şimdi kimdi kendini toparla, elini yüzünü yıka şurada, bize gidelim. Şu şerefsiz seni bulmasın diye birkaç gün bizde kalırsın, sonra bir hal çaresine bakarız…”
.
O gece kadını bizim eve götürdüm.
Götürmesine götürdüm ama gel de evdekilere anlat.
.
“Kim bu?”
“Nereden geldi?”
“Neden gecenin bu saatinde eve getirdin?”
“Bir gören olursa ne deriz?”
Anlayacağınız bir dolu ahret sorusu.
“Lan iyilik yapacağız işte!” desem de anlamadılar.
Sürekli söyleniyorlardı:
“Susun lan, kadın duyacak üzülecek.” desem de kadın milleti durur mu?
.
Sabah kahvaltıdayız, bizimkilerin suratları bir karış.
Hem annemin, hem de karımın suratları sabah sabah turşu satıyor.
“Kadına bulaşmayın, bir-iki gün kalsın sonra memleketine yollarız” diyerek çıktım evden.
.
Kahveye gittim akşama kadar herkese, “Kimdi o kadın?”
“Neden gelmiş?”
“Nereliymiş?”
“Kocası yok muymuş?”
“Neden kahveye gelmiş?”
Sorularına muhatap oldum...
.
Patron akşam kahveye gelir gelmez beni yanına çağırdı.
Anladım elbet, kadını soracaktı:
“Rüstem, kim o kadın?”
Anlattım durumu.
Allah’tan bizim patron görmüş-geçirmiş biri.
Bana da inanır zaten.
“Aferin Rüstem” dedi, “eğer sizin evde problem olursa bize gelsin. Kalsın 1 hafta sonra alırız bir bilet, yollarız baba evine… Hatta sen götürüp teslim edersin.” Dedi.
“Yok Patron ne problemi olacakmış ki? Dünya ahiret bacımız o. Dediğin gibi bilet alıp yollarız memleketine…”
.
O hafta bütün mahalle bu kadını konuştu.
Kimi masum şekilde kadına üzülürken, bazı cadı kadınlar benimle ilişkilendirip “Rüstem eve kuma getirmiş” diye dedikodu yaptılar.
Bizimkiler de buna inanmaya başladılar.
Bazı geceler yüksek sesle kavgalar bile ettik eşimle…
.
O hafta evde yaşanan mutsuz tabloya nasıl dayandım anlatamam.
Sonunda patron bilet almış ikimize.
“O kadıncağızı götürüp babasına teslim et. Şu parayı da ver kendisine… Ola ki o bıçaklı serseriyi oralarda görürsün, haddini bildir ve doğru bana gel…”
“Tamam patron” dedim ama bir de bana sorun.
Dedikodumuzun ayyuka çıktığı bu kadıncağız ile Malatya’ya kadar yolculuk edecektim. Biletleri bile ayrı koltuklardan aldım ki, başıma bir iş gelmesin…
Aslında benim açımdan bir sıkıntı söz konusu bile değil, ama gel de evdekilere, kahvedekilere ve mahalleliye anlat.
.
Sonuçta kadını Malatya’ya evine götürüp babasına ve ağabeylerine durumu anlattım.
“Merak etme birader, artık bacımız bizde. O şerefsiz buralara adım atamaz. Hatta bir ara İstanbul’a gelip ona bunun hesabını sorarız” dediler.
2 gün sonra eve döndüm.
.
Annem karşıladı beni.
Eşim evde yoktu…
Mahalledeki dedikodulara dayanamamış ve bavulunu alıp baba evine gitmişti...
Hemen kayınpederin evine gittim.
İçeri almadılar beni, “Eve kuma getirmişsin” diyerek.
Başım eğik döndüm eve.
Bir daha eşimi hiç göremedim.
Sonra da boşandık zaten…
Aradan 3 sene geçti, özledim kendisini ama nafile.
.
Demişler ya; “İyilik yap denize at, balik bilmezse, Malik bilir” diye…
.
Şimdi ise bizi ayıran o dedikoducular, hiç utanmadan beni evlendirmeye kalkıyor.
 
NE MEVZUYMUŞ BE!
Cep telefonunun günlük hayatımıza bir daha çıkmamak üzere nasıl girdiğini anlatan hazin bir haberdi gördüğüm.
.
Olay Adana’da geçiyor...
.
Vatandaşın biri bisikleti ile yavaş yavaş yolda giderken cep telefonu ile konuşuyor.
O sırada karşıdan gelen bir arabanın azıcık sıkıştırması ile dengesini kaybedip sol tarafına olduğu gibi düşüyor.
.
İşte bundan sonrası traji komik.
.
Adam hiçbir şey olmamış gibi yerde yatarak telefonu ile konuşmaya devam ediyor.
Bir yandan da üzerindeki bisikleti ittirip kalkmaya yelteniyor ama nafile.
.
Oradan geçmekte olan bir genç gelip bisikleti üzerinden alıyor ve adama elini uzatıyor.
.
Adam hiçbir şey olmamış gibi elini uzatıyor ama bir taraftan da hala telefonla konuşuyor.
.
Kalkınca da “Burada ne oldu?” dercesine kendisini yerden kaldıran adamın yüzüne bakıyor ve bisikletine binip gidiyor.
.
Ve tahmin ettiğiniz gibi hala telefonuyla konuşuyor…
.
Merak ettiğim adamın ne konuştuğu ve kiminle konuştuğu.
.
Çok önemli mevzu belli ama bu kadarına da pes demek lazım…