Çanakkale İnşaat Mühendisleri Odası Şube Başkanı Soykut Özer 17 Ağustos deprem felaketinin yıl dönümü yaklaşırken yaptığı açıklama ile deprem ve yapı güvenliğinin önemine değindi.
1999 yılında Gölçük Merkezli depreminde de olmak üzere deprem felaketlerinde bina sağlamlığının önemli olduğuna dikkat çeken Özer, “Yapı denetim sistemi ciddileştirilmeli” dedi. Soykut Özer açıklamasında şu ifadelere yer verdi:

“DEPREMİN ORTAYA ÇIKARDIĞI SONUÇLAR SADECE CAN KAYBI MI?”
Bugüne kadar yaşamış olduğumuz depremler, ülkemizin bir deprem gerçeği ile karşı karşıya olduğunu ortaya koymaktadır. 100 yıl içerisinde oluşan depremlerde 110 bin insanımız yaşamını yitirmiş, 700 bin mertebesinde yapımız yerle bir olmuştur. Yaşamış olduğumuz depremler, ülkemizin bir deprem ülkesi olduğunu gösteriyor. Bilinmesi gerekir ki depremler sadece can kayıpları ortaya çıkarmaz. Meydana geldikleri bölgenin altyapısını ve ekonomik düzenini bozmakla kalmayıp oldukça ciddi sorunlar da yaratır. Bulaşıcı ve salgın hastalıklar, yaralanma, psikolojik sorunlar, sakat kalma, pazar kaybı, üretim ve gelir kaybı, enflasyon, acil yardım harcamaları, işsizlik ve planlanan yatırımların gecikmesi, çevrenin bozulması ve çevre sorunları gibi önemli sonuçlar doğurmaktadır. 17 Ağustos Depremi bu sonuçların tümünü ortaya çıkaran bir kent deprem olarak kayıtlara girmiştir. 17 Ağustos Depremiyle birlikte yaşamış olduğumuz depremler ve Ocak 2020 tarihinde yaşadığımız Elazığ-Sivrice Depremi, yapı stokumuzun halen güvenli olmadığını bir kez daha ortaya koymuştur."

“BİNA ÜRETİM ANLAYIŞIMIZ DEĞİŞTİ Mİ?”
"17 Ağustos 1999 tarihinden bu yana 21 yıl geçmesine rağmen, her an deprem tehlikesi ile karşı karşıya olan ülkemizde, kısa süreli ve acil olan bazı önlemlerin bile alınmadığı, para uğruna var olan risklere yeni risklerin eklendiği görülmektedir. Üzülerek söylemek gerekir ki; deprem güvenliği bakımından 1999 yılından daha iyi durumda değiliz. Birçok kentimizin "1/100.000 Ölçekli İl Çevre Düzeni Planı" yoktur. Olsa bile bu planlar günübirlik kararlarla bozulmakta, yapılmaması gereken yerlere uygun olmayan, kent yaşamını sıkıntıya sokacak yapılar yapılmaktadır. Yerel yönetimlerin uygun görmediği kararları çoğu kez merkezi yönetim olumlu bularak karar vermekte ve giderek kentlerin plan bütünlüğü bozulmaktadır. Bugün İstanbul 7 ve üzeri büyüklükte bir deprem beklemektedir. Yaşanacak bir deprem ile yapı stokunun en az %25’i kullanılamaz hale gelecektir. Yapı stoku yenilenmeği veya güçlendirilmeği takdirde deprem yıkımının faturası oldukça ağır olacaktır. Oysa İstanbul, Kanal Projesiyle çok daha riskli hale getirilmiştir.1/100.000 Ölçekli İl Çevre Düzeni Planı sürekli olarak değiştirilmekte, İstanbul’un en stratejik bölgesi olan bu bölge yeni bir yapılaşmanın cazibe merkezi haline getirilmektedir. Önceden Katar Şeyh’lerinin ve iktidara yakın çevrelerin almış oldukları arsa ve araziler, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından plan değişikliği yapılarak İstanbul’un geleceği ranta ve depremin insafına terkedilmektedir! Birçok AVM ve Gökdelenin yaratmış olduğu risklere ilave olarak Kanal Projesi ile yeni risk alanları oluşturulmaktadır. İstanbul, sürekli olarak korku içinde yaşayacağı bir bilinmezliğe ve geleceksizliğe teslim edilmek istenmektedir. Açıkçası deprem tehlikesi altında bulunan kentlerimizde gerek konut nitelikli yapılarımız, gerekse kamu yapılarımızla birlikte endüstri tesislerimizin büyük oranda deprem güvenlikleri yoktur. Özellikle 1999 yılından önce üretilmiş olan yapılar halen varlıklarını sürdürüyorlar. Bu yapıların yıkılıp yeniden yapılmaları veya önemlice bir kısmının güçlendirilmiş olmaları gerekirdi. Son olarak yaşamış olduğumuz Elazığ-Sivrice ve Bingöl-Karlıova depremleri yapı stokumuzun ciddi bir deprem riski altında bulunduğunu bir kez daha göstermiştir. Var olan yapı stokunun deprem riski giderilememiş, "yara sarma" anlayışıyla günün kurtarılmasına çalışılmıştır. Konut nitelikli yapılarımızın yanında okullarımız, hastanelerimiz, endüstri tesislerimiz ve diğer kamu yapılarımız çok büyük oranda güvensizdir. Apartmandan bozma sağlık klinikleri ve okullar önemli ölçüde varlığını sürdürüyor. Apartmanların altında bulunan bir çok işyerinin güvenli olmadıklarını ve yaşanacak bir deprem de büyük sorunlarla karşı karşıya kalacaklarını bilmek insanı rahatsız ediyor. Bu yapıların güvenli olmadıkları açıklıkla söylenebilir. Ayrıca teknik ve bilimsel bir sistem bütünlüğü kurulmadığı için 1999 sonrası dönemde üretilmiş olan yapıların güvenli olup olmadığını yaşanacak depremlerle sınamış olacağız. Durmadan yapılan yüksek yapılarla ilgili deprem yönetmeliği bile 1 Ocak 2019 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Yapı üretim süreci genel olarak mühendislik ilke ve normlarından uzak tutulmuş, ”yap ta” nasıl yaparsan yap anlayışı inşaat sektörüne hakim olmuştur."

“NELER YAPILMALI?”
"Bir doğa olayı olan depremin ülkemizde afete dönüştüğü yaşanarak görüldü ve öğrenildi. Artık ülkemiz de bilinmeyen bir fay hattı yoktur. Bu faylar biriktirdikleri enerjilerini bir gün mutlaka açığa çıkaracaklar. Sorun açığa çıkan enerjinin yaratacağı depreme karşı dayanıklı yapı üretilmesinin koşullarını yaratmaktır. Durmadan fayları ve depremi konuşmak insanları depremin yıkıcı etkisinden korumaz. Geniş bir seferberliğe, geniş bir işbirliğine ihtiyaç vardır. Profesyonel mühendislik yaşamının düzenleyicisi olması gereken Odamız ve diğer meslek odalarının yetkileri giderek bilinçli bir şekilde azaltılmış hatta ortadan kaldırılmıştır. Meslek Odaları Anayasal kurumlardır. Devlet işlerinin düzenli yürümesi için Anayasal Kurumların işlerini iyi ve doğru yapmaları gerekir. Oysa devleti yönetenler, Meslek Odaları gibi önemli kuruluşların görevlerini yapmaması için her türlü olumsuzluğu onların karşısına dikiyorlar. Bu anlayış sürdüğü müddetçe deprem ve diğer afetlerle baş etmenin olanaklı olmadığını bilmeleri gerekir. Bugünkü yönetim anlayışının devam etmesi durumunda insanlarımız beton yığınları altında kalacak, yara sarma anlayışı ortaya çıkacak olan acıları hiçbir zaman dindiremeyecektir. Oysa bilimsel ölçekte kent planlarının yapılması, mesleki yetkinliğe dayalı yapı denetim sisteminin kurulması, nitelikli bir mühendislik eğitimi koşullarının sağlanması, mühendislik hizmetlerindeki kalitenin yükseltilmesi, İnşaat Mühendisliği Bölüm ve Programlarıyla ilgili kontenjanların azaltılması,3458 Sayılı Mühendislik ve Mimarlık Hakkındaki Yasanın değiştirilmesi ve meslek alanımızla ilgili olarak bir “MESLEK YASASININ” çıkarılması zorunludur. Yapı güvenliğinin sağlanması için yapılması gereken uygulamalar ve yeni bir "AFET" bilincinin oluşturulması konusu ilgili kurum ve kuruluşların işbirliği ile geliştirilebilir. Afet anı ve sonrasına odaklanmaktan daha çok afet öncesine odaklanmak gerekiyor. Tüm ülke toprakları inşaat sektörünün bir arazisi olarak görülmemeli, bilimsel bilgi ve kent planlaması kapsamında ve ihtiyaç temelli yapılar yapılmalıdır. Sorun, depremin kendisi değil ranta dayalı uygulanan politikaların doğurmuş olduğu sonuçlardır. Açıklıkla söylenebilir ki bugün ticari kaygı teknik kaygının önüne geçmiş, bilgi, beceri ve liyakat sahibi yöneticilerin yerini şirket ve cemaat ilişkileri almıştır. Meslek odası, üniversiteler ve endüstri kuruluşları arasında olması gereken işbirlikleri görmezden gelinerek yok sayılmıştır. Bu anlayış değişmelidir."

“DEPREM SOBRASINDA TOPLANACAK BOŞ ALAN KALMAMIŞ DURUMDA”
"Özellikle İstanbul’da deprem sonrası insanların dışarı çıktıktan sonra gidebilecekleri ve toplanıp ihtiyaçlarını karşılayabilecekleri boş alan kalmamıştır. Bu alanlar AVM ve gökdelenlere dönüşmüştür. İstanbul başta olmak üzere kentlerimiz 5 (beş) afetle karşı karşıya bırakılmıştır. Sel ve su baskınları doğal bir hal almış, Isı adaları oluşmuş iklim değişmiştir. Havalar düne göre çok daha fazla kirlenmiştir. 17 Ağustos 1999 Gölcük Merkezli depremden buyana 21 yıl geçmiştir. Bir 21 yıl daha beklenmemelidir. Kentlerimiz depreme hazırlıklı hale getirilmeli, deprem vergileriyle toplanan 35 milyar dolar yapı stokunu deprem güvenlikli hale getirmek için kullanılmalıdır. İmar barışı nedeniyle kaçak ve mühendislik hizmeti almayan veya eksik alan yapılar Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüklerinin arşivinde toplanmış bulunuyor. Öncelikle kaçak olarak yapılan veya ruhsatlı olup da üzerine yeni kaçak katlar yapılan yapıların yaşanacak bir depremde ayakta kalma şansları yoktur. Bu yapılar öncelikle yıkılmalıdır. Kıt kanaat geçinmeye çalışan insanların yapılarını deprem güvenlikli hale getirmeleri mümkün değildir. Sosyal Devlet anlayışı çerçevesinde konut stoku yenilenmelidir.

“YAPI DENETİM SİSTEMİ CİDDİLEŞTİRİLMELİ”
“Bir doğa olayı olan depremin doğal afete dönüşmesini önlemenin yolu, planlama-kentleşme, tasarım, uygulama ve yapı denetim sisteminin sağlıklı bir şekilde işlemesinden geçmektedir. Depremle ilgili olarak yapı denetimine ayrı bir vurgu yapmak gerekir. Çünkü yapı denetimi güvenli yapıların üretilmesini sağlayacak ve gelecekte aynı sorunların ortaya çıkmasını önlemenin güvencesidir. Mesleki ve ahlaki yetkinliği dikkate alan ve meslek Odaları tarafından belgelendirilen Mühendis ve Mimarların "Özne olduğu" bir Yapı Denetim Sisteminin kurulması zorunludur. Açıkçası planlama ve tasarım aşamasından yapının kullanım aşamasına kadar geçen tüm süreçler, mesleki ve etik yeterliliğe sahip mühendisler tarafından yönetilmeli ve denetlenmelidir. 1 Ocak 2019 tarihi itibariyle yapıların denetimini yapacak olan yapı denetim kuruluşlarının elektronik sistemle belirlenmiş olması doğru bir denetim sisteminin kurulduğu anlamına gelmez. Belli bir birikim ve yetkinliğe sahip olmayan yapı denetim kuruluşlarının "yapı denetim" sürecinde bulunmaları doğru bir denetim yapacakları anlamına da gelmez. Açıkçası planlama ve tasarım aşamasından yapının kullanıma açılmasına kadar geçen tüm süreç, mesleki ve etik yeterliliğe sahip mühendisler tarafından yönetilmeli ve denetlenmelidir. Yapı üretim sürecinin önemli bir parçası olması gereken "Şantiye Şefliği" konusu çözümün değil, sorunun bir parçası olmuştur. Farklı meslek disiplinleri ve uzmanlık alanları dikkate alınmadan şantiye şeflerinin görevlendirilmesi, bilime ve bilgiye aykırıdır. Ayrıca bir şantiye şefinin 30.000 m2'ye kadar 5 inşaatın şantiye şefliğini yapmış olması da doğru değildir. Şantiye şefliği inşaatın her şeyinden sorumlu olması gereken bir mesleki faaliyettir. Buna rağmen 5 ayrı işin şantiye şefliğini bir mühendisin yapma şansı yoktur. İşçi sağlığı ve iş güvenliği konusu sorun olmayı sürdürüyor. İş kazaları ve ölümlü iş kazaları sıralamasında dünyanın önünde gelen bir ülkeyiz. Yapıyı tanımayan fakat işçi sağlığı ve İş güvenliği uzmanlık belgesine sahip olan insanların yapı alanında işçi sağlığı ve iş güvenliği uzmanı olarak çalışmaları kabul edilemez. Ruhsatlardan Mühendis ve Mimarların" imzalarının kaldırılmış olması mahkeme kararıyla geri alınmıştır. Deprem başta olmak üzere birçok doğa olayını oldukça sık yaşayan ülkemizin yöneticileri sorun çözen değil sorun yaratan bir sistemin parçası olmuşlardır. Bu durum; mesleki yetkinlik ve kaliteli hizmet üretimini zaafa uğratmıştır."
Haber Merkezi
 


Kaynak: Haber Merkezi