.


 
Nejdet Kurt Ağabeyin hatıralarının bir kısmını paylaştıktan sonra geçenlerde kendisine telefon ettim. Bazılarının yayınlandığını söyledim. Şıkıdım doktoru yazdın mı diye sorunca, paylaşmak düştü.
21 Temmuz 1966 günü ilanlar sonu mahallinde imtihan neticesi Gökçeada Sağlık Merkezine Ayniyat Saymanı olarak göreve başladım. Aynı yıl sağlık bakanlığı ve jandarma genel komutanlığı kararıyla protokol imzalanarak Sağlık Merkezine bir genel cerrahi mütehassısı atandı. Sağlık Merkezinde zaman zaman da bazı mütehassıslar rotasyon usulü görev alıyordu. Halkın bazı kesimleri doktorlara çeşitli lakaplar takıyorlardı. Bahçe ile ilgilenene Bahçıvan Doktor, Namaz Kılana Molla Doktor, Huhucu Doktor, Genel Cerrahi mütehassıslarına Kasap Doktor, Tüccar Doktor, Nalbant Doktor gibi lakap takıyorlardı.
Ben evvela tepki gösteriyordum. Baktım olacak gibi değil. Milletin ağzı çuval değil ki büzesin. 25 sahifelik bir koleksiyon defteri alıp doktorlar hakkında söylenenleri yazayım dedim. Yazmaya başladım. Benim odam Baş Tabibin odasının yanındaydı ve ekseriyetle telefonlara ben cevap veriyordum.
Bir gün bir bayan telefonda bugün poliklinikte kim var diye sordu. Dedim Nuran Hanım. Hani şu kara kitaba bakıp ta teşhis koyan bayan mı diye sordu. Beğenmediğini söyledi. Ona aaaaa bir kendi görünüşünü bir de kara kitaba bakarak koyduğu teşhisi, ileri tetkikler ve tedavisi için Ankara Numune Hastanesi, İbni Sina hastanesine gönderdiğinde, oranın uzmanları Gökçeada gibi 5000 nüfuslu bir ilçede bu teşhisi koyan var demek diyorlarmış diye söyleyince şaşırdı.
Böylece günler geçiyor koleksiyonum doluyordu.
Kızım Bahar Eskişehir İktisat Fakültesini kazandı. Tatillerde akşam otobüse binip sabah Çanakkale’ye oradan da direk gemiyle Gökçeada’ya geliyordu. Hava kötü olursa gemi kalkmıyordu. Kız evlat kahveye gidemez nerede vakit geçirsin? Benim de 25 yılım dolmuştu. Bir gün, baba adadan çıkın dedi. Koleksiyonun bir sayfası kalmıştı.
Yine her yıl olduğu gibi pratisyen hekimler uzmanlık sınavına gittiler ve yerlerine Bakanlıkça görevlendirilen İzmir tarafından bir Doktor Bey geldi. Yanı başımızdaki sağlık ocağında poliklinik hizmeti veriyordu. Ben de gidip bir merhaba diyeyim dedim. Bana baktı Trakyalı mısın dedi. Evet dedim. Hemen bir Trakya oyun havası koydu. Oynayacakmışız. Doktora, en dedikoducu hanımlar burada, köçek oynatıyorlar derler bizi buradan sürerler dedim.
O sırada esnaftan Karadenizli Davut Abiyi getirip masaya yatırdılar. Hiç kıpırdamıyordu. Doktor Bey bir Karadeniz havası koydu. Hava çok hareketli. Ha Ahmet, Ha Mehmet, Ha Hasan, Ha Hüseyin Tak ona tak atak tak uzayıp gidiyor. Davut Abide hiçbir kıpırtı yok.
O öldü bize de haritadan yer beğen artık sonumuz geldi derken, Davut Abi, Karadeniz havasında Ayşeleri Fatmaları duyunca sağ eli kapalı olan sağ gözünün üstüne gitti. Gözleri hafifçe aralandı. Karadeniz havası uzadıkça Davut Abi yavaş yavaş müziğin cazibesine kapılıp kendine gelmeye başladı. Şükürler olsun kefeni yırtık dedim.
Kısa süreliğine de olsa yeni doktorun tedavi yöntemlerine alıştık. Ön kapıdan Trakya karşılaması ile giren hastaların çoğu arka kapıdan mastika mastika kollar havada uğurlanıyordu. Reçete meçete yok.
Bir gün yine telefon çaldı. Bir bayan arıyordu. Doktor orada mı diye sordu. Anlayamadım kim doktor dedim. Şıkıdım Doktor dedi. Evet, iki gün daha burada, iki gün sonra esas görevli doktorlar geliyorlar dedim.
Allah’ıma şükürler olsun beni mağdur etmedin dedim koleksiyonumun 25. Sahifesini Şıkıdım Doktoru yazarak kapattım.