.

Benim de canım var,
Ben de insanım.
Benim de kalbim var,
Ben de insanım…
.
Çalış, çalış, çalış nereye kadar?
.
Yaradılış özelliğim;
Yatmayı,
Tembellik etmeyi,
Uzun tatiller yapmayı
Bana bahşetmediğinden sürekli uğraşmak,
Koşuşturmak,
Bir şeyler üretmek için çabaladık durduk yaşamımız boyunca.
.
Dernek Başkanımız Ahmet Bey;
“Haydi Karadeniz’e gidiyoruz” demese aklıma bile gelmeyecekti.
.
“İşim var” mazeretini kabul etmeyip tura yazdıran başkanımız sayesinde salı günü (yarın) başlayıp, bir hafta sürecek olan Karadeniz turuna çıkıyorum.
.
Bu demek oluyor ki;
Siz bu satırları okuduğunuzda ben izinli olacağım.
.
Sevgili okurlarım;
Bu senenin izin günü geldi çattı.
Ağustos 19’una kadar (araya bayramı da ekleyince uzayan tatil süresince) müsaade ederseniz sizlerden ayrı kalacağım.
.
Sizleri çok özleyeceğim.
Sizlerin de beni özleyeceğini biliyorum ancak;
“Ülke turizmine katkıda bulunmak,
Kriz ekonomisine direnen yurttaşlarımızın para kazanmalarını sağlamak ve
İç turizmine hareket kazandırmak” amacıyla yapacağımız bu gezi herkese iyi gelecektir.
.
“Komşusu açken, tok yatanlar bizden değildir” hadisine uyarak elimizdekileri paylaşmaya gidiyoruz.
.
Tekrardan sizlerden ayrılırken, yeniden görüşmek üzere şimdilik bana müsaade.
.
Not: Döndüğümde anılarımı sizlerle paylaşacağım.
 
***
Bu gün pazartesi.
Sizleri fıkralarımdan mahrum etmemek adına, fıkra yazıyorum.
Umarı hoşunuza gider…
 

Sherlock Holmes yazarı Conan Doyle, Londra'dan Paris'e gelmiş.
İstasyona gitmek için bir taksi çağırmış.
Otelin kapısının önünde inmiş ve şoföre parasını vermiş.
Şoför: -“Çok teşekkür ederim, Mösyö Conan Doyle” demiş.
Yazar hayretle sormuş:
-“Benim Conan Doyle olduğumu nereden anladınız?”
-“Efendim, giysilerinizden. Üzerinizdeki kostümün biçimi, lehçeniz Londralı olduğunuzu gösteriyor. Sonra gözlerinize bakınca büyük bir adam olduğunuzu anladım.”
Yazar: -“Harika. Müthişsiniz. Peki, ama elinizde başka bir delil yok muydu?”
-“Haa, sahi” demiş şoför. “Bir de valizinizin üzerindeki etikette adınızı okumuştum.”

Padişaha Hindistan’dan nadide bir kumaş gelmiş. Padişah terzibaşını çağırmış:
-“Bak”, demiş, “bugün çarşamba, cumaya kadar 12 düğmeli bir elbise dikeceksin. Ama düğmeleri altından olacak. Altınları da sen kalıba döküp yapacaksın...”
Terzibaşı “Ama...” diyecek olmuş, Padişah kükremiş:
-“Aması... kellen...”
Terzi çaresiz evine çekilmiş.
Eli ayağı titriyormuş.
Karısı teselli etmiş:
-“Bak kocacığım, sen şu işe bir başla, gerisi Allah kerim...”
Terzi, önce düğmelerden başlamış.
Altın düğme dökmek için önce çivi dökmek, sonra da bunu büküp yuvarlatmak gerekiyormuş.
Terzi cuma günü şafak sökerken binbir zahmetle ancak çivileri dökebilmiş.
Düğme haline getirmeye çalışıyorken kapı çalmış.
Terzi korkudan kireç gibi bir yüz ve titreyen bacakları ile kapıyı açmış:
Karşısında üç zaptiye:
-“Padişah hazretleri dün gece hakkın rahmetine kavuştu. Tabut için altın çivi lazım. Sen düğmeleri bırak onlardan çivi yapıp hazırla...”

Adamın biri devletten çalmış, usulsüz ihaleler almış, torpilli atamalar yaptırmış, yetim hakkı yemiş ve yemediği nane kalmamış…
Yakalamışlar tabi.
Olaylar mahkemeye intikal etmiş.
Mübaşir adını okuyunca adam hâkime mazeret beyan etmiş:
-“Efendim avukatım gelmedi?”
Hâkim dosyaya bakıp, başını sallamış:
-“Evladım, sen karakolda ifade vermişsin zaten. Savcılıkta da aynı şeyleri söylemişsin, burada da ilk ifadeni kabul etmişsin, şahitler dinlendi, onlara da itiraz etmemişsin, avukatın gelip neyi savunacak?”
Adam boynunu bükmüş:
-“Ben de onu merak ediyorum ya, hâkim bey!”

Efendim bana iyi tatiller.
15 gün sonra görüşmek üzere…