Sosyal medyayı herkes gibi ben de kullanıyorum.

Almak istediğim mesajları alıyor, vermek istediklerimi de veriyorum.

Okuyan okuyor, okumayanın canı sağ olsun.

.

Hoşuma gidenleri de aynen paylaşıyorum.

.

Bu yazımı yazmak üzere bilgisayarımın başına oturmadan önce bir paylaşım gördüm ve tereddütsüz paylaştım.

Sizlerle de paylaşmak istedim.

Zira bu konuda yazacakları var.

.

Şöyleydi;

“Öğretmenleri ders yapmak yormuyor…

Öğretmenleri sorumsuz öğrenci, Anlayışsız veli,

Liyakatsiz yönetici ve

Öğretmenliğin gittikçe değersiz hale gelmesi yoruyor…”

.

Nasıl hak verdiniz mi?

.

20 seneyi aşkın memleket idare edenlerin liyakatsizliği karşısında 25 defa değişen eğitim sisteminden zaten ne beklenir ki?

.

Her el attıkları işi bozan, değersizleştiren bir iktidardan da bu beklenirdi zaten.

.

Bir öğretmeni düşünün.

“Sürekli şımarık, dur durak bilmemiş” bu öğrencilerle uğraşıyor.

.

İki laf etse peşinden yedi sülalesi okula dolup edepsizce “Hesap sormaya başlayan” velilerle uğraşıyor.

 

Sürekli “CİMER’e” yapılan şikâyetlere cevap vermek zorunda kalıyor müfettişler nezdinde.

.

Öğrencisi aileden terbiye almamış,

İdarecisi torpille atanmış,

Yöneticileri iş bilmez olunca eğitim sistemi yuvarlanıp gidiyor.

.

Yurt çapında şöyle ciddi bir sınav yapın bakalım, ne olacak?

Hangi çocuk, kaç soru yapıyor? görelim.

.

“Nerede bizim zamanımızdaki öğrencilik?” diye başlamam lazımdı yazıma.

.

Mesela;

En önemlisi disiplindi.

Hem evde, hem okulda disiplinin alası vardı.

.

Okula önlüksüz, yakasız, ütüsüz gidilmezdi.

Öyle öğretmene, müdüre karşı gelmek mi?

Allah muhafaza…

.

Anneler, babalar çocuklarını okula “Eti senin, kemiği benim” diyerek bırakırdı.

.

“Öğretmeni eve gelip şikâyet etmek” öyle her babayiğidin harcı değildi.

Zira bir de şikâyet üzerine evde dayak yeme oranı oldukça fazlaydı.

.

Kısaca talebenin yaptığı edepsizlikten kıvırma oranı düşüktü.

İlla cezasını çekerdi.

.

Okula saçlı, tıraşsız, kirli gitme şansın sıfırdı zira okul kapısından geri çevrilme ihtimalin fazlaydı.

.

Şimdi mi?

.

Ohhooo!

.

TikTok videolarında öğretmenin başına naylon geçiren öğrenci gördük.

.

Beyler, hanımlar, kardeşler, veliler!…

Lütfen kendinize gelin.

.

Ezikler gibi sürekli okula gidip öğretmeni şikâyet etmeyi bırakın artık!

Sizin çocuğunuz aynı zamanda onların da çocuğu.

(Elbette her meslekte olduğu gibi bazı çürük meyveler olabilir. Onlar da zamanla ayıklanır zaten)

Yoksa!

Kim kime sebepsiz yere zarar versin ki zaten?

.

“Atatürk’ün baştacı ettiği öğretmenlere saygı duyun, onlara inanın.”

.

Disiplinsiz yetişmiş onlarca öğrenci ile uğraşmak kolay değil.

Siz evde bir tanesi ile zor uğraşırken, o 30 tanesi ile her gün uğraşıyor.

.

Onların da siniri var,

Onların da tahammül sınırı var.

Onların da insan olduğunu,

Sakın unutmayın!

.

Öğretmenlerimizi rahat bırakın…

 

TİYATRO GÜNÜ

Bugün Dünya Tiyatrolar Günü;

Tiyatro sanatının önemini vurgulamak ve kutlamak için her yıl 27 Mart tarihinde dünya çapında kutlanan bir etkinlik olup, tiyatronun kültürel, sanatsal ve eğitimsel değerlerini vurgulamak, tiyatro sanatçılarını ve bu alandaki katkıları kutlamak için bir fırsat olarak kabul edilir.

.

Tiyatro, insanların duygularını, düşüncelerini ve deneyimlerini ifade etmelerine olanak tanıyan önemli bir sanat formudur.

Bu sanatın yaşatılmasını ve geliştirilmesini teşvik etmek amacıyla çeşitli etkinlikler, oyun gösterimleri, seminerler ve atölye çalışmaları gibi etkinliklerle de kutlanır.

.

27 Mart, aynı zamanda ünlü İngiliz oyun yazarı William Shakespeare’'in doğum günü olarak kabul edilir.

Bu nedenle, Dünya Tiyatrolar Günü’nde Shakespeare eserleri genellikle özel olarak sahnelenir ve tartışılır.

.

Çanakkale Belediye Tiyatro Topluluğu olarak Pazartesi günü “Benim Doktor Oğlum” adlı oyunu, Salı günü “Karmakarışık” adlı oyunu sergiledik.

Son olarak da bugün “7 Kocalı Hürmüz” adlı oyunumuzu sergileyeceğiz.

Buyurun gelin derdim ancak biletleri çok önceden dağıtılmıştı.

.

Nice değerli sanatçılarımızın rol aldığı bu sahnelerde benim de oynuyor olmam, benim için büyük bir gurur kaynağı diyerek bu güzel günümüzü kutluyorum…

 

LEVENT KIRCA

Rahmetli Levent Kırca’yı bilmeyeniniz yoktur.

Kendisi vefatından önce şu metni yazmıştı.

27 Mart Dünya Tiyatrolar Gününün anısına sizlerle paylaşmak istedim.

.

Bir Ayakta Durabilsem...

“Bir ayakta durabilsem, çıkıp oyun da oynarım ama ayakta duramıyorum. Yürüyemiyorum.

Şu koltuğa gidip orada oturuyorum, sonra yatıyorum.

Genelde de yatıyorum.

Ama bunlar normal.

Birileri ölecek, birileri yaşayacak.

Ölmek zorundasın ki, başkaları doğsun.

Hayatın diyalektiği bu.”

.

“Ben yapacağımı yapmışım.

Yaşadığım sürece de mücadele ederim. Yaşarsam, bir-iki oyun daha koyarım.

Ama tiyatromu güzel yaptım, onu görmeni istiyorum.

Hemen alt katta.

Oraya bir okul da yaptık.

Ücretsiz bir okul.

250 öğrencimiz var.

Gençlerle bildiklerimi paylaşmak istiyordum.

Öğrencilerimi filmde de oynattım.

Ama filmi dağıtmıyor kimse.

Elimizde donumuz, torbamız dolaşıyoruz kapı kapı.

Tiyatrom benden sonra da devam etsin istiyorum.

Bülent Demir’e devrediyorum, çok sağlam çocuktur Bülent.

Başından itibaren beni hiç yalnız bırakmayan kişidir.”

.

“Jübile yapar mısın? diye soruyorlar.

Yapmam, prensip olarak bana aykırı.

Zenginlerden bilet karşılığı para toplamak istemem ama tiyatromuza bağış yapmak isteyen olursa da başımızın üstünde yeri var.

İsteyen istediği katkıda bulunabilir.

Mesela bir iş adamı dostum, biraz maddi yardımda bulundu, buradan teşekkür ediyorum kendisine.

İsmini verirsem vurur beni, keşke verebilsem.

Onun ve Aslı’nın sayesinde ustaların paralarını filan ödeyebildim.

O iş adamı arkadaşım aradığında da, bir güzel ağladım.

İnsanlar size iyilik yapınca ağlıyorsunuz.”

.

“Zeki Alasya o kadar telaşla öldü ki, dört gün içinde öldü çocuk.

Şu benim yaşadığım şeyleri yaşayamadı, gözlemleyemedi.

Bunları ancak ölüm döşeğinden gözlemlersin.

Bu bile Allah’ın bir lütfu.

Etrafına bakabiliyorsun, sevgiyi görüyorsun…”

.

“Seneler evvel bir arkadaşım çok ağır kanserdi.

Hastaneye ziyaretine gittim.

Hiç unutamam, pencereyi açtı ve gökyüzüne bağırdı, ‘Neden ben?’ diye.

Sesimi çıkarmamıştım ama yadırgamıştım. ‘Neden ben?’ demek, bana bencillik gibi geliyor, kibir gibi geliyor.

18 yaşında çocuk da şehit düşüyor, var mı bunun açıklaması?

Yok.

Neden o ölüyor da başkaları ölmüyor?

Yok bunların açıklaması.

Kemoterapiye, sosyal sigortalar hastanesinde, herkesle birlikte giriyorum, küçücük çocuklar görüyorum.

Onlar acı çekerken benim şikâyet etmem, ‘Ölmek istemiyorum. Gitmeyeceğim, kazık çakacağım!’ diye tutturmam ayıp değil mi?”

.

“Bu son olaylar çok sarstı beni, her an ağlayabilirim.

Bu vatanın evladına şehit olarak gelen ölüm, bana kanser olarak gelmiş çok mu?

Yanlış anlama, bu politik bir konuşma değil. Bunları ölüm döşeğinde söylüyorum sana...”

Ruhun şad olsun,

Levent Kırca

(Alıntı)