Zamlar başımıza yağdıkça yetmeyen maaşımız karşısında, yapacak hiçbir şeyim yok.

Patrona “Zam yap” desem kapıyı gösterebilir, o sebeple sesimi çıkarmayıp asgari ücrete devam ediyorum.
.
Allah’tan dedemden bize kalan evimiz var da kira derdimiz yok.
Daha geçen gün yanımızdaki iki göz odalı evi tutmak isteyenlere 15 bin lira aylık kira çekti ev sahibi.
Ben bile dayanamayıp “Yuh!” dedim.
“Ya Selim Ağabey, biraz insaflı ol! Bu garipler nereden verecekler 15 bin lirayı. Adam zaten asgari ücretle çalışıyormuş, hanımı çalışmıyor ev hanımı. 2 çocuk var. İnsaf et be abi…”
Dediysem de “Sen karışma Rüstem” dedi kestirip attı.
.
Zavallı insanlar boyunlarını bükerek ayrıldılar…
Bizim hain Selim Ağabey de arkalarından bile bakmadı, çekti kapıyı gitti.
.
Biz evde annemle kalıyoruz biliyorsunuz zaten.
Dedemden kalma.
Allah razı olsun, mekânları Cennet olsun büyüklerimizin.
İyi ki bir ev bırakmışlar, yoksa halimiz haraptı.
.
Büyükler boşuna dememişler;
“Dünyada mekân, ahrette iman” diye.
.
Sadece evle kalmıyor.
Maaş masraflara yetmiyor.
Annem masraf olmasın diye köyden getirttiği unla evde ekmek yapıyor.
Küçücük bahçede domates, biber, salatalık filan yetiştirmeye çalışıyor.
Bir şeyler örüp satıyor.
Birlikte geçinmeye çalışıyoruz kıt kanaat.
.
Ben bütün gün kahvedeyim.
Sabahtan gece yarılarına kadar çalışıyorum.
Ek iş yapacak zamanım yok.
Bir ara pavyon maceram olmuştu ama 24 saat uykusuzluk canıma okumuştu.
Zaten o iş bana göre de değildi.
.
O sabah yine erkenden kahvenin gazetelerini alıp gelmiş, kahveyi açmış, yedeğin altını yakmıştım.
Kahvenin camlarını silmiş, kapının önünü süpürmüştüm ki bizim mahallenin simitçisi Tacettin Ağabey geldi bağırarak;
“Simit var simitt!”
.
“Yahu Tacettin Ağabey bağırma öyle sabah sabah tatil günü uyuyan var, hasta var…”
“Ne sabahı be! Saat sekiz buçuk oldu, kalksın millet artık…”
“Millet geçim derdinde, çocuklar geç kalksın kahvaltıyı geç yapsın da öğle yemeğini es geçelim tasarruf yapalım diye düşünürken sen ‘kalksınlar’ diyorsun…”
“Yapma ya! Hiç aklıma gelmemişti. Vallahi haklısın. Tamam tamam sustum. Sen çay olduysa oradan çay getir bana, şöyle tavşankanı olsun…”
.
Çayı küçük demlikte demlemiştim azıcık. Sabahın köründe simitçi ile çöpçü dışında belediyeden emekli Saim Ağabey gelir başka kimse gelmez.
O sebeple saat 10’dan sonra büyük demliği devreye sokuyorum.
.
Tacettin Ağabey’in çayını getirdim ve kapının önünde oturduğu masada önüne koydum.
“Bana bak Rüstem!” dedi, “Bu simitler bağırmadan satılmaz. Ama millet rahatsız olacak diye sussak olmaz. Zere simitçinin geldiğini müşterinin de duyması lazım. Aklıma bir fikir geldi.”
“Hayrola Tacettin Ağabey?”
“Ben sabahları senin buraya simit getireceğim cam dolaba koyacağız. Simit isteyenler gelip senden alacak.”
“Olur, iyi düşünmüşsün. Hem millet rahatsız olmaz, hem de istediği zaman gelip buradan simit alırlar…”
.
Tacettin Ağabey dediğini yaptı ve kahvenin önüne bir cam dolap getirip koydu.
Sabahları 15-20 tane simit getiriyor ve dolaba koyuyordu.
Buradan simit satın alan parasını getirip içeri ödüyordu. Akşama gelip hesabı alıyordu benden.
.
Zamanla millet alışınca simit satışları günlük 30-40’ı buldu. Hatta araya poğaça filanda koydu. Bizim simitçi Tacettin Ağabey bir akşam hesap almaya geldiğinde bana: “Rüstem maşallah ne bereketli yermiş burası? Eskiden 5-6 simidi zor sattığım yerde şimdi 40 simit satıyorum…”
.
Bu konuşmaları duyan patron beni kenara çekti;
“Oğlum Rüstem sen manyak mısın? El âlemin simitlerini satarak para kazandırıyorsun ve bu hizmeti bedava veriyorsun. Olmaz böyle. Senin saflığından faydalanıyor. Bu akşam gelince ona de ki; ‘Ya satıştan yüzde ver, ya da dolabını al git!”
.
Yahu ben Tacettin Ağabeye hayatta böyle bir şey diyemem
Patrona dedim ki;
“Ağabey sen söylesen?”
“Şöyle bir baktı yüzüme, tamam lan tamam. Senin bu yufka yüreğinle söyleyemeyeceğini biliyordum zaten. Akşama ben söylerim.”
.
Akşam hasılatı almaya gelince patron çekti yanına Tacettin Ağabeyi.
Onunla konuştu.
Ne dedi bilmiyorum ama Tacettin Ağabey benim yüzüme bile bakmadan cam dolabını da alıp gitti.
Ben şaşırmıştım tabi.
Gidip sordum patrona;
“Hayırdır ağabey ne dedin adama?”
“Ne olacak? Ona dedim ki: ‘Ya bu sattığın simitlerden bu çocuğa yüzde elli veririsin, ya da dolabını da alıp gidersin…”
.
Aradan 3 gün geçti akşamüzeri kahveye bir cam dolap geldi, adamlar bırakıp gittiler.
Herkes merak içindeydi, “Kim, neden dolap yollamıştı kahveye…”
.
Patron geldiğinde beni yanına çağırdı:
“Rüstem bu dolabı dışarıya koy, yarın sabah erkenden simit gelecek onları içine koy. Tanesi 5 liradan sat…” dedi.
.
Sabah simitleri koydum dolaba, üzerine de “Simit 5 lira” yazdım çünkü simit aslında 7 liraydı.
Dolaba koyduğumuz elli simit öğlende bitmişti.
Akşam patron gelip durumu öğrendiğinde bana dedi ki;
“Rüstem bu dolap senin. Simitlerin parası da senin. Eğer simit erken biterse şu telefon numarasını al ve ara, hemen simit getirecekler anladın mı?”
“Ama Tacettin Ağabeye ayıp olmaz mı?”
“Bırak onu, sen kendine bak!” diyerek azarladı beni.
.
Simit 5 lira olunca dolap dolup dolup boşalmaya başladı.
Simit almak için diğer mahallelerden gelen vardı…
Çok uzun zaman sonra patrona sordum;
“Neden böyle yaptın? Tacettin Ağabeyin işine taş koydun?” diye.
Cevapladı beni;
“Oğlum Rüstem insanların saf duygularını sömürmek kimseye yakışmaz. Onları kandırarak üzerlerinden gelir elde etmek dinen de caiz değildir. Ben o adamı uyardım daha önce. ‘Şu sattığın simitlerden Rüstem’e biraz para ver. O da nasiplensin garibim’ dedim. Bana ‘Olur’ dedi ama yine bildiğini yapıp sana kuruş vermedi. Ben de kızdım ona bu dersi verdim. Bak hayırlı oldu, sen gelir elde ettin, o da cezasını buldu…”
.
Ben yine de Tacettin Ağabeye üzüldüm.
Ama patron da haksız değildi galiba.
Neyse.
Benim gelirim arttı, artık mahalle fırınından ekmek alıp yemeğe başladık annemle…
 
SU TASARRUFU
Yine sosyal medyada gezinirken bir reklam gördüm:
“Klozet satıyorlar.”
Evet yanlış okumadınız, klozet satıyor adamlar ve reklam yapmışlar.
.
Kaşıktaki çamura benzer yapışkan bir maddeyi klozete döküyor ve bu çamur klozete yapışmıyor.
.
İlginç değil mi?
.
Size diyor ki:
“Dışkınız bu klozete yapışmaz…”
.
Pazarlaması bu şekilde.
.
Eski evimizde bizim de bir klozetimiz vardı.
Türk Malı hem de.
1990’lardan kalma.
.
O da aynı böyleydi.
Temizliği kolaydı.
Az su ile temizlenirdi.
Büyük ihtimal mikroskopla bakıldığında “Gözeneksiz” olarak üretilmişti.
Tutunma katsayısı düşüktü.
Kısaca;
“Kaliteliydi…”
.
Bu aslında şu demek;
“Su tasarrufu…”
.
Öyleyse bizlere “Suyu tasarruf edin” diyenler, böylesi malzeme ile üretim yapmayı teşvik etmeliler.
.
Mesela;
“Aç-kapa” veya “Asansörlü” denilen bataryalar veya musluklar da su tasarrufu için çok ideal.
İnsan elini sabunlarken bir darbe ile suyu kesebiliyor, bir darbe ile açabiliyor.
Ancak çevirmeli muslukta bu imkânsız.
Siz elinizi sabunlayana kadar su akıp gidiyor.
Ucuz olarak ürettirilmeli ve “Çevirmeli musluklarla” değiştirilmeli.
.
Çok eski yıllarda su tasarrufu için İngilizlerin “Sabunu eline almadan musluğu açma” şeklinde kampanya yaptıklarını biliyorum.
.
“Dişlerinizi fırçalarken suyu açık bırakmayın!” şekli de vardı tasarruf istemenin.
.
Son yıllarda kapımıza kadar gelen susuzluğun bizleri nasıl tehdit ettiğinin hala farkında değiliz.
Suyu fütursuzca kullanıyoruz.
.
Barajlar eskisi gibi dolu değil,
Yağışlar kayboldu gitti,
Kuraklıklar,
Sıcaklıklar canımıza okuyacak.
.
Şu su tasarruf işini artık milli hale getirip bir politika halinde uygulamamız lazım.
.
Su kaynakları içinde susuzluk çekmek, aptallıktan başka şey değil çünkü…