Yazdım ya geçen gün, hani Güneydoğu gezimizi. Anlatırken “Nemrut Kralı” diye yazmışım.

Hâlbuki Nemrut Dağın’da yatan hepimizin bildiği “Kommagene Kralı Antiochos…”
.
Espri yapmıştım, “Bu bizim çiğköfteci mi?” diye.
.
Antiokhos çok uyanık bir Kral tabi.
Kökeni anne tarafından Seleukoslar’a yani Iskender’e, baba tarafından Persler’e yani Darius’a dayandığından ilişkileriyle hep sıkıntısız bir Krallık düşlemiş.
.
Bu Kral, tanrılara ve atalarına minnettarlığını göstermek ve ölümsüzleşmek için, Helenistik Dönemin en görkemli kalıntılarını burada bırakmış.
Adını yaşatmak için, daha hayattayken Nemrut Dağı’nın tepesine anıtsal heykellerle süslü görkemli bir mezar tepesi yaptırmış.
.
Bizim 5 kere dinlenip zor çıktığımız mezar tepesine bu Kral bakın ne yaptırmış?
.
Her terasta kendi heykeli ile birlikte tahtlar üzerinde oturan 9 metre yüksekliğinde devasa tanrı heykelleri diktirmiş.
Her biri yaklaşık 7-8 ton ağırlığındaki büyük taş bloklarının işlenmesiyle ve üst üste konmasıyla, parça parça yapılmış.
Tanrı-Kral Antiokhos Theos’un kendi heykeli ve
Ülkenin Ana Tanrıçası Kommagene Fortuna Tyche,
Baştanrı Zeus-Oromasdes yani Pers Tanrısı Ahura Mazda,
Apollon-Mithras,
Hermes Helios ve
Herakles-Artagnes, Ares yer almaktaydı…
.
Akıl almaz masraflar ve insan emeğinin zorlanması ile yapılan bu heykellerin, “Tanrı olma sevdasına kapılmış bir megalomanın şımarıklığından mı kaynaklandığı” tarihte pek bilinememiş.
.
Antiokhos, tarihte kendini tanrı olarak tanımlayan ilk kral da değil tabi.
Özellikle de, Hellenistik gelenekte bu tanrı krallar, hiç yadırganmayan bir durumdu.
Bunun sebebi, “Halkın kendisine bir kurtarıcı bulma zaaflarından kaynaklanıyor” olabilirdi…
.
Günümüzde de bazı (!) toplumlarda bu gelenek sürüyor hala.
.
Ancak, Antiochos’un diğerlerinden farkı, bu geleneği, “Kendi şahsı etrafında, ülke çapında bir din ve kültür reformuna dönüştürmesiydi.”
Tanrılaştırdığı şahsıyla, halk arasında baskın bir ilişki kurup, “Tanrılarıyla el sıkışır şekilde yaptırdığı kabartmalarda Tanrılara yakın olduğu izlemini vererek halkına gözdağı vermekteydi.”
.
CENDERE KÖPRÜSÜ
Size bir de “Cendere Köprüsü”nden bahsetmiştim ya.
Bu köprü 1800 yıl önce…
Şöyle anlatılıyor:
“Cendere Köprüsü, ‘Roma Köprüsü’ veya ‘Septimius Severus Köprüsü’ olarak da bilinir. ‘Antik Cabinas (Cendere) Çayı’ üzerinde yer almaktadır.
Köprü muhteşem bir kanyondan akan çayın iki tarafını birleştirdiği için bu isim verilmiştir.
Roma İmparatoru Septimius Severus’un (MS 193-211) emriyle, o tarihte Samsat’ta karargâh kuran XVI. Lejyon tarafından yaptırılmıştır.
Cendere Köprüsü, Antik Roma mimarisinin muhteşem bir anıtsal örneğidir. 
Köprü her biri tonlarca ağırlıkta olan düzgün kesme taşlardan yapılmıştır.
7 metre genişliğinde, 30 metre yüksekliğinde ve 120 metre uzunluğunda olan köprünün en ilginç mimari özelliği harç kullanılmadan yapılmış olmasıdır.
Köprü, her iki tarafından rampa biçiminde yükselerek orta kısımda birleşmektedir.
Bu özellik köprünün hem statik olarak dayanıklılığını artırmakta hem de köprüye anıtsal bir görünüm kazandırmaktadır.
1800 yıllık köprü yakın zamana kadar kullanılmakta idi.
Geçtiğimiz yıllarda yakınında bir köprü yapıldı.
Bu çok kısa zamanda yıkıldı ve yerine şu an kullandığımız köprü yapıldı…”
.
İşte komik tarafı burası.
Bu köprüye alternatif bir köprü yapılmış ve yakın zamanda yıkılmış…
Ne diyeyim?
İz söyleyin…
 
***
AYI RÜSTEM
Bizim kahvede herkes geçmişine, geleceğine sahip çıkar.
Çoğu Anadolu’dan gelme olduğundan adetlerimiz, geleneklerimiz sayılır, sevilir ve uygulanır.
Şimdilerde Dünyada moda olmuş çoğu akımların peşinde koşanlardan yoktur aramızda.
Allah, Kitap, Peygamber baş tacıdır.
Vatan birdir, bayrak tektir…
Atamız her zamanki gibi sonsuza dek kalbimizdedir.
.
Bunlara itiraz edenler pek bize uğramaz, uğrayanlar da sessizce köşede efendi efendi oturur, çayını içip gider…
Sesli itiraz eden olursa nazikçe uyarılıp, kapı dışarı edilir.
.
Biz nasıl herkesin sevgisine, adetine, inanışına saygı gösteriyorsak, onlar da bize saygı göstermeli.
Yoksa bu güzel vatanda nasıl yaşayacağız?
.
Bizim bu mahallede bayramlar, önemli günler coşkuyla kutlanır, katılımı yüksek törenler yapılır...
Her mahalleli camlara bayraklarını illa asar.
Bayrağı olmayıp, almaya parası yetmeyenlere muhtar bir sponsor bularak muhakkak tedarik eder.
.
Daha geçen güm 10 Kasım’dı.
Canımız, ciğerimiz büyük Liderimiz, Başkomutanımız, Mustafa Kemal Paşamız, Atatürk’ümüzü 84. ölüm yıldönümünde törenlerle andık.
.
Bizim mahalle yakınımızdaki okul bahçesinde toplandı.
Çocuklar hazırladıkları şiirleri, konuşmaları yaparken mahalleli izledi.
Hep beraber İstiklal Marşımız söylendi.
.
Saat 09.05 olduğunda sirenler çalmaya başlayınca kahvedekilerle beraber ayağa kalkıp, esas duruşa geçtik.
.
Geçmesine geçtik ama tam o sırada (kusura bakmayın ama gerizekâlı diyeceğim) gencin biri arabasının müzik sesini sonuna kadar açıp kahvenin önünden aheste aheste geçmeye başladı.
.
Sirenler hala çalıyor.
Ne yapacağımızı şaşırdık.
Yan gözlerle birbirimize baktık.
Herif o kadar rahat ki, sanki Kordonda geziyor.
Ben dayanamadım, atladım arabanın önüne.
Amacım müzik sesini susturtmak.
Zorla durdu ve kafasını camdan çıkarıp bağırdı, “Yuh Ayı! Önüne baksana be!” diye.
.
O sırada sirenler sustu.
Kahvedekiler sinirle hepsi arabaya üşüştü mü?
Arabayı sallaya sallaya, ittire, kaktıra kaldırıma aldık.
Bir yere gitme şansı kalmadı.
Neye uğradığını şaşıran delikanlıyı camdan çıkararak arabadan indirdik.
Hala salak salak ne olduğunu anlamaya çalışırken bizlere korku dolu gözlerle bakıyordu ve:
“Ne oluyor ya… Ben ne yaptım ki?” diyordu.
-“Oğlum sen eceline mi susadın? 10 Kasım ulan bugün! Atamızın ölüm yıldönümü ve biz saygı duruşu yaparken sen müzik sesini sonuna kadar açıp, bize nispet yapar gibi kahvenin önünden geçiyorsun! Kafan iyi mi senin?” dediğimizde kendine geldi.
-“Ağabeylerim, vallahi haberim yoktu. Ben şuradaki Ahmet Usta’nın tamirhanesinde çalışıyorum. İşe yeni girdim. Orada yatıp kalkıyorum. Bu araba müşterinin. Sabaha kadar aküsü şarjda kaldı, onu müşteriye götürüyordum. Teybi de iyi olunca dayanamadım açıverdim sesini. Benim 10 Kasım filan bildiğim mi var? Ekmek davasındayım…”
-“Bu mazeret değil. Sen burada çalışabiliyorsan, ekmek kazanabiliyorsan, Atatürk sayesinde… Onun doğumunu, ölümünü bileceksin. Ben duymadım, ben bilmedim miş… Yok öyle yağma. Onu sevmesen de saygı göstereceksin…”
-“Ağabey n’olur bana dokunmayın, eşeklik ettim bir kere… Ben de seviyorum Atamızı, ama unutmuşum işte…”
-“Tamam lan! Kes! Şimdi dön şu tepedeki bayrağa doğru. 5 dakika saygı duruşunda duracaksın tamam mı?”
-“Sen iste 10 dakika durayım, gözünün çapağını yerim senin canım ağabeyim…”
-“Kes yağlamayı… Şimdi, 4 dakikası ceza niyetine, 1 dakikası Atam için… Haydi başla saygıya…”
.
Bütün kahve hep beraber sessizce bekledik delikanlıyı.
5 dakika dolunca “Tamam” dedi İsmail Ağabey, “Yeter!”
Çocuk bin kere özür dileyerek bindi arabasına.
Biz de indirdik arabasını kaldırımdan.
“Akşamları gel çaya, karnın açsa da yine gel, seni doyururuz evlat…” diyerek uğurladık.
Adem ağabey arkasından su döktü…
.
Her zaman derim ya, “Bizim mahallede ekşın eksik olmuyor” diye.
Haftaya Allah kerim…