Katolik mahallenin papazı, o kiliseye gelişinin 25. yıldönümü şerefine verilen bir yemeğe davetliydi.

Katolik mahallenin papazı, o kiliseye gelişinin 25. yıldönümü şerefine verilen bir yemeğe davetliydi. Onuruna bir konuşma yapması için kasabanın ileri gelenlerinden bir politikacı seçilmişti.
Aynı zamanda bir kongre üyesi olan politikacı trafik nedeniyle yemeğe geç kalmıştı.
Herkes sıkıntıyla beklerken papaz bir konuşma yaparak sessizliği dağıtmak istedi.
“Bildiğiniz gibi, günah çıkarırken söylenenler asla açıklanmaz...” diye başladı papaz,
“... ancak size burada duyduğum ilk itirafı anlatmak istiyorum. Tabi kim olduğu hakkında bir ipucu vermeyeceğim, ama bu kasaba hakkındaki ilk izlenimlerimi anlatmak için bahsetmek istiyorum. 25 yıl önce buraya geldiğimde bana günah çıkarmak için gelen ilk kişi yüzünden buranın korkunç bir yer olduğunu düşünmüştüm. Bu kişi bana bir TV çaldığını, yolda onu durduran polisi öldürdüğünü, zimmetine para geçirdiğini ve patronunun karısıyla ilişkisi olduğunu itiraf etmişti. Şaşkına dönmüştüm! Fakat zaman geçtikçe onun buradaki en kötü insan olduğunu ve kasabanın geri kalanının son derece iyi, namuslu ve dürüst insanlardan oluştuğunu anladım ve burada kaldığım için çok mutluyum.”
Papaz konuşmasını tam bitirmişti ki, politikacı kan-ter içinde yemeğe yetişti.
Herkesten özür diledi ve hemen konuşmasına başladı;
“Sevgili papazımızın buraya ilk geldiği günü hiç unutmam. Aslına bakarsanız, kendisine ilk kez günah çıkarmak şerefi de 25 yıl önce bana ait olmuştu!...”
 
***
Temel İstanbul'a gittiğinde yüzlerce otomobillik bir konvoyun kendisini karşıladığını söylemiş. Arkadaşları "Hadi canım, sen de!" demişler. Temel: "İsterseniz, cumhurbaşkanı ve başbakana da sorabilirsinuz. Onlar da aynı uçaktaydu!.." demiş.
 
***
İngiliz lordu gezmek için Afrika’ya gitmiş.
Niyeti en otantik, en bakir yerleri gezip dolaşmak, kara kıtayı bir turist gibi değil, bir serüven adamı gibi keşfetmek.
Lordu tutup, ilkel kabilelerin yaşadığı medeniyetten uzak bir yere götürmüşler.
Adam rehberi ve bir kaç muhafız ile yerli köylerini dolaşmaya başlamış.
Saz kulübelerden oluşan bir köye rastlamış.
Köyü dolaşmış, insanlara bakmış.
Köyün öbür ucunda, açık araziye bakan bir yerde çıplak bir zenciyi kütükten bir tamtamın başında görmüş.
Bakmış ki adam elindeki ağaçtan tokmağı biteviye kütüğe vuruyor.
Dikilmiş başına, “Neden tamtam çalıyorsun?” diye sormuş.
Yerli kütüğe vurmayı kesmeden cevap vermiş, “Köyümüz susuz kaldı. Onun için çalıyorum.”
İngiliz elindeki pipoyu ağzına götürüp bir nefes çekerken, bilgiç bilgiç gülümsemiş:
-“Yani mevsim kurak geçti, nehirler kurudu. Su kalmadı. Sen de tamtam çalıp ruhları yardıma çağırıyorsun. Aklın sıra dua ile yağmur yağdıracaksın öyle mi?”
Yerli tamtamını çalmayı sürdürürken, bilgiçlik taslayan İngiliz’e şöyle bir yan bakış fırlatmış,
“Hiç alakası yok!” demiş.
-“Ben yandaki köyden tesisatçıyı çağırıyorum!..”
 
***
Tiyatroda bir seyirci yanındakine sorar:
-“Deminden beri sahneye devamlı domates atıyordunuz. Şimdi de perde kapanınca alkışlamaya başladınız. Perdenin tekrar mı açılmasını istiyorsunuz?”
Adam:
-“Evet, atamadığım iki domatesim daha kaldı da!..”
 
***
Adamın biri uzun ve yorucu bir iş gününün ardından bir kadeh içip rahatlamak istemiş.
Yakınlardaki barın kapısına geldiğinde bir bakmış, kapının önünde bir rahibe oturuyor, elinde de bir teneke kutu.
Adam kutuya birkaç bozuk para atmış, tam bara girecekken, rahibe ona içkinin zararlarından bahsetmeye başlamış ve ‘içkinin dünyadaki bütün kötülüklerin tek sorumlusu olduğunu, şeytanın ta kendisi olduğunu’ söylemiş.
Adam bunun üzerine sinirlenmiş:
-“İyi ama ben bütün gün stres altında deli gibi çalışıyorum. Mesai bittikten sonra bir kadeh bir şey içmek beni kötü biri yapmaz ki? Evliyim, karıma ve çocuklarıma tapıyorum, çevremdeki herkesle iyi geçiniyorum, bazı yardım kuruluşlarında gönüllü çalışıyorum, her pazar kiliseye mutlaka gidiyorum. Şimdi ben 1 kadeh Scotch içeceğim diye şeytan mı oldum?”
Rahibe ısrarla, “Seni anlıyorum oğlum, bunları seni kızdırmak icin söylemedim...” demiş, “... ama içki öyle sinsi bir şeytandır ki onu içen herkes büyülenir, lanetlenir.”
Adam; “İyi de, sen nasıl bu kadar emin konuşuyorsun? Hayatında bir yudum alkol aldın mı?”
Rahibe; “Hayır, asla! Alkol denen şeytan benim dudaklarıma asla dokunmadı.”
Adam; “Peki sence bir yudum içki senin gibi inançlı bir rahibeyi lanetli bir şeytana çevirebilir mi?”
Rahibe; “Eee, bilmiyorum.”                 
Adam:
-“Bak ne diyeceğim. Şimdi birlikte bara girelim. Sana bir içki ısmarlayacağım. Sadece 1 kadeh ve ondan sonra göreceksin ki, şeytan bardağın değil, insanın içindedir.” demiş.
Bunu duyan rahibe:
-“Ben bu şeytan yuvasına asla girmem!..” demiş, “... ama şeytanın bardakta değil, içimizde olduğunu söylemen ilgimi çekti. İtiraf etmeliyim ki meraklandım!”
Adam; “Tamam o halde, gel benimle içeri.”
Rahibe;
-“Hayır oğlum ben oraya giremem. Ama bak aklıma bir fikir geldi, sen benim şu teneke kutumu al, içeri gir ve o Scotch dediğin şeyi buna doldur, sonra da bana getir.”
Adam “Tamam...” demiş, içeri girmiş.
Barmene yaklaşmış:
-“Selam, 2 scotch istiyorum. Yalnız birini şu teneke kutuya doldurur musun?”
Barmen adama ters ters bakmış:
-“O Allah’ın cezası rahibe şimdi de bizim kapıda mı duruyor?”
 
***
Şimdi bana kaybolan yıllarımı verseler hemen eksik var mı diye sayarım.
Zaman kötü abi, yerde bulsan sayacaksın.
 
***
Tarihteki ilk tezahürat
2. Ramses’in piramidinin yapımında çalışan işçiler ayaklanır, saraya doğru yürüyüşe geçerler; “Piramitttt... Firavunaaaa... Mezar olacakkkkk!..”
 
***
Komutan, eğitimde erlere sormuş;
-“Bir ciple çölde gidiyorsunuz ve yukardan düşman uçağı sizi bombalıyor siz ne yaparsınız...”
İdris;
-“Ben cipi durdurup altına girerim...”
Dursun;
-“Ben cipi bırakır ve kaçarım...”
Temel;
-“Ben de sağa sinyal verip sola dönerim...”
 
***
Gardiyan kürek mahkûmlarına bağırır;
-“Size bir iyi bir de kötü haberim var... Önce iyi haber; 15 dakika dinlenin, kürek çekmeyin. Şimdi de kötü haber; 15 dakika sonra kaptan su kayağı yapmak istiyor!”
 
***
Bir grup bürokrat “Biraz hava değişikliği yaşayalım, kısa bir tatil yapalım da nereye gitsek?” diye düşünürken içlerinden biri “Bir çiftliğe gidelim, çalışalım. Açık hava, bol gıda; meditasyon gibi, kafamız boşalır.”
Fikir beğenilmiş, bizimkiler gitmişler bir köye, çiftçiye anlatmışlar: “Biz iki gün çalışmak istiyoruz. Bize ne yapacağımızı söyle, gerisine karışma.”
Köylü demiş ki “Bugün tarlayı gübreleyecektik. İşte gübre yığını, tarlanın üzerine dökülecek, sonra da toprakla karıştırılacak.”
Köylü akşam kahveden eve geldiğinde bir bakmış ki, iş çok güzel yapılmış, tarla cetvelle çizilmiş gibi sistemli bir biçimde gübrelenmiş.
İkinci gün köylü “Bugün de patates toplayın, irileri bir öbek yapın, küçükleri bir başka öbek, çürükleri de atın” demiş.
Akşam gelmiş ki, yapılan hiç bir iş yok.      
Bürokratlar ellerinde bir patates “Bu şimdi büyük sınıfına mı girer, küçüğe mi?” diye tartışıyorlarmış.
Ertesi sabah köylü, kahvede arkadaşlarına durumu özetlemiş: “Bu bürokratlar b.k atmayı iyi biliyorlar da, iş karar vermeye geldiğinde!..”
 
***
Sana “Biraz adam ol” diyeceğim de,
Seni de zor durumda bırakmak istemiyorum…
 
***
Mahkeme salonu...
Dâvada şahitlik etmesi için kürsüye yaşlı bir teyzeyi çağırırlar. Kadın yerine oturur ve davalının avukatı kadına yaklaşır:
-“Bayan Jones. Beni tanıyor musunuz?”
Yaşlı teyze cevap verir:
-“Âh evet, Bay Williams! Sizi çocukluğunuzdan beri tanıyorum. Siz ta o zamanlar bile aileniz için tam bir baş belâsıydınız. Devamlı yalan söylüyorsunuz, eşinizi aldatıyorsunuz, en yakınım dediğiniz insanların arkasından konuşuyorsunuz, 2 dolar fazla kazanmak için herkesi satarsınız...”
Davalının avukatı başta olmak üzere bütün salon şok olur.
Adam ne yapacağını bilemez halde kadına tekrar sorar:
-“Peki Bayan Williams ya karşı tarafın avukatını tanıyor musunuz?”
Kadın yine cevaplar:
-“Ebette tanıyorum! Çocukluğunda ona dadılık yapmıştım. Tembel, ödlek ve alkolik adamın tekidir. Etrafında bir tek dostu yoktur ve herkes onun hâlâ geceleri altına kaçırdığını söylüyor!”
Yine herkes şokta...
Bütün salonu bir uğultu kaplar.
Hakim kürsüye tak tak vurup herkesi susturur,
İki tarafın avukatını da kürsüye çağırır ve ikisine de eğilmelerini söyleyerek kulaklarına şunu fısıldar:
-“Eğer bu kadına beni tanıyıp tanımadığını sorarsanız ikinizi de harcarım!”
 
***
Büyük bir alışveriş merkezi, muhasebe servisindeki ana kasa arızalanınca geç saatte çilingir bulamamışlar, bunun üzerine tam yanlarındaki eyalet hapishanesinden yardım istemişler.
Hapishane müdürünün gönderdiği mahkûm iki dakikada açmış kasayı sevinmişler ve bu jesti karşılıksız bırakmamak için mahkûma teşekkür edip “Ne kadar istersin?" diye sormuşlar “Valla bilmem ki” demiş mahkûm, “En son açtığım kasadan 25 bin dolar almıştım!”
 
***
Orta yaşlı karı koca tarihi yerlerde dolaşırlarken bir dilek kuyusunun yanına gelmişler.
Kadın çantasından bozuk para çıkarmış, kuyuya eğilip parayı atmış ve bir dilekte bulunmuş. Arkasından kocası da çıkarmış bozuk parasını, iyice eğilmiş kuyuya tam parayı bırakacakken dengesi bozulmuş, kuyuya düşmüş ve boğulmuş…
Birkaç dakikalık şaşkınlıktan sonra “Aman Tanrım!” demiş kadın, “İnanamıyorum, işe yaradı.”
 
***
Hoca eşeği suyun kenarındaki gölgeye çekmiş, kendisi de kenara oturmuş, ufak ufak demlenmeye başlamış. Derken bir gürültü... Bir bakmış ki, çoban koyunları göle sulamaya getiriyor...
“Bre aman.. Çoban beni böyle görürse felaket... Doğru zaptiyeye gider, bu herif!”
Etrafa bakmış, eşeğin yanına asılı bir bakraç yoğurt...
Almış eline bakracı...
Kaşık kaşık atmaya başlamış yoğurdu göle...
Çoban yanaşmış hocaya;
-“Hayrola hocam, göl kenarında tek başına ne yapıyorsun bu saatte böyle bakalım?”
-“Görmüyor musun? Göle maya çalıyorum!”
-“Atma hocam! Göl maya tutar mı?”
-“Ya tutarsa!”
Çoban pek bir mana verememiş. Almış sürüsünü gitmiş..
Hocayı da almış bir düşünce;
-“Bu geveze şimdi bunu önüne gelene anlatır!”