.


Sokrat dalkavuklardan hoşlanmazmış. Bir gün bu cinsten bir adamla konuşuyormuş. Filozof ne derse dalkavuk tastık ediyormuş. Nihayet sabrı tükenen filozof şöyle haykırmış: “Hiç olmazsa bir kez olsun itiraz et de iki kişi olduğumuzu anlayalım yahu!”
 
***
Haccac-ı Zalim, Abdullah bin Zübeyr'i şehit ettikten sonra Medine'ye gelmiş. Bu vaka için herkesin ne söylediğini öğrenmek için tebdil-i kıyafet halk arasında gezmeye başlamış. Bir gün ihtiyar bir bedeviye rastlayıp sormuş:
-“Ya şeyh! Medine'de ne var, ne yok?”
-“Sorma halimiz pek yaman.”
-“Ne oldu?”
-“Ne olacak, Abdullah bin Zübeyr gibi bir adamı şehit ettiler.”
-“Kim etti?”
-“Haccac denilen o zalim, o Allah'ın belası...”
-“Sen Haccac'ı görsen tanır mısın?”
-“Hayır...”
-“İşte Haccac benim.”
Bunu duyan edevi:
-“Peki sen de beni tanır mısın?”
-“Hayır...” deyince
-“Ben de Benî Amir kabilesinden bir divaneyim ki; ne söylediğimi, ne yaptığımı bilmez, işte böyle saçmalar, gezerim.”
 
***
Bağdatlı bir halife bir gün geleceğini öğrenmek için sarayına bir müneccim çağırtır ve istikbalini okumasını ister. Müneccim de Halifenin avucuna, yıldızlara, cam küresine ve kahve falına baktıktan sonra şöyle konuşur:
-“Efendimiz, size maalesef büyük bir felaketi haber vermek zorundayım. Altı oğlunuzu da birbiri ardından kaybedeceksiniz. Hepsinin ölümüne şahit olacaksınız.”
Halife tabii öfkeden küplere biner.
Ve meş'um müneccimin derhal kellesinin vurulmasını emreder.
Sonra bir başka müneccim çağırtır.
O da kendi usulünce halifenin istikbalini okuyup, aynı sonuca varır.
Fakat bir önceki meslektaşının akıbetini bildiği için kehanetini şu sözlerle açıklamayı tercih eder:
-“Efendimiz, tanrının nimetleri üzerinden eksik olmayacak... Siz 6 oğlunuzdan çok yaşayacaksınız. Uzun ömürlü olacaksınız. Evlâtlarınızın hiçbiri sizi kaybetmenin acısına şahit olmayacak.”
Pek keyiflenen halife hemen bu hayırlı haberciye 1000 altın verilmesini emreder.
 
***
Yıldırım Bayezid köyleri dolaşıyordu.
Bir gün bir köyün birinde çok yaşlı bir köylüye rastladı.
Bu köylü, bahçesine küçük küçük fidanlar dikiyordu. Yıldırım Bayezid yaşlı köylüye yaklaşıp şaka yollu sordu:
-“Baba, bu fidanlar ne zaman büyüyüp de meyve verecek? Bu meyvelerden yemek sana nasip olacak mı dersin?”
Köylü: “Hiç sanmıyorum” dedi.
-“Öyle ise niye kendini yorup ekiyorsun?”
-“Biz atalarımızın diktiği ağaçların yemişlerinden yemiyor muyuz? Oğullarınız, torunlarımız da bizim diktiklerimizin yemişini yesinler...”
Bu cevap padişahın çok hoşuna gitti:
-“Aferin”, dedi. O zamanlar padişah kime “Aferin” derse bin altın vermek onun şanındandı. Padişahın yanındakiler köylüye bin altını verdi.
Köylü: -“Bak sultanım, gördünüz mü, bizim fidanlar şimdiden meyve verdi.”
Bu cevap Yıldırım’ın daha da hoşuna gitti. Köylünün sırtını sıvazladı ve:
-“Aferin baba, aferin!” dedi.
Köylü bu söz üzerine bin altın daha hak etti ve Allah'a dua etti.
 
***
Sultan III. Murad zamanında, padişahın hoşuna giden bir, dalkavuk varmış... Padişahın huzurunda yapmadığını komaz, Sultan'ı eğlendirir, çıkarken de parasını alır gidermiş...
Yine bir gün huzurda mesleğini icra edip çıkarken, verilen altın kesesini almamış:
-“Hayır padişahım, bu sefer altın değil, yüz sopa vurulmasını isterim!”
Herkes şaşırmış, ama padişah:
-“Vurun bakalım 100 sopayı... Herhalde bir bildiği vardır, görelim hele...”
Dalkavuğu yere yıkmışlar, falakaya yatırmışlar, başlamışlar tabanlarına vurmaya...
“Bir, iki, üç... on... yirmi... otuz... kırk–dokuz, elli” derken dalkavuk bağırmış:
-“Durun, benim bir ortağım var, yansını da ona vurun, hakkı geçmesin...”
-“Kim senin ortağın?”
-“Sizin bostancıbaşınızdır padişahım, ne zaman sizin ihsanınıza nail olsam, saraydan çıkarken kesedeki altınların yarısını alır. Madem ortağını, sopanın yarısı da ona vurulsun...”