Gündem

'Ülkeler bazında su ile ilgili politikalar belirlenmelidir'

Dünyayı son dönemde etkileyen herkesin gelecekte nasıl bir hal alacağını merak ettiği, kuraklık ve susuzluk hakkında, geçtiğimiz günlerde araştırmalar yapan Avukat İkbal Aytaç konunun ciddiyetinin tüm meslek kolları tarafından kavranması gerektiğinin altını çizdi.

Dünyayı son dönemde etkileyen herkesin gelecekte nasıl bir hal alacağını merak ettiği, kuraklık ve susuzluk hakkında, geçtiğimiz günlerde araştırmalar yapan Avukat İkbal Aytaç konunun ciddiyetinin tüm meslek kolları tarafından kavranması gerektiğinin altını çizdi.
 
Herkesin gelecekte nasıl bir hal alacağını merak ettiği, kuraklık ve susuzluk hakkında, geçtiğimiz günlerde bu konuda araştırmalar yapan Avukat İkbal Aytaç gazetemize özel değerlendirmeler yaptı.

Suyun önemi hakkında konuşan Aytaç,” Su, yaşam için vazgeçilmez bir maddedir. Tüm canlıların hayatını sürdürebilmesi suyun varlığına bağlıdır. Yeryüzünde bulunan suların yüzde 3’ünden azı temiz veya içilebilir su niteliğindedir ve bu suyun 2/3 buz halinde olduğundan Dünya’daki bütün suyun yalnızca yüzde 1’i kullanılabilir haldedir. Su, deniz, kara ve hava arasında su döngüsü denilen belli bir düzen bulunmaktadır. Kullanılabilir bu suyun miktarında artış bulunmamasına rağmen Dünya nüfusu her geçen gün artmaktadır. Suyun en çok kullanıldığı alanlardan biri tarımdır. Tarımsal faaliyetlerde suyun bilinçsizce aşırı kullanılması su kaynaklarının geri dönülemez bir biçimde zarar görmesine neden olmaktadır. Bu konuda en çarpıcı örneklerden biri ise Dünya’nın 4. Büyük su kaynağı olan Aral Gölü’nde yaşanmıştır. Gölü besleyen Amu Derya ve Siri Derya nehirleri pamuk üretimi için kullanılmış; bunun neticesinde Özbekistan Dünya’nın en büyük pamuk üreticisi haline gelmiş ancak göl 40 yıl içerisinde kurumuştur’’ dedi.

“TARIM ALANINDA KULLANILAN KİMYSALA SU KAYNAKLARI TEHLİKELİ”
Suyun neden kirlendiğine dair de bilgilerini paylaşan Aytaç bu konuda da, ‘’Tarım alanında daha çok ürün elde etmek amacıyla kullanılan kimyasal su kaynakları da büyük bir tehlike arz etmektedir. Özellikle fosfat ve nitrat içerden gübreler suyun kirlenmesine yol açmaktadır. Ayrıca yüzey sularının yetersiz olduğu bölgelerde tarımsal faaliyetler amacı ile yeraltı sularının bilinçsizce kullanılması su rezervlerinin azalmasına sebebiyet vermektedir. Suyun başka bir yaygın kullanımı da sanayidir. Su bol ve kolay elde elde edilebilir bir kaynak olarak görüldüğünden bir yere büyük bir sanayi kurulması beraberinde suyun kirlenmesini getirmiştir. Kırsal alanlarda enerji, turizm ve madencilik yatırımları yüzünden nehirlerde tıpkı ormanlar gibi ortak kaynak olma özelliklerini yitirmektedir’’ diye ifade etti.

“KURAKLIK SUSUZLUĞU ETKİLEYEN EN BÜYÜK UNSUR”
Su kaynaklarını en derinden etkileyen en büyük unsurun kuraklık olduğunun altını çizen Aytaç, ‘’Su kaynaklarıyla ilgili başka bir tehlike ise kuraklık, küresel ısınma ve iklim değişiklikleridir. Yaşanılacak olan aşırı sıcaklık ve kuraklıklar nedeni ile su kaynaklarında azalmanın meydana geleceği bununla birlikte bu durumun su döngüsünü bozacağı açıktır. Su ile ilgili olarak geçmiş çağlarda büyük bir problem yaşanmıştır. Ancak günümüzdeki durum çok farklı bir boyut kazanmıştır. Kontrolsüz sanayileşme, çarpık ve hızlı kentleşme, iklim değişiklikleri, küresel ısınma, Ayrıca HES ve benzeri su kaynaklarını ilgilendiren projelerin belirli bir yasal düzenlemeye tabi olması gibi ciddi problem su sorunun nedenli önemli bir boyut kazandığı göstermektedir’’ diye konuştu.

“SU HAKKI ANAYASA’DA DÜZENLENMİŞTİR”
Suyun hukuk açısından da önemi ve dayanakları hakkında ise; ‘’Ülkemizde genel olarak su ile ilgili pozitif hukuka bakıldığında su hakkının Anayasada ayrıca düzenlenmediği görülecektir. Bu konudaki hukuki koruma yeterli değildir.  Su ile ilgili mevzuata bakıldığında düzenlemelerin suyun bir insan hakkı olmasından ziyade mülkiyet hakkı doğrultusunda hareket ederek yapıldığı görülecektir. Kişisel bir hak olarak güvenli su ve sanitasyona erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin dava açılabilir. Ancak bu konu da özellikle HES projeleri ilgili bir örnek vermek gerekirse; HES projelerinde vatandaşlar yaşadıkları yerin korunması, doğa katliamı yapılmaması gibi nedenlerle iptal davası açtıklarında o bölgede yörede taşınmazları bulunmadığı için meşru menfaatlerinin ihlal edilmediği ve dava ehliyetlerinin bulunmadığı gerekçeleri ile davaları reddedilmektedir. Ancak geniş bir çerçevede bakıldığında yapılacak olan projelerin tüm şehri ilgilendirdiği, o şehrin tüm ekolojik yapısını etkileyeceği gözetilerek çevre konularında açılacak davalarda geniş bir yorumlama yapılması gerekmektedir. HES yapılacak bir yerin uzağında yaşayan bir vatandaş da doğal kaynakların tahribinden dolayı bunu önleyebilmek çevreyi korumak adına her bir bireyin dava açabilmesi ve taraf ehliyeti konusunda olumsuz bir durumla karşılaşmaması gerekmektedir. Özellikle çevre konularında sadece mülkiyet odaklı düşünmek hak arama ihlaline neden olacaktır.  Çünkü Anayasa’nın 56. Maddesine göre “Herkesin sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir. Çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek Devletin ve vatandaşların ödevidir“ dedi.

“PANDEMİ’DE GÜVENLİ SUYA ULAŞMANIN ÖNEMİ ANLAŞILDI”
Pandemi sürecinde ise bir kesim için ne kadar hayati olan suya ulaşamadığının tekrar altını çizen Aytaç,‘’Örneğin tüm dünyayı ilgilendiren korona virüs kapsamında COVID-19’dan korunmak için el yıkama ve hijyen konusunda ısrarlı uyarılar yapılmıştır. Ancak BM’nin yayımladığı Dünya Su Raporu’na göre dünyada yaklaşık 2,1 milyar kişi evlerinde temiz suya ulaşamamaktadır. Başka bir anlatımla dünya nüfusunun 10’da 3’ü evlerinde temiz sudan yoksundur. Dahası, dünya nüfusunun yaklaşık 10’da 6’sı güvenli sanitasyona erişememektedir. Bu da güvenli su ve sanitasyona erişim hakkının ne denli önemli olduğunu bize göstermektedir’’ şeklinde konuştu.

Aytaç devamında da doğanın günümüzde korunması ile ilgili şu ifadeleri kullandı: ‘’2010 yılında BM’de Güvenli su ve sanitasyon’a erişim bir insan hakkı olarak kabul edilmiştir. Günümüzde yasal düzenlenmelerin doğayı korumaktan uzak olduğu bu konudaki politikalarda suyun sadece bir meta olarak elde alındığı görülmektedir. Su hakkının bir insan hakkı olarak Anayasa’da yer alması gerektiği açıktır. Ayrıca Türkiye’de doğup komşu ülkelere akan nehirlerle ilgili olarak uluslararası bir su politikası belirlenmesi gerekmektedir. Su sorununa ilişkin çözüm ise insan kaynaklıdır. Ülkenin su ile ilgili politikalarını belirlemesi ve bu politikaları suyun bir insan hakkı olduğunu gözeterek yapması gerekmektedir. Unutmayın susuzluğun herhangi bir ilacı aşısı bulunmamaktadır. Her şey bizim elimizde”dedi.
 
Özel Haber: İbrahim Akın Kazancı