Ne demişler?


Ne demişler?
“Eşin arabayı alırsa, otobüse kalırsın.”
.
Eee!
Doğru.
.
Dardanos’tan bindim otobüse (neden otobüse bindiğimi tahmin ettiniz herhalde),
Çıktım Çanakkale’ye yola doğru.
.
Sağ tarafımda benden de yaşlıca bir hanımefendinin telefonu çaldı.
Açtı ve başladı konuşmaya.
.
(aralıklarla konuşmasını yazıyorum)
.
“Otobüsteyim.”
“Evet sana da dediğim gibi Köprübaşında inip balık yiyeceğim.”
“İstersen sen de gel beraber yiyelim, sonra çarşıya gideriz…”
.
(Ben düşündüm, düşündüm Köprübaşında bir balıkçı hatırlamadım. Merak bu ya. Kadının nerede balık yiyeceğini takibe başladım. Tek gözümle camdan dışarı bakarken, diğer gözümle kadını kolluyorum. Bukalemun gibiyim…)
.
Kadın ayağa kalktı.
Kapıya yanaşıp zile bastı…
Araba İbrahim Bodur Lisesinin önünde durdu.
Kadın indi.
Anladım ki Belediye Tesislerine gidiyor balık yemeye.
Anladım ki sadece ben değil, bütün otobüs merak etmişti kadının nereye gideceğinin.
Şoför bile kadın indikten sonra onu takip etti…

Öğle yemeğe çıktım.
Devamlı gittiğim bir lokantadayım.
Yan masamdan bir bağırtı geliyor.
Önce iki kişi kavga ediyor sandım.
Kafamı çevirdim.
Türbanlı, şık giyimli, kolları bilezik dolu Türkçesi bozuk bir kadın telefonla konuşuyor.
.
“Teyze” diye hitap ediyor karşısındakine.
.
“Bana baksın o! Eğer evime gelmezse, ölene kadar onun evine uğramam…”
.
Bahsettiği aileden biri belli...
İsmini de söyledi ama buradan yazmayayım ayıp olur.
.
“Enişten gerekirse bu söylediklerimi ona aktarsın. Yeminle söylüyorum görüşmem bir daha…”
.
Artık ne olduysa?
.
Ama bütün lokanta bu kadını dinliyor.
Karşısında (büyük ihtimal) oğlu oturuyor.
Sanırım Üniversiteye getirdi.
.
Bütün lokanta kadını benim gibi dinledi.
Bazılarını duydum;
“Cık, cık, cık…” yaptı.

Sokakta gidiyorum.
Arkamda sert bir erkek sesi geldi bağırtı ile
“Seni bırakacağım, arkandan gelmeyeceğim” diyor.
.
Döndüm baktım 20 yaşlarında bir genç.
.
Kulaklığı var.
Kendi söylediğini, kendi kulağı duymuyor yani.
Biz duyuyoruz da, o kulaklıktan duyuyor, ne kadar bağırdığının farkında değil...
.
Karşıdakini bir müddet dinledikten sonra “Sen bilirsin” diye devam etti ve “Elimi sallasam ellisi…”
.
Dahasını dinlemedim tabi.
Ayıp.
“Herkesin özeli var” diyeceğim ama bu çocuğun yok.
Daha sonra fark ettim ki;
Bütün esnaf çocuğu dinliyor ve tebessüm ediyordu.

Bizim Türk milletinde yüksek sesle konuşma hastalığı olduğunu fark ettim.
.
Peki, ne zaman fark ettim?
Eşim bana, “Neden bağırarak konuşuyorsun!” dediğinde.
Durdum.
Düşündüm.
Hakikaten ben bağırarak konuşuyorum.
Acaba kulaklarımda bir sorun mu var?
En kısa zamanda doktora gidip baktıracağım söz.

Eh, haftanın fıkrası da bu olsun o halde;
.
Adam doktora gider:
-“Doktor bey, galiba karımda işitme kaybı başladı. Ne yapabiliriz?”
Doktor:
-“Eve gittiğiniz zaman, karınızın arkasında, biraz uzakta durun. Normal bir sesle ona bir soru sorun. Eğer sizi duymazsa biraz daha yaklaşın ve sorunuzu tekrarlayın. Hangi mesafede duyduğunu tespit edelim, ona göre bir tedavi uygularız.”
Adam eve döner.
Karısı mutfakta yemekle uğraşmaktadır.
Adam mutfağın kapısında durur ve normal bir sesle:
-“Hayatım, ne yiyoruz bu akşam?” diye sorar. Karısından ses gelmez.
Adam bir iki adım atar ve bir kez daha sorar:
-“Hayatım, ne yiyoruz bu akşam?”
Karısından yine ses gelmez.
Adam kadının dibine kadar gelir ve tekrarlar:
-“Hayatım, ne yiyoruz bu akşam?”
Karısı öfkeyle dönerek cevap verir:
-“Üçtür köfte diyorum ya hayatım!”