.

İznimin bittiğini dün beyan etmiştim zaten.
.
Rahatlık sonrası bilgisayar başına oturmak öylesi kolay değil.
Zira konsantrasyon isteyen, birikim bekleyen yazılar hemen akla gelmiyor.
Elimizdeki telefonlardan gündemi takip etmek bir takım avantajları sağlıyor tabi, o ayrı.
.
Karadeniz gezisi ile ilgili yazacağım yazılarım ile Kazdağları ile ilgili yazacağım yazılarım arasında tercih yapmam gerekti.
.
Önce hangisi yazılacaktı?
.
Kazdağları daha çok su götürür gerekçesi ile önce “Karadeniz’i taze taze yazayım” dedim.
Zira Kazdağları yazım öyle üç-beş günde bitecek gibi değil.
.
Biz kafile olarak:
Bursa, Bolu, Devrek, Safranbolu, Kastamonu, Sinop, Samsun, Ordu, Giresun, Trabzon, Rize, Batum, Amasya, Çorum, Ankara ve Eskişehir hattında 8 gün 7 gecelik bir geziye katıldık.
.
4000 kilometrenin üzerinde yol yapmaktan mabadımız dümdüz oldu.
.
Karadeniz olunca, eğlenceli ve zevkli geçen yolculuklar, otel anıları ve insan ilişkileri yoğunluğumuzu aldı diyebilirim.
..
Samsun’da adama kalacağımız oteli sorduk;
“Otel ne kadar uzaklıkta?”
“Ha bu 100 metre ileridedur da.”
Yola koyulduk.
En az 600 metre o sıcakta kan ter içinde yokuş yukarı yürüdük.
Akşam adamla karşılaştık ve tekrar sorduk;
“100 metre demiştin?”
“Daha mu kısaymuş?”
..
Rize’de kaldığımız otelde akşam yemeğinden sonra horon öğretmek üzere bir genç milleti piste kaldırdı.
.
Kardeşi tulum çalıyor, kendisi ise o Laz şivesi ile komutlar veriyordu.
“Ula uşaklar dediğumi tekrar edecesunuz.”
“Ederuz…”
.
Genç Laz şivesi ile bir şeyler söylüyor ama anlayana tabi.
Durum böyle olunca kimse söylediğini tekrar edemiyor.
Çocuk da sinirleniyor;
“Tekrar edun da…!”
.
Çocuğa diyemiyoruz ki “Anlamayruk…”
.
Neyse horon horon olalı böyle zulüm görmemişken genç, topluluğa seslendi;
“Ula misafurler, kefenun cebu yoktir ama Tulumun cebu vardur” diyerek nazikçe “Cabo” istedi.
..
Eskiden buralara gitmiş olanlar Karadeniz’in turistik yerlerini hala güzel sanıyor olabilirler.
Ama nerdeee…
.
Düzensiz ve insafsızca yapılan betonlaşmalar dolayısı ile güzelim Ayder, Uzungöl bitmiş vaziyette.
Sıra Fırtına Vadisi’ne gelmiş.
.
Denizler doldurulmuş,
O güzelim yeşillikler bitirilmek üzere.
.
Bunlara kim, nasıl insafsızca izin veriyor anlamış değilim.
.
Çamlı Hemşin’de koskoca derenin yatağına “Öğretmen Evi” kondurmuşlar.
İnanamazsınız.
.
Turistler artık bilinen değil, bilinmeyen daha bakir bölgelere gidiyorlar.
.
Esnaf ise oldukça insafsız.
Beğendiğiniz bir eşya için muhakkak pazarlık yapmanız gerekiyor.
20 liraya aldığınız bir eşyayı, biraz ileride 5 liraya alma şansınız var.
.
Son toprağına kadar betonlaşmış ve Araplara peşkeş çekilmiş Ayder Yaylası’nda 1 saatlik park ücreti 20 liraydı.
Gerisini siz düşünün.
.
Belki son günlerde gazetelerde okudunuz: “1 Eylülden itibaren Ayder Yayla’sındaki salıncaklar kaldırılacakmış.”
.
Ya o binalar ne olacak?
Mantar gibi biten kargacık, burgacık binalar?
.
Oralara baktıkça bizim Kazdağları’nın geleceğini görüyorum.
.
Müteahhitler oralarda staj yapmışlar, şimdi sıra bizim buralara gelmiş.
“Altın, feldspat, kuvars” derken, betonlaşma bizi de bitirecek gibi duruyor.
.
Gezdiğim yerlerde favorim Amasya’ydı.
Turistlerin fazla uğramadığı,
Esnafının fazla bozulmadığı,
Mimari özelliklerinin değişmediği,
Temizliği,
İnsanlığı harikaydı.
.
Şehzadeler şehri olarak bilinen Amasya’ya “Bravo” diyorum.