Gazetelerimizde çıkan haber şöyle;

“CHP Çanakkale Belediye Başkan Adayı Muharrem Erkek, Deprem Uzmanı Prof. Dr. Naci Görür’ün yürüttüğü Deprem Bilinçli Kentler Projesi’ne Çanakkale’nin de katılacağını açıkladı.”

.

İçinizden;

Nedir bu “Deprem Dirençli Kentler Projesi?” diye soracak olursanız işte cevabı:

“Dirençli şehir, şehrinde hiçbir kriz veya riske maruz kalmayan değil, her ne sebeple olursa olsun beklenmedik biçimde ortaya çıkan durumlar karşısında hazırlıklı olan ve rasyonel çözümler üretebilen şehirlerdir.”

.

Bu çözümlerin en başında “Depreme Dayanıklı Yapılar” geliyor.

.

Bu yapıların da çoğunu konutlar oluşturuyor.

.

Şöyle arkamıza yaslanıp soralım;

Resmi kaynaklarca depreme dayanıksız konutlar için nasıl bir yol izlenecek?

.

“Yık yenisini yap” demenin adama maliyeti tam 2 milyon lira.

.

Adamın parası yok (ki gayet normal).

Şimdi ne olacak?

.

Belediye kredi mi verecek?

Belediye kendisi mi yapacak?

Belediye-Devlet iş birliği ile hal yoluna mı gidilecek?

.

Bizim arkadaşların İnönü Caddesi’nde evleri vardı.

Yapılan testlerde;

“Depreme Dayanıksız” çıktı

Yani yıkılacak…

.

Resmi makamlar;

“Kendiniz yıkıp, yeniden yapacaksınız” dedi.

Para yok.

Ne olacak?

.

“Deprem Dirençli Kentlere” nasıl dahil olunacak?

.

Bu vaatleri bir kenara bırakıp, çözüm söylemek daha makul olur.

Lütfen yani…

 

FITRAT MESELESİ

Partiler adaylarını yavaş yavaş açıklıyor.

Ancak içlerinde CHP’nin durumu biraz karışık.

.

Mevcut başkan adaylığını koymayınca, yerine (Ön seçimsiz atamalı) yenisi gösterildi.

.

Yeni aday mesela; “Raylı sistem yapacağız” dese seçmen der ki:

“20 senedir iktidardasınız daha önce niye yapmadınız?”

.

“Biz geçmişin devamıyız aynı yoldan gideceğiz” dese seçmen der ki; “Anlaşıldı bir şey yapmayacak. Demek ki hepsi yapılmış.”

.

Geçmişi suçlasa bir türlü, geleceğe ışık tutsa bir türlü.

Anlaşılan adayın işi zor.

.

Aynısını Kepez’de yaşadık.

Halef-selef arasındaki kavga hala sürüyor.

Hâlbuki

Görevi bırakan da CHP’li, görevi alan da CHP’li.

Bu partinin fıtratında bölünme, parçalanma ve kavga var galiba.

.

Diğer adaylar için iş kolay.

“Bunlar 20 senedir bir şey yapmadılar” deyip geçebilirler.

“Biz gelince Çanakkale’yi uçuracağız” diyebilirler.

“Yaptıklarımız, yapacaklarımızın teminatıdır” demek için bizi seçin” diyebilirler.

“Bize bir kere fırsat verin belediyeciliği görün” diyebilirler.

.

Yarış sıkı geçecek belli.

Biz de merakla bekliyoruz.

 

DOĞRU BİLİNENLER

Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Murat Karataş yaptığı araştırma sonrası, Çanakkale Savaşları sırasında şehit olan bazı askerlerin isimlerinin kayıtlara geçmediğini iddia etti.

Gazete çıkan haberi şöyle;

“Şehitlerin künye bilgileri Osmanlıca olarak hatalı yazılmış ya da kaydedilmiş olabilir. Osmanlıcadan okunanlar hatalı okunmuş ya da hatalı şekilde baskıya girmiş olabilir. Ancak Çanakkale Cephesi’nde yüzde 20’lik şehit künye kaydı eksikliği söz konusu. Osmanlı askerinin o gün tuttuğu notlar, akademisyenler tarafından son 10-15 yıldır yeni yeni okunuyor. Bu askeri evraklar yeniden okunmak zorunda. Aradan 100 yıldan fazla süre geçti, birliklere ait zayiat cetvelleri ve hastane kayıtları okunduğu zaman ancak Çanakkale Cephesi'ndeki net şehit sayısını ortaya çıkarabiliriz.”

.

Böylelikle bizlere açıklanan şehit sayısında bir problem var demektir.

.

Dilimizde hep “250 bin Şehit verildiği” yönünde cümleler dolaşmaktadır.

Defalarca bu sayının yanlış olduğu açıklansa da bir türlü dilimizde düzeltemedik.

.

18 Mart 2022 tarihinde TRT Haber sitesinde yayınlanan Tarihçi Yazar Koray Şerbetçi; “Çanakkale Zaferi hakkında doğru bilinen yanlışlar” adlı yazısının bir bölümünde şöyle diyor;

“Özellikle Çanakkale Savaşı’ndan bahsederken sürekli dile getirilen 250 bin şehit sayısı gerçeği yansıtmamaktadır.

Buradaki yanlışlık, askeri terminolojinin yanlış anlaşılmasından ileri gelir.

Çünkü askerlik kavramları içerisinde şehit ile zaiyat arasında fark vardır.

Şehit savaşta canını vermiş, hayatını kaybetmiş askerleri ifade etmekteyken zayiat kelimesi savaş dışı kalmış ama her türlü yöntemle savaş dışı kalmış asker demektir.”

.

Hazır konu yanlışlıklardan açılmışken Tarihçi Yazar Koray Şerbetçi şu konuyu da açıklığa kavuşturmuş;

“Yine duygusal olarak özellikle bazı takvimlerde ve afişlerde basılan arkalarında bir uçağın olduğu ve önünde iki tane askerin olduğu bir resim vardır.

Bu askerlerin kıyafetleri gerçekten içler acısıdır ve duruşları da bitkin ve yılgındır bu resim Çanakkale Savaşı'nda işte savaşı böyle kazandık bu şartlarda kazandık diye servis edilmektedir ki askeri tarihçilerin araştırmaları sonucu aslında bu resmin Çanakkale Savaş’ları sırasında çekilmediği ve o resimde görülen iki şahsın asker olmadığının ispatlanmasıdır.”

.

Konu epey sardı beni.

Şu konuya da bir bakalım yazımızı sonlandıralım.

.

Tarihçi Yazar Koray Şerbetçi diyor ki:

“15 yaşındakilerin askere gittiği konusu tam olarak takvimsel bir hatadır…”

.

“12 Mayıs 1914 tarihinde çıkarılan askere alma kanunu ile 21 yaşındakilerin askere alındığını görüyoruz.

Fakat savaşın ilerlemesiyle birlikte özellikle 1914’ün Ağustos ayında yine 21 ve 28 yaş arası tahsil görenlerin de askere alınabileceğine dair bir emir çıktığını görüyoruz.

Fakat sadece Çanakkale Cephesinde değil pek çok cephede savaşların sürmesi ve asker ihtiyacının artması üzerine yeni bir kanun çıkmış ve askere alımlar 18 yaşına kadar düşmüştür.

İşte yanlışlığın yapıldığı nokta tam da burasıdır.

.

Çünkü o dönemde Osmanlı Devleti, ‘Rumi Takvim’ diye bilinen bir takvim kullanmaktaydı ve askere alınma yaşı 18 yaşa kadar düşmüştü.

O dönemde 18 yaşında olanlar Rumi takvime göre ‘1315 doğumlular’ olarak addedilmekteydi.

Hatta bir halk türküsünde askerler için yapılan ‘Hey 15’li' türküsündeki 15’li tam da buradan gelmektedir.

O nedenle 15 yaşındakilerin askere gittiği konusu tam olarak takvimsel bir hatadır.”

.

Şunu da yazayım tamam.

.

Konu şu:

“Anzaklar tarafından 57 Alay Sancağı ele geçirilerek Avustralya’ya götürüldü…”

.

Tarihçi Yazar Koray Şerbetçi bir konuyu daha aydınlatıyor haberde.

“Bir diğer nokta da 57’nci alay sancağıdır.

Bu konuda ciddi araştırmalar yapılmıştır ve gerçekten bir kahramanlık destanı yazan 57. Piyade Alayı’nın sancağı çok spekülasyona tartışmaya neden olmuştur.

Bu Alayın tamamen şehit olduğu ve özelikle Anzaklar tarafından Alay Sancağının ele geçirildiği daha sonra Avustralya'ya götürüldüğü yazmaktadır.

Ama bu da tam olarak kanıtlanmış bir nokta değildir.

Çünkü bunu yanlışlayan bir durum vardır. 57. Alayın Çanakkale Muharebelerinde yazdığı destan üzerine dönemin Padişahı 5. Mehmet Reşat Alaya bir madalya vermiştir. Daha sonra verilen bu madalya, 1916 yılında İstanbul ve Şile arasındaki Çelebi Köyü’nde yapılan bir törenle alayın sancağına takılmıştır.

Eğer alayın sancağı Anzaklar’ın eline geçseydi bu törenin yapılmaması gerekirdi.

Peki, Avustralya'daki sancak neyin nesi? Avustralya'daki sancağın aslında 46’ıncı piyade alayına ait olduğu bilinmektedir.”

.

Tarih her zaman doğruyu söyler.

Böylece doğru bilinen yanlışları ilim sayesinde öğreniyoruz.

.

Atatürk’ün dediği gibi;

“Hayatta en hakiki mürşidimiz ilim olsun.”

.

Hz. Peygamberimizin vasiyet ettiği gibi;

“İlim Çin’de de olsa gidip alalım!”

.

“Bana bir harf öğretenin 40 yıl kölesi olurum” diyen Hz. Ali gibi her zaman ilim peşinden koşalım…