Çöpler Muhteşem varlık olarak lanse edilen insanoğlunun en büyük özelliklerinden biri hem fiziki hem de manevi; “Çöp üretmesidir.”

Bulunduğu yeri pisletme,
Ürettiği çöpü toplayamama gibi birçok yeteneği mevcuttur.
.
“Modern” dediğimiz yaşama geçtikçe çöp üretmeye devam eden insanoğlu, kargaların caddede buldukları çöpleri çöp kutusuna atma yeteneklerine bile kavuşamadı bir türlü.
.
Hani derler ya:
“Kuş kadar beyni yok” diye.
Aynı o durum.
.
İlk çağlardan beri günümüze gelen insanoğlu, doğal yaşamında 70 ila 100 milyon tohumundan en akıllısı ve en güçlüsü hayatta kalması gerekirken, şimdilerde bir dolu cerrahi müdahalelerle bu düzen bozuldu.
.
Önüne gelen dünyaya gelmeye başladı.
Hani denildiği gibi;
“Işığı gören geliyor…”
.
Bu sebeple yaradan tarafından şifrelenmiş “Tohumların seçilme hakkı” insanoğlu tarafından bozuldu.
.
70 milyon tohumdan seçilmiş olan değil, artık her hangi bir embriyo dünyaya gelmeye başlayınca olanlar oldu.
.
Artık elimizde eğitimle bile düzelemeyecek bir nesil oluştu.
.
Şimdi bu kadar laf salatasını niye yaptım?
.
Sabah erkenden serin olan balkonumuzda kahvaltı ediyoruz.
Belediyeye ait bir temizlik görevlisi (çöpçü), elinde süpürgesi ile elinden geldiğince sokağı temizledi.
Sürekli şikâyet ettiğimiz sokağımız artık tertemizdi.
.
Görevini tamamlayan temizlik görevlisinin ayrılmasından tam 5 dakika sonra bir adam, içinden aldığı son sigarasını yaktıktan sonra elindeki sigara paketini sokağın tam ortasına attı.
.
O an bağırıp; “Len! Ne atıyorsun paketini yere! Daha yeni temizlendi!” demek geldi.
.
Tabi mümkün değil.
.
Adam daha sonra bana doğru yukarı bakıp:
“Sana ne ulan! Babanın caddesi mi?”,
“Sen belediye misin?”,
“Sana mı kaldı caddenin temizliği!”
“Sen buranın bekçisi misin?” şeklinde sinirli bir ruh haliyle bir şeyler der mi?
Der!
.
Veya son zamanların moda davranışı olan belinden çıkardığı tabancasını bana doğrultup, mermi yağmuru başlatsa?
.
Adam gittikten sonra o caddeden geçen biri sigara paketini görüp;
“Belediye hiç çalışmıyor”
“Belediye çöpleri toplamıyor” der mi?
Der…
.
Bizim sitenin altında bir zincir market var.
Belediye o marketin olduğu kaldırımın tam köşesine (kapağı ayakla açılan) koskocaman (Çöp atmaya gelenlerin gözlerinde eğer “Miyop” var ise, “Daha iyi görsün” diye) bir çöp konteynırı koydu.
(Daha önce yazmıştım)
.
Sonra olanları size anlatayım;
Kendine münhasır titizliği ile övünen bir takım vatandaşlar, kapağı açmak için bastıklarında “Narin ayakları pislenir” diye çöpünü, konteynırın içine değil, kenarına bırakıyor.
.
Kendine münhasır hayvan severlerden bazıları ise ellerindeki yemek artıklarını “Kediler, köpekler yesin” diye çöpün içine atmayıp, kenarına ağızları açık bir şekilde bırakıyorlar. (Hâlbuki kendi evlerinin önüne de bırakabilirler. Tahminim komşuları itiraz ediyor)
.
Konteynır kapağının nasıl açılacağı konusunda bilgisi olmayanlar da yanına bırakıyor sanırım.
.
Çok acele işi olan vatandaşlar sabah evden çıkarken yanlarına aldıkları çöpü konteynırın içine atmak yerine, yanına fırlatarak geçip gidiyorlar işlerine.
.
Ayrıca çöp karıştıran vatandaşlar da içinde bakamadıkları çöp paketlerini dışarı alarak, kurcaladıktan sonra oracıkta bırakıp gidiyor.
.
Sonuçta çöp mahallinde,
Konteynırın içinden çok dışında çöp oluşuyor.
Sıcaktan kokuyor,
Rüzgârdan uçuşup mahalleye dağılıyor.
.
Çöpünü atamayan bir millet olarak,
Suçu başkasına atmak için sıraya geçiyoruz.
.
“Belediye çalışmıyor”,
“Belediye çöp toplamıyor” gibi büyük laflar ederek “Muhalif yönümüzü” cümle aleme gösteriyoruz.
.
Belediye de dört dörtlük iş yapmıyor.
Eyvallah.
.
Ama bu şehir bizim (göçmenler geldikten sonra değişti ama olsun),
Bu şehre el birliği ile sahip çıkmamız lazım,
Belediyeye yardım etmemiz lazım…
(Nihayetinde yüzde bilmem kaç ile rekor seviyede seçerek görev verdiğimiz bir Belediye var.
Memnun değilsek, seçim geliyor değiştiriveririz olur biter…
O bizim elimizde.
Ancak şimdi şikâyet etmenin âlemi yok.
Seçime kadar sahip çıksak yeter…)
.
Ama nasıl?
.
En son örnek bizim siteden.
.
Su, doğalgaz ve elektrik faturaları sokak kapısının yanında ve kendimize ait olan posta kutularına konuyor.
Vatandaş akşam eve geldiğinde posta kutusundan alıyor.
.
Ancak zaman zaman bu faturalar rüzgâr vasıtası ile uçuşup yere düşüyor.
.
Geçtiğimiz günlerde yine böyle bir durum yaşandı ve yere 3 adet fatura düştü.
.
Normalde ben her gördüğümde hemen alıp kutulardaki yerlerine koyarım.
Ancak bu sefer bir sosyal deney bağlamında “Bakalım ne olacak?” diyerek almadım ve gözlemledim...
.
O faturalar, 17 dairelik apartmanda tam 6 gün yerde durdu. (Temizlik görevlisi haftada bir geliyor)
Bir tane vatandaş alıp, yerine koymadı.
.
İşte size bu ülkenin küçük bir durumu:
“Birileri gelsin yapsın!”
“Madem para veriyoruz, o yapsın!”
Düşüncesi hakim...
.
Elimizi taşın altına sokmadığımızdan birileri gelip bizi yönetiyor, sonra da “Neden böyle oldu?” diyerek hayıflanıyoruz.
.
Elimizi taşın altına sokmadığımızdan şehir hep pislik içinde.
.
Elimizi taşın altına sokmadığımızdan ormanlar kesiliyor, yakılıyor.
.
Elimizi taşın altına sokmadığımızdan zamlar geliyor, piyasalar allak bullak.
.
Elimizi taşın altına sokmadığımızdan eğitim bu halde.
.
Elimizi taşın altına sokmadığımızdan trafik bu halde.
.
Elimizi taşın altına sokmadığımızdan ülke bu halde…
.
Yıllarca bağırmadık mı?
“Ey! Atatürk! Gel bizi kurtar” diye…
.
Hep başkasından bekledik,
Hep birilerinden bekledik,
Kendimiz, ‘Aman bana ne!’ diyerek bir köşeye çekilip başkalarına b.k atmadık mı?
.
Ne yaşıyorsak dış mihraklardan değil;
Kendi beceriksizliğimizden,
Kendi iş bilmezliğimizden,
Kendi tembelliğimizden,
Kendi şahsi çıkarlarımızdan,
Kendi korkaklığımızdan…
 
 
Uçak fobisi olan zengin bir işadamı uçağa binmek zorunda kalmış, korkunca elini açmış “Allah’ım yere sağ salim inersem servetimin yarısını fakirlere vereceğim…” demiş.
Uçak yere iner inmez şoförünü ve Mercedes’ini görünce, yine ellerini havaya açmış demiş ki;
“Allah’ım şu yarattığın insanoğlu yukarı da olunca ne kadar da boş boş konuşuyor…”
 
Aya gideceğiz
Bizimki seçim öncesi “Ay’a gideceğiz” şeklinde açıklama yapmış, hatta büyük bir bütçe hazırlandığını duyurmuştu.
Dinleyenler coşku ile alkışlamış, “Yaşa!”, “Nurol!” sesleri Arş-u Ala’yı süslemişti.
.
Hatta “Güneş’e gideceğiz” de diyebilirdi.
Temel gibi.
.
Temel “Biz güneşe gideceğiz!” deyince herkes gülmüş.
“Nasıl gideceksiniz, çok sıcak!” diyerek itiraz etmişler bu konuşmasına.
Temel çok kuvvetli bir kahkaha atmış ve şöyle demiş;
“Ahmaklar! Biz de biliyoruz güneşin sıcak olduğunu ama biz, akşam serinliğinde gideceğiz…”
.
Neyse konumuz güneş değil, Ay.
.
Amerikalılar Ay’a gitmek için 1966’da harekete geçmişlerdi.
O zamanlardan kalma bu hikâye hep anlatılır durur.
.
1966’da uzay kıyafetleri giydirilen NASA astronotlarına, Kızılderililerin sürüldüğü topraklardaki üslerinde, “Ay’a indiklerinde ne yapacakları, nasıl davranacakları” anlatılırken, yaşlı bir Kızılderili’nin yanındaki çocukla birlikte bu çalışmaları her gün izlediği görülmüş.
.
Aradan geçen birkaç gün sonra çocuk yetkililerin yanına gelmiş ve:
“Beni dedem gönderdi... O Beyaz Adamın dilini bilmiyor... Ben de okulda öğrendim... Babam, bu garip aletler ve kıyafetlerle burada günlerdir ne yaptığınızı öğrenmek istiyor...” demiş.
NASA yetkilisi, “Ay'a gitmek üzere olduklarını, bunun için astronotları eğittiklerini” söylemesi üzerine Kızılderili çocuk dedesinin yanına geri dönmüş...
.
Bunun üzerine günlerdir hiç kımıldamadan duran yaşlı Kızılderili koşarak astronotların yanına gelmiş ve nefes nefese Navaho diliyle bir şeyler söylemiş.
.
Söyleneni anlamayan NASA görevlileri, dedesinin söylediklerini tercüme etmesini istemişler.
.
Çocuk, Beyaz Adamın Ay’a gideceğini öğrenince dedesinin çok heyecanlandığını anlatır ve kendisinin Ay’a bir mesajı olduğunu, onu da yanlarında götürüp götüremeyeceklerini sorduğunu söyler.
.
Günlerdir güneş altında ciddi ciddi çalışmaktan sıkılan görevliler bir teyp uzatırlar:
“Dedene söyle, mesajını bu teybe söylesin. Söz, giderken yanımızda götüreceğiz...”
.
Kızılderili, çocuğunun Beyaz Adamın sözlerini Navaho diline çevirmesinden sonra teybe bir şeyler söyler, sonra da kızgın adımlarla uzaklaşır oradan.
Mesaj şöyledir:
“Bu adamlara dikkat edin! Topraklarınızı almaya geliyorlar...”
.
Ne yapalım?
“Aya gideceğiz” diyenlerden biz de korkalım mı yani?