Pazar günleri bizim kahve pek kalabalık olmuyor artık.

Yaz gelince millete bir tembellik çöküyor. Kimse sıcaklardan dışarıya çıkmak istemiyor.
Bundan 5 sene önce bizim kahvenin önüne bir çardak yapmıştık. Dört bir yanına da Bozcaada’dan getirilen asmayı dikmiştik. Onlar büyüdü ve kahvenin önüne gölge oldu.
Şimdi çayını, kahvesini sırf onun altında muhabbetle içmeye müşterilerimiz var.
“Yahu biz gölgede içiyoruz da, eve giderken yediğimiz güneş tüm keyfimizi kaçırıyor” diyerek şikâyet de ediyorlar.
Ama konu o değil, asıl konu asma…
.
Her seferinde,
“Bu asmaya kükürt atmalı”,
“Kükürt zamanı geçti”,
“Bu asma üzüm vermez bu sene”,
“Daha sık olsun diye dibinden budamalı” gibi bir dolu tartışma yaşanıyor.
.
Bizim milletin özelliği midir nedir, “Bilgi sahibi olmadan, fikir sahibi olmayı” pek seviyorlar.
Adam hayatında asma görmemiş, gelmiş üzüm konusunda ahkâm kesiyor.
.
Ama bizim asma da herkese inat bir üzüm veriyor sormayın gitsin.
Tarımdan emekli Necip amca her sene şubat ayında budama makasını, tırtıklı bağ bıçağını ve testeresini alıp gelir asmanın başına.
O yaşına rağmen çıkar asmanın tepesine.
Hiç üşenmeden budayıp durur. Bir yandan da bana anlatır:
“Evlat sen bakma milletin ağzına, çok konuşurlar, her boku bildiklerini zannederler ama ‘gel yap’ desen bir tanesini bulamazsın etrafında” diyerek söylenir.
Necip amcanın budadığı asma her sene resmen kudurur.
Hem yaprak, hem de üzüm vermek için delirir neredeyse.
Ne demişler: “İşi ehline vereceksin… Verirsen dağlar bağ, vermezsen bağlar dağ olur…”
.
Necip amca budamayı bitirip gittikten sonra kahveye gelenler hemen söylenmeye başlarlar:
“Olmamış bu sene bu üzüm kurur”,
“Bu sene bu asma üzüm versin adımı değiştiririm”,
“Budama değil resmen katliam yapmış bunak”,
“Oğlum Rüstem şuradan iki hoca çağır da asmanın ruhuna Fatiha okutalım, ölmüş bu”,
“Bu kahveye ‘Necip Giremez’ diye tabela asmak lazım” diye.
.
O budama gününden sonra tüm kahve her gün asmayı takip eder hale geliyor.
Necip amca taraftarları muhalif tarafa doğru seslerini duyuracak şekilde;
“İşte canlandı”,
“Aha tomurcuklandı”,
“İlk yapraklar çıktı”,
“Salkımlar epeyce dolu” şeklinde dalga geçer gibi naklen yayın yapıyorlar.
.
Bizim asma da canlandığını, tomurcuklandığını, salkımlandığını yavaş yavaş, keyfini çıkararak gösteriyor.
Resmen bunlara kafa yapıyor bizim asma.
.
Sonuçta bir yaprak yapıyor, bir üzüm yapıyor sormayın gitsin.
.
“Rüstem! Şu koruklardan bir koruk suyu yap ta içelim koçum” diyen fazlalaşıyor.
.
“Adımı değiştiririm” diyenler ise bu muhabbetlerde ortalıklarda yok.
Onlar kahveye hızlıca gelip, neredeyse selam bile vermeden içeride masa kuruyorlar “Saddam” oynamak için.
Arada sırada kendilerine dışarıdan, “Bu asma var ya bu asma, adama ismini değiştirir” diyenlere cevapları içeriden gelir:
“Kim bilir dibine nasıl gübre bastınız? Yoksa bu asma hayatta yaşamaz…”
 
SOSYAL MEDYADAN
 
Hayat yaşamasını bilene güzel
“Öldüğümüzde paramız bankada kalır...
Ama yaşarken harcayacak yeterli paramız yoktur...”
Çin’de zengin bir iş adamı öldüğünde bankadaki 1.9 milyar dolar eşine kaldı.
Eşi de adamın şoförüyle evlendi...
Şoför şöyle söyledi:
-”Ben hep patronum için çalıştığımı sanırdım. Şimdi anlıyorum ki meğer o benim için çalışıyormuş!...”
.
Acı gerçek şudur:
Daha çok yaşamak daha zengin olmaktan önemlidir. O halde kimin kim için çalıştığını sorun etmektense güçlü ve sağlıklı bir bedene sahip olmaya çalışmalıyız...
.
Son model bir cep telefonunun fonksiyonlarının %70’i kullanılmaz!
Lüks bir arabanın aksesuarlarının %70’i gereksizdir...
Lüks bir villanız ya da malikâneniz olsa alanın %70’ini kullanmazsınız...
.
Gardırobunuz için durum farklı mı? Giysilerinizin %70’i yepyeni durur...
Yaşam boyunca çabaların ve kazançların %70’i başkalarının harcaması içindir...
Demek ki biz, kendimize ait %30’a sahip çıkmalı ve ondan tam yarar sağlamalıyız...
.
O halde;
“Varlıklı olmasanız da mutlu olmaya çalışın... Sevdiğiniz insanlar için zaman ayırın...”
 
Sabredin
10 dakikalık bir filmin yılın en iyi “Kısa Film” unvanını kazandığı ve sinemada gösterime gireceği açıklandı.
Filmi merak edip izlemeye gelen büyük bir kalabalık toplandı.
Seyirciler salona girdi ve film oynamaya başladı ama bir gariplik vardı.
.
Film başlayalı 6 dakika olmasına rağmen ekranda aynı sahne vardı, kamera açısı sadece bir odanın tavanını gösteriyordu.
7.dakikada aynı sahnede bir değişiklik olmadan geçince seyirciler şikâyet etmeye başladılar ve bazıları zamanını kaybettiğini söyleyerek salondan ayrılmak istedi.
.
Aniden kamera açısı tavandan yere indi ve omurilik felci, tamamen engelli yatağa uzanmış bir bayan görüldü…
.
Ve şu cümle yazılıydı:
“Bu engelli bayanın hayatının her saatinde gördüğü sahnenin sadece 8 dakikasını size sunduk ve siz buna 8 dakika bile katlanamadınız!”
.
Hayatınızın her saniyesinin değerini bilin...
 
Değer bilmek
Huzurevine yatırılan yaşlı bir kadının yazdığı acı dolu bir mektup. Bu mektup şimdiki hayatımızın gerçeklerini anlatıyor…
.
82 yaşındayım, 4 çocuk, 11 torun, 2 büyük torun sahibiyim.
Şimdi ise 12 metrekarelik bir odada yalnız başımayım.
.
Artık bir evim, hatta sevdiklerim bile yok. Etrafımda sadece odamı toplayan, yemek yapan, yatağımı havalandıran, tansiyonumu kontrol eden vazifeli insanlar var.
.
Torunlarımın kahkahaları yok artık, büyümelerini, sarılıp öpmelerini, didişip kavga etmelerini izleyemiyorum.
Bazıları 15 günde bir, bazıları üç dört ayda bir beni görmeye geliyor bazıları ise hiç gelmiyor. Oysa ben onları bir gün görmesem bile çok özlüyorum.
.
Artık nugget,  sahanda yumurta, etli börek yapamıyorum.
Tek bir eğlencem var bulmaca çözmek, işte bununla biraz vakit geçiriyorum.
.
Ne kadar ömrüm kaldı bilmiyorum ama bu yalnızlığa alışmam lazım.
Elimden geldiğince benden daha kötü durumda olanlara yardım ediyorum.
Sık sık ölenler oluyor çok bağlanmak istemesem de yine de onlardan ayrıldığıma çok üzülüyorum.
Çünkü bir gün sıranın bana da geleceğini biliyorum.
.
Yalnızken ailemin resimlerine ve evden getirdiğim bazı eşyalara bakıp anıları tazeliyorum.
Bana ait olan tek şey işte bu hatıralar.
En çok da ölürken yanımda kimsenin olmayacağı, son kez evlatlarımın yüzünü göremeyecek olmak beni üzüyor.
.
Umarım gelecek nesiller ailelerinin kıymetini bilir ve anne babalarına onları yetiştirmek için verdikleri emeğin, harcadıkları zamanın karşılığını fazlasıyla verirler.
.
Anne babanızı çok sevin ve saygı anlayış gösterin çünkü anne babanın yedeği yok!
.
Her Yaşlı İnsan Bir Anne Babadır. Değerlerini Bilelim.
 
 
Mani mi olduk?
Levent Kırca anlatıyor:
“Süleyman Demirel Başbakan.
‘Gereği Düşünüldü’ isimli bir müzikal oynuyoruz.
Yer yerinden oynuyor. İnanılmaz ilgi görüyor.
Yenikapı’daki Hürriyet Çadırı’nda günde 3.500 kişiye oynuyoruz.
Sert bir kış; çok kar yağdı.
Çadırın bir kısmı çöktü.
Oyunlar durdu.
Çadırı onarıp yeniden başlamam lazım! Ancak para gerekiyor.
Kredileri de bankalar bu kadar kolay vermiyor.’
.
Başbakan Süleyman Demirel’den randevu aldım.
Kendisiyle Başbakanlık Konutu’nda buluştuk.
Durumu anlattım.
‘Yardımcı olun da, bir bankadan kredi çekeyim!’ dedim.
Dedi ki:
‘Kredi çekersen ezilirsin, üzülürsün. Müsaade edersen bu parayı sana ben ödeyeyim. Geri vermene de gerek yok.’
Telefonu kaldırdı.
Kalem-i Mahsus Müdürü’ne, ‘Bana çek defterimi getir’ dedi.
Söz konusu paranın miktarı, o günkü 1 trilyon, (bu günün 1 milyonu) civarında idi.
Süleyman Bey’le karşılıklı oturuyoruz. Çaylarımızı yudumluyoruz ve çek defterinin gelmesini bekliyoruz.
Ben düşünüyorum.
Ve kararımı verdim!
Süleyman Demirel’e dedim ki:
‘Eğer darılmazsanız; ben bu parayı sizden alamam.’
‘Neden?’ dedi.
‘Ben sizinle aynı görüşte değilim. Üstelik böyle bir para sizi eleştirmeme mani olur..!’
Demirel bana:
‘Bugüne kadar oynadın. Beni yerin dibine soktun; sana mani mi olduk? Al parayı git gene oyna’ dedi.
Nezaketine teşekkür ettim.
Parayı almadan Başbakanlık Konutu’nu terk ettim.
Kardeşi Hacı Ali Demirel’i arayıp bu davranışımdan ötürü, bana hayran kaldığını belirtmiş.
Daha sonraki yıllarda eşi Nazmiye Hanım’la gelip bütün oyunlarımızı seyretti.
Açtığım tiyatroların açılışlarını yapıp, kurdelesini kesti.
Farklı bir hoşgörüye sahipti.
Birkaç kez hastalanıp hastaneye yattım.
Beni ilk arayan o oldu.
Oynadıklarım, ona karşı eleştirilerim nedeniyle ne bana dokundu ne de yasaklama getirdi.
Dahası cumhurbaşkanıyken, ‘Olacak O Kadar’ programı için ‘Türkiye’nin gerçeklerini yansıttı ve ülke gündemine katkı sağladı’ diyerek beni ‘Devlet Sanatçısı’ yaptı.
.
Sözün Özü; İnsanlar birbirlerine, fikirlerine, düşüncelerine karşı olsa da sanatta birleşebilirler...”