Muhalefeti destekleyen halkın ağzında Muharrem İnce var.
“Neden böyle yapıyor?”
“Neden ihanet peşinde?”
“İntikam için siyaset yapılmaz” gibi söylemlerle saldırıyorlar kendisine ve ona oy vereceklere.
.
Önce şunu iyice anlayalım.
.
Demokrasi olmadığı için bağıranlar, Muharrem İnce’nin demokrasi kuralları içindeki adaylık mücadelesine karşılar.
.
Hele bir düşünün.
Neden çekilsin?
.
İnce diyor ki:
“Ben siyaset yapmak istiyorum, o sebeple siyaset sahnesindeyim…”
.
İtiraz olan var mı?
.
Muharrem İnce çıktığı sahnede hedef olarak AKP oylarına oynayacak değil ya.
Zaten böyle bir girişim yapsa oy filan alamaz.
.
Onun alacağı oylar CHP’de.
Onun tabanını kendisine yakın görüyor.
O sebeple sürekli olarak CHP’yi eleştiriyor.
.
“Ama alacağı oylar AKP’ye yarayacak” diyenleriniz de vardır.
Olabilir.
Adamın umurunda değil.
Onun tek derdi, “Siyaset yapmak…”
.
Ancak dış mihrakların bir oyunu da olabilir.
Şöyle ki:
“Erdoğan’ın gitmesini istemeyen bir takım dış minnaklar İnce’yi CeHaPe’nin karşısına dikerek bölmeye çalışıyordur.”
.
Zira dış minnak bir tane değil ki?
.
Nasıl AKP’yi tahtından etmek isteyen varsa, CeHaPe’nin de kazanmasını istemeyen minnaklar da var.
.
İşte bu minnaklar, Muharrem İnce’nin CHP’ye saldırması ile iki seçmen arasını iyice keskinleştiriyorlar.
.
CHP’liler Memleket Partililere,
Memleket Partililer de CHP’lilere saldırıyor.
.
Bundan kimin çıkarı olur?
.
Erdoğan’ın.
.
Neden mi?
.
Böl-Parçala-Yönet mantığı ile düşünürseniz Soldaki bu bölünme Erdoğan’a ilaç olacaktır.
.
Burada amaç seçimi 2. Tura bırakmaktır.
İkinci turda ise birbirleri ile düşman kardeş olan iki partinin adayı Kılıçdaroğlu olunca, Memleketliler ona “Bize sövdüler” diyerek oy vermeyecektir.
Belki AKP’ye de vermeyecekler ama en azından seçime katılmayacaklar.
.
İşte sonuç.
.
Demokrat Parti geleneğinden gelen ve Adalet Partisinin yükselmesini önlemek için kurulan ANAP aynı rolü oynadı.
Karpuz gibi ortada ikiye bölünüp düşman edilen kardeşler, birbirlerine düşünce ortaya AKP çıktı.
.
“Önce böleceksin, sonra başka bir paltformda birleştirip yöneteceksin” mantığı (Veya sistemi) çağımızda en geçerli yoldur.
.
Bugün Deva Partisine oy verenlerin çoğu AKP içindeyken CHP’ye oy vermeleri mümkün müydü?
.
Gelecek Partisi seçmeni de aynı,
Genel Merkezi’ne Kılıçdaroğlu’nun resmini asan Saadet Partisi de aynı
.
Yıllarca neredeyse arkasından sövdüğü AKP ile ittifak kuran MHP’nin böylesi bir ilişkiye gireceğini kim söyleyebilirdi ki?
.
İYİ Partililerin CHP’ye oy vereceğini kim tahmin edebilirdi ki?
.
“Seçim kazandıran uygulama” olarak bilinen bu sistemlerin günümüzde yaygın olmasının tek sebebi seçmenin uyanık olmaması.
.
Muharrem İnce yakından bakılınca gayet masum bir şekilde siyaset yapmaya çalışıyor.
Ama uzaktan bakınca birilerinin fena halde sistemine entegre olmuş gidiyor.
.
İnce’ye şu bakımdan itiraz edilebilir.
“Sayın İnce!
Bu seçim kaybedildiğinde 5 sene daha siyaset sahnesinden uzak kalacaksınız ve amacınız olan iktidarı görmeniz mümkün olmayacak. Ancak muhalefet tarafını seçip, seçimi kazanırsanız ilk fırsatta geçilecek parlamenter sistemde yerinizi rahatlıkla alabilirsiniz. Bunun için de 5 sene beklemeye gerek yok…O halde siyaset yapma isteğinizin sahnesini iyi değerlendirin.
Yoksa sizin misyonunuz Üzüm yemek mi? Yoksa Bağcıyı dövmek mi?”
.
Anketlere bakıldığında seçimin ikinci tura kalacağı söyleniyor.
Siz buna inanıyor musunuz?
.
Bunun bir algı olabileceğini hiç düşündünüz mü?
.
Bu seçimde ikinci tura kalmak kimin işine yarar?
Bir düşünün.
.
20 yılda ülkenin geldiği duruma bakarak sandığa gidecek olan sağduyulu seçmenin ikinci tur düşüncesi olabilir mi sizce.
.
CHP’ye vermem diyenlerin önünde bir dolu seçenek var.
.
Dört eğilimi içinde barındıran Millet İttifakının size sunacağı seçenek dolu.
.
Elbette Cumhur İttifakının da seçenekleri var ancak bu kadar kuvvetli değil.
.
Bence ikinci tura kalması mucize gibi.
Bir hikaye vardır:
Ayıya sormuşlar:
-“Bu sene armut nasıl olacak?” diye, o da cevaplamış:
-“Çok bol olacak…”
-“Nereden bildin?”
-“Canım öyle istiyor.” demiş.
.
Seçim sonu bakacağız.
Armut bol mu olacak?
Yoksa az mı?
 
***
PERDE KAPANMAZ
Bugünlerde keyfim yok aslında.
Annem geçen haftalarda bir rahatsızlık geçirdi.
Şimdi iyi maşallah.
Ama bu sefer de kayınpederim rahatsızlandı.
Şu an hastanede.
.
Onların üzüntüsü bizi de etkiliyor tabi.
O sebeple eğlenceli yazılar yazmak gelmiyor içimden.
“Ama sen profesyonelsin, okuyucun ne isterse onu vermek zorundasın…” diyenleriniz olabilir.
Haklısınız.
.
Bizim tiyatroda bir söz vardır:
“Perde kapanmaz…”
.
İşte bu sözün tarihçesi üzerine bir yazı yazacaktım ve İnternette araştırma yaparken güzel bir yazıya denk geldim.
Yazının bundan sonrası Yazar Tarık Şengül’e ait:
“… İki dünya savaşı içerisinde, yanıp yıkılan Avrupa şehirlerinde perde hiç kapanmadı. Bombardıman altındaki şehirliler sığınaklardan çıkıp tiyatrolara gitti. Tiyatrolar ve kahvehaneler, yaşama tutunulan birliktelik alanlarına dönüştü. Hayat sürecekti ve bu yüzden perdenin açık kalması gerekiyordu.
.
Dahası, savaşın yıkımı tiyatro sanatına yeni bir tür de kazandırdı. ‘Kabare tiyatrosu’, tam bu yıkımın içerisinde, Almanya'dan bütün eski kıtaya patlayarak yayıldı.
1989 Çözülmesi sonrası Azerbaycan ile Ermenistan arasında patlayan Dağlık Karabağ savaşının en sıcak günlerinde, ne Erivan’da ne Bakü’de perde kapandı. Gürcistan ile Abhazya ve Güney Osetya içsavaş halindeyken, halkları birbirinin düşmanı kılan kirli oyuna inat, sahnedeki temiz oyun hep sürdü.
.
İçsavaşın azalarak devam ettiği bir dönemde, İstanbul Şehir Tiyatrosu ile Tiflis'in Meteki Tiyatrosu, her türlü riski göze alıp, argonotların haritasını, yolunu izleyerek İstanbul'dan Tiflis'e uzanan ‘Altın Post’ oyununu gerçekleştirdi.
.
Rafael Alberti, Prado Müzesi'nde ‘Savaş Gecesi’ isimli eşsiz oyununda, falanjistlerin saldırısı altındaki Prado Müzesi'nin savunuluşunu anlatır.”
.
“… Masal ülkesi Yugoslavya'yı küresel saldırının genel prova sahasına dönüştüren Bosna savaşının en yıkıcı günlerinde Susan Sontag Saraybosna'da Godot'yu Beklerken'i sahneye koydu.”
.
İşte böyle.
Perde hiçbir zaman kapanmaz ve kapanmadı.
.
Öyleyse yazıma bir fıkrayla son veriyorum.
Bu fıkrayı okuduktan sonra bakın etrafınıza, kim güzel anlatıyor, kim anlatamıyor…
.
Uzun süredir görüşememiş iki hanım arkadaş yıllar sonra bir misafirlikte karşılaşınca sohbete başlamışlar.
Hal hatır sorduktan sonra biri diğerine,
-“Senin cin gibi bir kızın vardı, ne oldu, okudu mu, şimdi ne yapıyor?” diye sormuş.
Diğeri:
-“Vallahi ne olsun kardeş, işte biliyorsunuz işe girdi geçen sene; Başını kaşıyacak vakti yok garibimin. İlk başlarda geceleri fazla mesai yapıyordu, sonra hafta sonları da çalışmaya başladı. Patronu onu çok ama çok sevmiş, her işi ona veriyormuş. Derken Ankara seyahatleri başladı. Patron nereye, bizim kız yanında oraya. Paris seyahatleri filan derken baktılar bu iş böyle olmayacak, patronu bir de ev tuttu. Sonra daha fazla yorulsun istemedi, artık işleri evden yürütüyor benim kız. Deliler gibi çalışıyor evladım.” diye cevapladıktan sonra dönüp aynı soruyu o diğerine sormuş:
-“Eee, senin kızın ne yapıyor?”
Kadıncağız da şaşkınlık içinde cevaplamış;
-“Vallahi bizimki de or.spu oldu ama ben senin kadar güzel anlatamıyorum…”