WhatsApp’tan kızım yollamış bir mesaj. Baktım, inanamadım.

Torunun yıllık ödeme planıydı gönderdiği:
Tam 61 bin 215 lira.
Yemek ücreti 27 bin 220 lira.
Servis ücreti de dahil değil.
.
Hani övüne övüne asgari ücreti 8 buçuk yapmışlardı ya?
İşte ondan sonra oldu…
.
Hani ekonomimiz dünyada kıskanılıyordu ya?
İşte onun sonucu.
.
Gıdaya zam,
Ücretlere zam,
Benzine zam,
Elektriğe zam,
Doğal gaza zam,
Suya zam,
Sonra…
Öde bakalım 61 bin lira…
.
Ülen 3 maaş alsak ödeyeceğiz,
Devletten teşvik alsak ödeyeceğiz,
Kaymaklı ihale alsak ödeyeceğiz…
.
Bunların hiç biri bizde yok.
Nasıl ödeyeceğiz?
.
3 aile olduk bir torunu okutamayacağız anlaşılan.
Hesabını da zamanı gelince sandıkta soracağız elbet…
 
***
TİTAN ÇUBUKLARI
Oturmuş sabah-akşam düşünüyoruz:
“Acaba bu depremler neden oldu?”
.
Bilim adamları da inatla “Fay hatlarından” olduğunu anlatıp duruyor.
.
Ama biz millet olarak illa değişik bir şey söyleyeceğiz ya.
Problemimiz burada.
.
Bazen birileri çıkıp:
“Komplo Teorileri” ortaya atar.
.
Misal;
“Amerika kalkınmamızı istemedi ve gemi yollayarak deprem meydana getirdi…”
.
“Uzaydan ses bombası attılar…”
.
“Petrol arama bahanesi ile yer altına bomba konuldu…”
.
Ama bu öyle değil.
Bildiğin bilimle uğraşan ajansın başındaki biri.
Kim?
Türkiye Uzay Ajansı Başkanı Serdar Hüseyin Yıldırım…
Yani?
Yoldan geçen biri değil bu kişi.
Türkiye Uzay Ajansı Başkanı.
.
Yani?
Bilimsel konuşan biri.
.
Ne yapmış?
Depremin nasıl olduğunu açıklamış.
.
Nasıl?
.
Şöyle:
“Titantum alaşımlı 10 metre çubukları uzaydan dünyaya istediği hedefe gönderebilen Savaşçı uydular var! Yerin 5 kilometre derinliğine nüfus ederek 7-8 şiddetinde deprem yaratıyor…”
.
Gördünüz mü?
Biz de Anadolu fayı ile Arap Yarımadası fayı kırıldı filan zannediyoruz.
.
Uzaydan gelmiş meğer bu melanet?
Canımıza okuyan deprem titanyum alaşımlı çubuklarmış.
.
Allah bize önce akıl, sonra sabır versin…
Türkiye Uzay Ajansı’nın başındaki buysa, diğerlerini siz düşünün artık…
 
***
Bİ SUSMADINIZ
Hani televizyonlarda yardım toplandı ya.
Bütün ülke olarak katıldık.
İşadamları milyon liralarla katılırken, bazılarımız kumbaradaki parasını verdi.
.
Sonuçta;
Toplamda 115 milyon lira (Yani 6 milyar dolar) topladık.
.
Ama bazıları illa muhalefet yapacak ya.
Demişler ki:
“Anladınız mı şimdi 128 Milyar doların büyüklüğünü. Koskoca ülke 6 milyarı zor bulduk…”
İlla laf sokacaklar.
Şimdi sırası mı 128 milyar doların?
.
Hadi hadi size ekmek çıkmaz buradan…
.
Sonra dediler ki:
“Toplanan bağışın yüzde 60’a yakının zaten kamu kurumları ve devlet bankaları verdi…”
.
Ne olmuş vermişse?
Yabancıya vermedi ya, kendi vatandaşımıza verdiler.
.
Başka bir söz:
“Yapılan bağışlar vergiden düşecekmiş. O halde yardımı onlar değil, devlet yapmış olmaz mı?”
.
Bak hala konuşuyorlar.
Bi susmadınız gitti.
.
Bir de şu fotoğrafı yayınlayıp akılları sıra gönderme yapmışlar.
.
Yok, yok.
Bunlar akıllanmayacak.
Susmayacak bunlar…
 
***
AYI RÜSTEM
Geçen haftaları takip edemeyenler için kısaca anlatayım:
Efendim bendeniz geçim sıkıntısından dolayı ikinci bir iş olarak pavyonda iş buldum. İri olmam dolayısı ile hemen işe kabul edildim. Gündüzleri yine mahalle kahvesinde çalışırken, geceleri pavyonda çalışıyorum.
İşim mi?
Kapıda durup sarhoşlarla uğraşmak değil, işi biten pavyonumuzun kızlarını tuttuğum bir taksi ile evlerine sağ salim ulaştırmak.
Gıcır iş yani.
Ben başladım işe.
Başladım ama iki iş birden yürümüyor.
Pavyon işi geceleri çok vaktimi alıyor, sabah kahveyi açamıyorum.
Patron yavaş yavaş kızmaya başladı.
.
Bu arada pavyondaki kızlardan “Beyaz Zambak” olan bana yürümeye başladı gibi.
Geçen hafta çatıya çıkıp, “Rüstem gelmezse atarım kendimi aşağıya” diyerek intihar etmek istemişti.
Polisler beni çağırdı, gittim.
Kız boynuma sarılıp:
“Neredesin be Rüstem! Kurtar beni buradan!” demesin mi?
.
Meğer Sarı Yavuz adında biriyle anlaşmış. Evleneceklermiş.
Ama arada patron var.
Onları kaçırmam için benden yardım istediler.
.
Durumu bizim kahve sahibine anlattım.
Bana “Git pavyona patrona durumu anlat” dedi.
Ben de büyük cesaretle (!) yanına gittim.
Şu an yanındayım…
.
İşte tam burada kalmıştık.
Oradan da devam ediyorum…
.
“Anlat bakalım delikanlı neymiş bu çok özel olan şey…” demişti bana en son.
.
“Sevgili patronum. Sizi ve işimi çok seviyorum. Bu sebeple anlatacaklarımın benimle bir ilgisi yok aslında”
Der demez kesti lafımı:
“Kes traşı da bir an önce mevzuya gir. İşim var!…”
“Efendim durum şu: Hani bizim Beyaz Zambak var ya… Esas ismi Aslı olan.”
“Eee… Ne olmuş?”
“Bu kızcağız gönlünü bir delikanlıya kaptırmış…”
Birden ayağa kalktı.
Benim ödüm bir yerlere karıştı o an.
Elinde bıçak vardı, hangi aralık eline aldıysa artık…
“Anlat!” dedi sertçe.
“Bu iki sevdalı birbirlerini sevmiş.” dememle birlikte yüzümde bir yanma hissettim.
Elimle yokladığımda kanıyordu.
O an anladım ki, patron elindeki bıçakla yüzümü çizmişti.
Şu fotoğrafımdaki çizik ondan işte.
Ben yüzümü tutarak sordum:
“Ne diyorsunuz?”
Birden bağırmaya başladı…
“Ulan ben sana emanet etmedim mi onları?”
“Ama efendim bu iş benden önce olmuş. Ben üzerine gelmişim. Kendisine yalvardım bırak bu işleri diye, dinlemiyor…”
“Kimmiş bu cesaretli oğlan?”
“Sarı Yavuz adında biri.”
“Ne iş yapıyormuş?”
“Yukarı çarşıda elektronikçiymiş…”
Patron ne yapacağını şaşırdı.
Odada bir o köşeye gitti, bir bu köşeye.
“Al gel bana şu kızı!” dedi.
Ben hızla odadan çıktım.
Gidip buldum Zambak’ı, tuttum kolundan ve:
“Haydi patrona gidiyoruz” dedim.
Korkuyla yüzüme baktı.
Kanamayı gördü ve korkuyla sordu:
“Ne oldu yüzüne?”
“Senin yüzünden” diyebildim, “Yürü gidiyoruz…”
“Rüstem, seni bu hale getiren beni ne yapmaz? Ne olur bırak şuradan kaçıp gideyim” diye yalvarmaya başladı.
“Kızım nereye gideceksin. Bulur seni. Yürü…”
“Rüstem şurada bir şeyler içelim. Azıcık kendime geleyim. Çok korkuyorum, bu adam beni doğrar vallahi.”
“İyi tamam. Çay getir şuradan bari… Ama acele edelim, bizi bekliyor…”
Çaylarımızı içtikten sonra doğru patronun odasına gittik.
Kapıdakiler üzerimizi aradıktan sonra girdik yanına.
Patron masanın arkasında koltuğunda oturuyordu, bizi görünce;
“Vay, vay, vay… Aslı geldi demek… Kerem de az sonra burada olur…”
O sırada odanın kapısı çalındı, içeri Sinek Nazım ve yanında Sarı Yavuz içeri girdiler.
Patron ayağa kalktı:
“Demek damadımız bu!” dedikten sonra yanına gelerek çenesinden tuttu:
“Sen kimsin benim ocağımdan kız kaldırıyorsun ulan! Canına mı susadın?”
Devamı haftaya