Yok yok… Bu köprünün tartışması bitmeyecek anlaşılan.

Bugün çıkan haberde 10 aydan beri hizmet veren köprü haber yapılmış.
Haberde; “10 ayda 13 milyon 500 bin araç geçmesi gerekirken 1 milyon 800 bin araç geçmiş.”
.
15 Euro artı KDV, yani araç başına 17.7 Euro olarak belirlenen geçiş fiyatı, açılışta 200 lira olarak sabitlenmişti.
.
10 ayda geçmediği için devletin kasasından firmaya ödenecek araç sayısı 11 milyon 700 bin.
.
Çarpalım 17.7 Euro ile.
207 milyon Euro.
Türk lirası karşılığı ise;
4 milyar 141 milyon 800 bin lira…
.
10 ayda ödenecek para bu.
.
Peki, biz geçiş fiyatını düşürseydik (mesela 100 liraya) ne olurdu?
Fazla araç geçeceğinden, fazla para kazanırdık.
Yani “Sürümden kazanırdık.”
Hem de vatandaş köprüden faydalanırdı.
.
Bu arada şunu da merak etmiyor değilim:
“10 ayda Gestaş karşılıklı olarak kaç araç taşıdı acaba?”
.
Böylece köprüden geçmeyen araç sayısını da bulmuş olurduk.
.
Son günlerde tartışılan başka bir konu ise ambulans konusu.
.
Ambulanslardan köprüden geçerken para alınıyormuş…
Açıklama şöyle geldi:
“Acil olanlardan almıyoruz…”
.
Hani bu devletin köprüsüydü?
Hani bizimdi?
.
Ambulanslarımız bile geçerken para veriyorsa bir problem var demektir.
.
Aynı şekilde polisler için de geçerliymiş.
.
Nasılsa trilyon dolarlık gaz bulduk.
Artık paramız var.
Verelim şu köprünün borcunu, alalım Devletimizin üzerine.
Sen rahat, ben rahat…
 
***
ŞEHİR HAFIZASI
“Kirazlı Yatılı Bölge Okulu” desem size, çoğunuzun hatıraları depreşir, gözleriniz sevinçle dolar ve hatıralarınızın arasında kaybolup gidersiniz.
.
Çanakkale’de yaşayan birçok hemşerimiz bu okulda okudu, yetişti, mezun oldu ve şimdi hemen hemen hepsi bir meslek sahibi.
Şehrimizde hizmet veriyor.
.
Ailelerinin imkânsızlıklar sebebiyle okutamadıkları çocuklarını gönderdikleri bu yatılı bölge okulu, birçok insanın hayatını kurtardı.
O sebeple büyük bir manevi değeri var.
.
Birçok sebepten dolayı kapatılan bu okul şimdilerde yıkılıyor.
.
Hayret.
Hem de ne hayret!
.
Yahu burada resmen bir tarih yatıyor.
Kimsenin aklına burayı müze haline getirmek gelmiyor mu?
.
Belki bina eskimiştir ama çağımızın şartlarıyla tamir edilebilir.
Ayağa kaldırılabilir.
.
Akıllara gelen tek şey;
“Yıkmak!”
.
Beyler!
Yıktığınız sadece bir bina değil, anıları yıkıyorsunuz.
Orada okumuş yüzlerce, belki de binlerce öğrencinin anıları yıkılıyor.
.
Ama iş işten geçti.
Okuduğumuz habere göre yıkıma başlanmış bile.
.
“Yazık” diyorum hem de koskocaman bir “Yazık…”
.
Aynı Çanakkale’deki Belediye Düğün Salonu gibi.
Aynı İskeledeki Belediye binası gibi.
.
Anılar yıkıldı gitti…
Şehrin hafızası silindi…
 
***
AYI RÜSTEM
Nasılsınız iyi misiniz?
Beni sorarsanız iyi değilim.
Sebebi ise aldığım maaş…
Yetmiyor.
.
Patron en son açıklanan asgari ücreti uyguladı ancak pazardaki, çarşıdaki fiyatlara yetişmek mümkün değil.
.
Annemin verdiği mutfak siparişlerine para filan yetmiyor.
Ben zaten bekâr adamım biliyorsunuz.
Fazlaca giderim yok.
Ara sıra biralama yapıyoruz arkadaşlarla o kadar.
Sigara içmem, kumar oynamam.
.
Geçenlerde patrona zam konusunu açmıştım hatırlarsanız, “Ya çalış, ya da bırak” demişti.
.
O gün kahveye gelen Süleyman dayı verdi aklı, “Gel lan pazara, limon satarsın” dedi. Fena fikir değildi hani.
“1 kasa tek limon satsan en az 500 kağıdı indirirsin cebe…” diyerek aklımı çeldi, “ki sen en az 5 kasa satarsın…”
.
5 kasa demek 2500 lira demek.
Vay be paraya bak!
Her hafta o kadar para kazansam, ayda 10 kâğıt eder.
İyi iş.
.
Patrona durumu anlatınca izin günümü pazarın olduğu gün “Salı” ya ayarladı.
Allah razı olsun.
Sever beni.
.
Gittim hale aldım 5 kasa limon.
Doğru pazara.
.
Orada bir yere durdum daha satışa başlamadan zabıta geldi; “Yer kiraladın mı?” dedi.
“Yok” deyince, “Yallah dışarı” diyerek kovaladı beni.
.
Meğer pazarda yer kiralaman gerekiyormuş, ne bileyim?
Gittim Süleyman dayının yanına.
Süleyman dayı “Geç şöyle kenara, başla satmaya” dedi, “Burada zabıtalar sana bir şey demez, burası benim yerim…”
.
Ben bekliyorum müşteri gelsin diye.
Süleyman dayı “Oğlum bağırsana” dedi.
“Ne diye bağırayım dayı?” diye sorduğumda, “Yatak limon var, sulu sulu… diye bağır” dedi bana.
.
Bağırmaya başladım; “Sulu sulu yatak limonum var…”
Aynı Züğürt Ağa’daki Şener Şen’in domates satması gibi oldu benimki.
Önce korkarak bağırdım.
Baktım kimse ses çıkarmıyor, gittikçe sesimin dozunu artırdım.
Şimdi avazım çıktığı kadar bağırmaya başladım; “Gel vatandaş gel! Limonun sulusu burada… Yatak var, yorgan var, nevresim var… Gel!”
.
Bir ara baktım Süleyman dayı sabitlemiş kendisini suratıma öyle bakıyor.
“N’apıyorsun evladım, çarşafçı dükkânımı burası?”
“Olsun be dayı, vatandaş böyle istiyor” diye cevapladım.
Bu arada satışlar süper.
Daha 2 saat olmadı 2 kasa bitti bile.
.
Alıştım artık bağırmaya.
Yeni yeni sloganlar buluyordum kendime.
.
“Gel vatandaş gellll…!
Malatya’nın kayısısı orada,
Yatak limonun iyisi burada…”
.
“Hindiler öter gulu gulu,
Limonlarım var sulu sulu…”
.
Akşama kadar 5 kasa limonu sattım.
Allah bereket versin cebime iyi para kaldı.
.
Ben artık her hafta pazara çıkmaya başladım.
İyi para kazanıyorum.
.
Derken bir gün öğlen vakti kahvede otururken yanıma tipleri kaymış 3 kişi geldi.
“Rüstem sen misin?” dedi bir tanesi davudi bir sesle…
“Evet, buyrun…”
“Birader sana 5 hafta müsaade ettik parayı buldun. Artık yeter. Bundan böyle pazarda limon satışları tarafımızdan durdurulmuştur. Satmayacaksın anladın mı?”
“Satarsam ne olacak?” diye diklendim.
“Dayak faslını bırak, yaşadığın o ahşap evle birlikte bir gecede alevler içinde kalabilirsin. Yazık olur sana ve anneciğine…”
“Ne diyorsunuz lan!” diye ayağa kalkıp dikleneyim dedim, adam cebinden uzunca namlusu olan makineyi çıkardı ve yavaşça böğrüme dayadı;
“Bak birader, öyle lanlı lunlu konuşma, biz gayet terbiye sınırları içinde ikazımızı yapıyoruz. Kahveyi kana bulamayalım şimdi… Ancak temiz çocuksun belli, senin için bir yolu var tabi.”
“Neymiş o?”
“Bizim limonumuzu satacaksın, sana her kasa için 50 kâğıt toslayacağız.”
“Ama bu haksızlık!”
“Yersen!”
.
Adamlar gitti ben hiçbir şey yapamadan arkalarından bakakaldım.
Süleyman dayı geldiğinde anlattım durumu, “Evlat bunlar limon mafyası… Gördüğün gibi kimseye nefes aldırmıyorlar. Sana dokunmazlar zannetmiştim…”
.
Anlaşıldı bizim pazardan nasibimiz kesildi.
Tek başıma onlarla savaşacak değildim tabi.
.
Ben öyle kukumav kuşları gibi düşünürken patron geldi,
“Ne bu halin… Karadeniz’de gemilerin mi battı? Adam iki saattir dışarıdan çay istiyor, duymuyorsun?”
.
Ben nasıl daldıysam artık.
Hemen adamın çayını götürdüm ve patronun masasının yanına bir sandalye çekerek olanları anlattım.
Patron yüzüme baktı ve güldü;
“Evlat kolayı var. Al kasayla limonu, koy kahvenin önüne. Sat satabildiğin kadar… Baktın olmuyor satmazsın. O kadar basit. Mafya buraya da karışacak değil ya?”
.
Patron haklıydı.
Hemen gidip 1 kasa limon aldım.
Getirip kahvenin önüne koydum.
.
Şimdi mi?
Haftada 2-3 kasa satıyorum, o da bana yetiyor.
Ne diyeyim;
“Allah bereket versin…”