Ekrem İmamoğlu davasından sanırım hepinize “Gına” gelmiştir sanırım. Verilen karar elbette bir “Hukuksal kazadır.”

Düzeltilebilir.
Nitekim iktidarı, muhalefeti hepsi aynı şeyi söylüyor.
.
İşi uzatmanın, şova döndürmenin âlemi yok.
Yoksa insanlar sıkılır.
.
Fıkra bu ya;
Ailece televizyondaki haberleri seyrediyorlarmış.
Tüm haberlerde “İmamoğlu” varmış.
O sırada kapı çalmış.
Babası küçük oğluna demiş ki;
“Evladım git kapıya bak, kim gelmiş?”
Çocuk “Peki babacığım” diyerek gidip kapıyı gıcırtıyla açmış.
Babası içeriden seslenmiş:
“Kim geldi oğlum?”
“Gına geldi babacığım” demiş…
.
Elbette bunu yazmakla “Haksızlık olduğunu” unuttum sayılmasın.
Ama “Fazla uzatmayalım, suyu çıkmasın” demek istedim.
.
Yoksa;
Hukukun işlediğini,
İktidarın bu konuyla bir alakası olmadığını,
Hak, hukuk, adaletin her daim yerine geldiğini,
Halkın bu iktidardan memnun olduğunu,
Özgürlükler ülkesi olduğumuzu,
Sansürün ve yasakların olmadığını hem de “Kırmızı mürekkeple altını çizerek” yazacaktım.
Yazamadım.
.
Neden mi?
.
Buyurun fıkrayı okuyun…
.
Bir alman Sibirya’da iş bulur.
Bütün haberleşmelerin sansürden geçeceğini bildiğinden arkadaşlarına önerir:
“Bir kodlama sistemi kuralım. Benden gelen mektup mavi mürekkeple yazılmışsa doğru, kırmızı mürekkeple yazılmışsa yalan olsun.”
Bir ay sonra arkadaşları mavi mürekkeple yazılmış bir mektup alırlar.
Mektup şöyledir:
“Burada her şey mükemmel, dükkânlar tıka basa mallarla dolu, yiyecek bol, apartmanlar büyük ve çok iyi ısıtılıyor, sinemalar batıdan filmler gösteriyor, ilişki kurabileceğim çok sayıda güzel kız var… Burada tek bulunmayan şey: Kırmızı mürekkep…”
 
***
BİR KADIN İLE BİR KEDİ ARASINDAKİ
15 BENZERLİK
Sosyal medyada gördüm hoşuma gitti.
Sizlerle paylaşmak istedim.
.
1- İkisinin de tırnakları sivri ve keskindir. Kendilerini korumak için tırnaklarını göstermekten çekinmezler.
2- Kediyi de kadını da kafasına koyduğunu yapmaktan kimse alamaz.
3- Kadın da, kedi de sevgi bekler.
4- Aslında ikisi de sessiz sakindir ama istekleri yerine getirilene kadar susmazlar.
5- İkisi de mükemmel sezgilere sahiptir.
6- İkisi de meraklıdır.
7- Bazen ikisini de anlamak imkânsızdır.
8- Kadın da, kedi de uykuyu sever.
9- Kedi de kadın gibi evcilleşmez. Sadece isterse uyum sağlar.
10- Kedi ve kadın ile inatlaşmaya gelmez.
11- İkisi de çabuk hisseder, çabuk öğrenir, öğrenmek istemediğini öğrenmez.
12- Kadın da, kedi de gururludur.
13- İkisi de unutmaz.
14- İkisi de yalnız kaldıklarında temizlik yaparlar ve ikisi de erkeklerden daha temizdir.
15- İkisi de mahremiyetine saygı gösterilmesini ister, aksi halde saldırganlaşabilir.
Not: Kedi sevmeyen bir erkeğin kadınları anlama şansı yoktur…
 
***
AYI RÜSTEM
Sabah kalktım yataktan zorla.
Hiç canım istemiyor kahveye gitmek.
Şöyle çamura yatan mandalar gibi yatağa yapışasım var öğleye kadar.
.
Akşamdan geç yatarsan olacağı bu.
Zaten hava da lodos.
İnsanın kemiklerini sızlatıyor, poyraz olsa zıpkın gibi kalkacağım da, neyse.
.
Annemi uyandırmamak için tuvalete bile gitmedim ‘gürültü yaparım’ diye.
Nihayetinde kahvede var.
.
Sokak kapısında tam çıkarken annem seslendi arkamdan, “Rüstem oğlum, akşama gelirken biraz kadayıf al da tatlı yapayım… Yarın komşular bana gelecekmiş…” dedi.
“Tamam anne!” dedim, çıktım evden.
Bizim tuvalet işi boşa çıktı.
‘Keşke evde gitseydim’ dedim içimden.
.
Kahveye gittim, açtım kapısını “Bismillah” çekerek ve patronun dediği gibi sağ ayağımla daldım içeri…
Doğru yedeğin altını yaktım.
Akşamdan demliklerde ıslatılmış çayın üzerine soğuk suyu da tam koymuştum ki “Selamun aleyküm” diyen bir kadın sesi ile irkildim.
Birden döndüm arkamı kapıda, küçük çocuğun elinden tutmuş orta yaşlı bir kadın duruyor.
.
Şaşırdım elbet.
“Aleyküm selam!” dedim, “Hayırdır, sabah sabah!” der gibi.
.
Salaş giyimli, başı örtülü bir kadın.
Diğer elinde tahta bavul var.
Zayıfça, bozuk Anadolu şivesiyle sordu;
“Çocuğun karnı açtır, iki gündür bir şey yemedi…”
.
İçim burkuldu birden.
Ne yapacağımı şaşırdım.
“Gel içeri yenge, oturun şöyle” diyerek davet ettim nazikçe.
“Şu masada oturun ben size yiyecek bir şeyler alayım” diyerek fırladım kahveden.
Ulan cepte beş kuruş yok.
Akşam yedik hepsini.
Bugün patrondan yevmiyeyi alırsak cep para görecek. Annem de kadayıf ısmarladı, hay Allah!
Ben veresiye alabileceğim Bakkal Davut Ağabeye gittim.
Ha bu arada, mahalle bakkallarınızın kıymetini bilin isterim. Marketlere hücum ediyorsunuz ama bakkalların yeri bambaşka. Bak! Başım sıkışınca markete gidip veresiye alabiliyor muyum?
Selam vererek girdim bakkala.
Davut ağabeye durumu anlattım.
Hemen iki ekmek, beyaz peynir, zeytin, biraz da helva verdi, “Al bunlar benden olsun” dedi.
“Olmaz ağabey, ben vereceğim parasını” desem de istemedi ve beni kapı dışarıya ittirerek, “Bekletme garipleri” dedi, “Haydi koş…”
Davut ağabey para istese zaten yok, “Veresiye ver” diyecektim.
.
Doğru kahveye gittim.
Öylece oturuyorlar, neredeyse kıpırdamamışlar bile...
Hemen bir gazete yaydım masaya, aldıklarımı açtım önlerine.
Cebimden çıkardığım bıçakla kestim ekmeği, peyniri ve helvayı.
Demlendiği kadarıyla iki su bardağı ile çay koydum önlerine, sıcak sıcak.
“Allah senden razı olsun… Çok büyük adammışsın” diyerek başladılar yemeğe, ama ne yemek.
Bu arada ben de sıkıştım iyice.
Karnım gurulduyor.
“Siz yiyin burada, ben birazdan geleceğim” dedim ve koştum tuvalete.
.
Geldiğimde bitirmişlerdi yiyecekleri, artık ne kadar uzun oturduysam!
“Eee! Bacım anlat hele, nereden geliyorsun? Bu saatte ne işin var dışarılarda? Bu bavul ne?”
Önündeki su bardağından bir yudum çay içerken kapkara gözleriyle bana bakarak; “Evden kaçtım” dedi.
“Eyvah, başımıza bir bela almasak bari” diye düşünerek hemen sordum; “Neden?”
Anlatmaya başladı.
“Ben Tokat Artova’dan geliyorum. Erzurum’dan oraya gelin gitmiştim. Aynı apartmanda eşimin ailesiyle beraber oturuyorduk… Kocam geçen sene sizlere ömür. Emekli filan olmayınca maaş filan kalmadı tabi. Ben kaldım bu sabiyle yapayalnız. Dul kalınca apartmandaki tüm aile beni hizmetçi gibi kullanmaya başladı. ‘Gelin! Gel camları sil! Bakkala git! Çamaşırlarımızı yıka! Yemek yap!’ sürekli eziliyordum.”
“Ah be yengem, annen baban yok muydu? Oraya gitseydin…”
“Yok be ağabey… Çok uzakta Erzurum’dalar. Zaten babam da ölmüş, annem başka birine varmış…”
“Sonra?”
“Sonrası işte fazla dayanamadım ve İstanbul’a gelen bir komşumla buraya geldim. Onun da buralarda işi varmış, az ileride indirdi beni. Sabahın köründe tek açık yer burasını görünce, girdim içeri ben de…”
“İyi etmişsin, başımın üzerine de şimdi ne yapacaksın?”
“Bilmiyorum be ağabey. Bir işe filan girerim, evlere temizliğe giderim, yemek yaparım… Bak mesela Erzurum’un çok güzel kadayıf dolmasını yaparım.”
“Ne! Kadayıf mı dedin?”
“Evet ağabey…”
“Çabuk toparlan bize gidiyoruz. Seni anneme götüreyim…”
.
Kadını bize götürdüm.
Annem de çok sevindi, “Yolda kalana yardım etmek en büyük sevaptır” diye.
Kadın bizde kalmaya başladı.
Annem ona komşularda temizlik işleri buldu.
Uzun müddet sonra mali durumu düzelince ev tuttu bizim mahallede.
Çocuğunu okula gönderdi.
.
Sonra mı ne oldu?
Bizim kahveye gelen emekli Hayri Kaptan onu sigortalı olarak oğlunun işyerine temizlik görevlisi olarak işe koydu.
Mutlu, mesut yaşamaya başladı.
.
Ha bu arada o kadın, her ay hafta sonları anneme gelip, “Erzurum’un meşhur kadayıf dolmasını yapıyor…”