Dün yazdık bir dolu fıkra. “Pazartesi sendromunu” atlatasınız diye.

Yıllardan beri yazıyorum zaten.
Bazen “Sırf gülün” diye,
Bazen de “İbret olsun” diye.
.
Yazmadıklarım özel dosyalarımda.
Zamanı gelince “Yazarım” diye duruyor.
.
İşte o zaman geldi ve ben fıkralarımı dosyamdan çıkarıp yazıyorum.
.
Bir yere gönderme elbet var.
“Kime?” diye soranlara;
Rahmetli Nejat Uygur’un şu kelimesi ile cevap vereyim;
“Anlayan anlar…
.
Köylünün üç oğlu varmış.
Bir gün köye tellal gelmiş, davulu çalıp “Padişah efendimiz Kıbrıs’a sefere gidiyor. Her evden bir erkek evlat istiyor…” demiş.
Köylü, büyük oğlunu öpüp “Padişahımızın emri baş üstüne…” deyip askere yollamış.
Aradan bir kaç ay geçince oğlunun şehit olduğu haberi gelmiş.
Köylü, büyük bir olgunlukla “Vatan sağ olsun, padişahımız sağ olsun…” demiş.
.
Aradan bir iki yıl geçmiş.
Köye yine tellal gelmiş, davulu çalıp “Padişah efendimiz Irak’a sefere gidiyor. Her evden bir erkek evlat istiyor…” demiş.
Köylü, yine “Madem padişahımız ferman eylemiş, başım üzerine…” deyip ortanca oğlunu öperek askere yollamış.
Aradan bir kaç ay geçince oğlunun şehit olduğu haberi gelmiş.
Köylü, yine büyük bir vakarla, gururla “Vatan sağ olsun, padişahımız sağ olsun…” demiş.
.
Aradan yine bir iki yıl geçmiş.
Köye yine tellal gelmiş, davulu çalıp “Padişah efendimiz Suriye’ye sefere gidiyor. Her evden bir erkek evlat istiyor…” demiş.
Köylü, yine “Madem padişahımız ferman eylemiş, başım üzerine…” deyip küçük oğlunu öperek askere yollamış.
Aradan bir kaç ay geçince oğlunun şehit olduğu haberi gelmiş.
Köylü, yine büyük bir vakarla, gururla “Vatan sağ olsun, padişahımız sağ olsun…” demiş.
.
Aradan yine bir iki yıl geçmiş.
Köye yine tellal gelmiş, davulu çalıp; “Padişah efendimiz Yunanistan’a sefere gidecek. Her ev bir erkek evlat hazırlasın, yakında almaya geleceğiz…” demiş.
.
Köylü bu haber karşısında oldukça hiddetlenmiş ve tellala;
“Yürü git, söyle o padişaha benim zürriyetime güvenip sağa sola savaş ilan etmesin… Artık bizde ona verecek ne evlat, ne kardeş, ne de eş kaldı...”
 
***
Mersin’in Erdemli ilçesinde ve bu ilçeye bağlı köylerde yaşayan halk tarafından çok iyi tanınan, gerçekten yaşamış bir şahıs olan “Mudahhar”ın fıkraları meşhurmuş meğer.
.
Aynı Hoca Nasreddin gibi.
.
Erdemli ilçesi Yörük-Türkmen nüfusun en yoğun olduğu yerlerden biriymiş.
.
Asıl ismi “Muzaffer Poyraz olan Mudahhar”, 1912 yılında Erdemli’ye bağlı Sorgun köyünde dünyaya gelmiş…
.
Daha sonraki yazılarımda da bahsederim size.
.
Son günlerde türban tartışması alevlendi.
Teklifler sunuldu TBMM’de.
.
Meğer bizim Mudahhar’ın bununla ilgili bir fıkrası varmış.
İşte o fıkra;
.
Erdemli’de evine radyo alan ilk kişilerden biri olan Mudahhar, radyoya ayrı bir önem verir, onu gözünden sakınırmış.
Her gün eline bez alıp radyonun tozunu alır, müzik dinledikten sonra da üstüne “Beyaz bir tülbent” örtermiş.
Bir gün karısı mutfakta bulaşık yıkarken radyodan da yanık bir türkü okunuyormuş.
Türküleri çok seven karısı ona, “Radyoyu kapatmasını, işi bittikten sonra türküyü beraber dinlemeyi” teklif etmiş.
Mudahhar bu isteğe uyarak radyoyu kapatmış.
Az sonra bulaşık işi bitince eşi yanına gelmiş ve Mudahhar radyoyu açmış.
Ancak radyoda türkü değil, hiç anlamadıkları bir dilden bir caz parça çalıyormuş.
Bunu duyan Mudahhar hemen tülbenti radyonun üstüne atıp;
-“Gördün mü hanım, tülbenti beş dakika kafadan atınca bizim radyo da cavur oldu…”
 
***
Bir fıkra da siyasetten olsun bari;
.
Adam yolda yürürken yerdeki çaydanlığa tekme atmış.
İçinden çıkan Cin biraz kızgın bir eda ile:
-“Seninle uğraşacak çok vaktim yok, toplum için basit bir şey iste hemen yapayım, işim var...”
Adam düşünmüş:
-“Bizim halk garibandır, tatile filan gidemez. Türkiye’den Hawai’ye kadar bir yol yap ki halk bedavadan gidip görsün oraları…”
Cin kızgın:
-“Ooo zor iş… Sen daha basit bir şey iste…”
Adam düşünmüş taşınmış, “Halk için ne isteyebilirim?” diye.
Sonra birden aklına gelmiş;
-“Şu pahalılığı durdur, halk rahat etsin bari…” deyivermiş.
Cin sessizce düşünmüş, taşınmış.
Konuşmaya başlamış;
-“Hawai’ye yapılacak yol üç şerit mi olsun, dört şerit mi?”
 
***
Çocuk evliliği, tacizi, tecavüzü gündemde.
.
Onunla şaka olmaz ama bu fıkra.
İnternette var.
.
10 kişi otobüsle seyahat ediyorlarmış.
Derken şoför kaza yapmış ve otobüs devrilmiş.
Yolcuların 10’u da mevta olmuş…
Cennetin kapısına gelmişler.
Görevli melek bunlara bakarak demiş ki;
-“Aranızda çocuklarla evliliği onaylayan ya da çocuk tacizcisi veya tecavüzcüsü varsa, hiç beni oyalamayın. Doğrudan Cehenneme gidin” demiş.
Bunların 9 tanesi hemen tornistan yapıp doğru Cehennemin yolunu tutmuş.
Görevli melek arkalarından bağırmış:
-“Bu sağır olanı da alın götürün!”
 
***
Fıkra bu ya, adam seçimlerde oyunu kullanmış.
Bir müddet sonra geri dönerek sandık başkanına demiş ki;
-“Beyim, pusulamı geri istiyorum.”
-“Oy geri verilir mi? Geri filan verilmez… Hem niçin istiyorsun?”
-“Adresimi yazacağım.”
-“Pusulaya adres yazılır mı be Adam!..”
-“Geçen seçimde adresi yazmadım hizmet başkalarına gitti de ondan…”
 
***
Memleketin kendisi fıkra zaten.
.
Kürsüye çıkmış olan aday, bağırıp tutuyormuş:
-“Bu parti komünisttir, ona oy vermeyin!”
-“Bravo…”
-“Şu Genel Başkan Fetöcüdür sakın ona oy vermeyin.”
-“Varol...”
-“Şu parti teröristtir... Onlara oy vermeyin!”
-“Nurol...”
-“Şunlar Amerikancıdır!”
-“Helal!”
-“Bunlar dinsizdir!”
-“Hürol!”
-“Vatan hainidir!”
-“Heyyooo!”
-“Haçlıdır!”
-“Meyyo!”
Kalabalığın arasından biri avazı çıktığı kadar bağırmış:
-“Peki kime verelim?”
-“Bana verin yeter...!”
 
***
20 senedir seçim kazanılıyor.
Tek başına iktidara geliniyor.
Gerçekten mucize.
.
Fıkra şöyle;
Karadenizli atlet olan Temel öğünüyordu:
-“Ben 100 metreyi tam 8 saniyede koşayrum.”
-“Ciddi misin?” dedi Dursun, “Bu bir dünya rekorudur. Nasıl yapıyorsun bunu?”
Bizimki hafifçe kasılarak cevap verdi:
-“Kestirmeden cideyrum daa...”
 
***
İki fıkra daha yazıyorum.
Biri “Adaylıkla” ilgili,
Diğeri; “Adaletle…”
Hani her zaman denir ya;
“Al sana kaya, nereye dayarsan daya…”
.
Tilki daha önce hacca gitmiş ama yeniden gitmeye niyetlenmiş.
Ormanda ördeği, horozu ve kekliği görmüş. Onlara seslenmiş:
-“Hadi, sizleri de hacca götüreyim.”
Bizimkiler korkuyla çığrışmış:
-“Hayır, biz gitmeyiz!”
Tilki, bu kez şöyle demiş:
-“Hacca gitmek sevaptır.”
-“Ama sen bizi yolda yersin.”
-“Canım, hiç öyle şey olur mu? Hac yolunda yapar mıyım?”
Sonunda ördek, horoz ve keklik, tilkinin tatlı sözlerine kanmışlar ve cümbür cemaat hac yolunu tutmuşlar.
Akşamları ördek bir su birikintisi bulup giriyor, horoz bir taşa tüneyip uyuyor, keklikse bir tepede sabahlıyormuş.
Tilki de bu saf yolcuları nasıl tepeleyip yiyeceğini düşünüyormuş.
Sonunda bir gece, bir mağaraya gelmişler, geceyi orada geçireceklermiş.
Tilki, mağaranın en uzak köşesine çekilmiş.
Diğer hayvanlar, kapının önünde aralarında konuşuyormuş.
Ördek:
-“Galiba, tilkinin günahını alıyoruz.”
Horoz:
-“Kötü niyetli olsa kapıya yakın oturacağına mağaranın dibine gitmezdi.”
Keklik:
-“Korkacak bir şey yok, girelim.”
Böyle diyerek üçü de mağaraya girmiş, girer girmez de tilki, seyirtip mağaranın kapısını kapatmış.
Önce kekliği yakalamış ve bağırmış:
-“Bre kafir, bre zındık, bre utanmaz. Her gün dağın başına çıkar oturursun, avcıları yorarsın, beni üzersin, ceza olarak seni yiyeceğim.” demiş ve kekliği mideye indirmiş.
Sonra horoza dönmüş:
-“Terbiyesiz horoz, sabahın köründe milleti uyandırmaya utanmıyor musun, suçun büyük, seni de yiyeceğim.” demiş ve horozu da haklamış.
Sıra ördeğe gelmiş ama tilki düşünmüş, taşınmış, ördeğe yüklenecek bir “suç” uyduramamış, uyduramamış ya, tilkide laf çok!
-“Söyle bakalım, o arkandaki yeşil ne? O yeşil, türbelere, sarıklara layıktır. Millet, yeşili başında taşır, sen utanmadan k.çında taşıyorsun. Gel buraya, cezan birken bin...” demiş ve ördeğin de defterini dürmüş.
Sonrasında da ormanın adaleti, tilkinin hünerine kalmış.
Tilki, kimi bulsa yutmuş.
Yedikçe yemiş, yedikçe semirmiş.
 
***
Ve son fıkram…
.
Günlerden bir gün, ormanda “Kral” seçimi yapılacakmış.
Orman sakinleri; “Aslan, kaplan ve filden başka kimse krallığa aday olamaz” diye düşünürken bizim Tilki yine ortaya çıkmış ve seçmenlere şöyle seslenmiş:
-“Bu ormanda demokrasi yok mu arkadaşlar, krallığa ben de adayım!”
Kurnaz tilki, ortada şöyle bir göründükten sonra bir çuval boyayla ormanın kuytusuna çekilmiş ve kalağından kuyruğuna, kulağından karnına mandarin ördeği gibi rengârenk boyanmış.
Bir su birikintisine bakıp bakıp şöyle demiş kendi kendine:
-“Aman Allahım! Ne kadar da güzel oldum, bu ormanın en güzeli, en akıllısı benim!”
Tilki, kendini suda uzun uzun seyrettikten sonra, kostaklana kostaklana seçim sandığına varmış.
Seçim alanında toplanan orman halkı, görülmemiş güzellikteki bu yeni adayı hayranlıkla ve coşkuyla karşılamış.
Oylar atılmış, sandık saçılmış ve tilki, “Ormanların yeni kralı” seçilmiş.
Tahtına oturduktan sonra da ormanın ilk kanunnamesini yayımlamış. Kanunnamede şu tek kanun geçerliymiş:
“Bu ormanda bundan sonra yağmurdan ve sudan söz etmek yasaktır.”