Reşat Amcanın ölümünün 35. Yılı olmuş. Daha dün gibi hatırlıyorum kendisini.

Güzelyalı’daki yazlık evlerinin arkasında bizim 74-75 yıllarında kiraladığımız yazlığımız vardı.
O kadar yakındık kendisine.
.
Çıkın Çanakkale’ye sorun.
Bir kişi aleyhinde tek bir laf etmez, edemez…
.
Efsane diye adlandırılan birçok başkan gibi Reşat Amca da efsaneydi.
.
Gecenin bir yarısı şehre gelen ana su borusunun patlamasıyla derhal harekete geçip, bizzat kendisinin çukura girip tamiratıyla bizzat ilgilendiği hep anlatılır.
.
Kızı Nihal Tabak babasının anısına yazdığı “Bir şehir bir Başkan” kitabında kimseye torpil geçmediğini ve en çok kızdığı şeyin “Kaldırım işgali” olduğunu şu anısıyla anlatıyor:
“Babamın en fazla üstünde durduğu bir diğer konu da, ‘kaldırım işgali’ idi.
Yine bir gün çarşıdan geçerken arkadaşı bakkal Kemal Saygı’nın dükkânı önünde bazı mallar görür.
Tipik bir kaldırım işgali söz konusudur ve bunu yapan da çok yakın arkadaşıdır.
Ama kim olursa, ne olursa olsun verdiği kararları uygulayan bir başkan olduğundan, hemen harekete geçer.”
.
“Belediyeye dönünce zabıta memurlarını toplar ve bu kaldırım işgali konusunda kim olursa olsun mutlaka ceza verilmesini söyler.”
.
“Zabıta memurları verilen talimat doğrultusunda harekete geçerler.
Çarsı boyunca kimin dükkânının önünde eşya varsa, ceza uygulamaya başlarlar.”
.
“Sıra bakkal Kemal Saygı’ya gelmiştir, ona da ceza kesilir.
Buna pek aldırış etmeyen Kemal Saygı kendisinin Belediye Meclis Üyesi sıfatını taşıdığını, babamla da çok iyi arkadaş olduğunu ve bunu nasılsa halledebileceğini düşünür.
Ama hiç de öyle olmaz, ceza para cezasıdır ve ivedilikle ödenmesi gerekmektedir.”
.
“Babama çok içerleyerek kendisine kesilen para cezasını Belediyeye ödeyen Kemal Saygı öfkeli ve kızgındır;
‘Reşat Başkan, nasıl olsa akşamüzeri buradan geçer, ben ona diyeceğimi bilirim.’ düşüncesiyle bu olayı kabullenmekte zorlanır.
Gerçekten de babam, akşamüzeri çarşıdan geçerken, Kemal Saygı babamın önüne geçer ve selam vermeden, hatır sormadan hemen konuya girer;
‘Ne oluyor yani? Daha, yakın zamana kadar her akşam toplantılarda birlikte olurduk, iyi arkadaştık, şimdi Belediye Başkanı oldun burnun mu büyüdü?’ diye sitem eder.”
.
“Babam her zamanki sakin ve sabırlı hali ile gülümser ve iyi akşamlar diyerek uzaklaşır. Biliyordu ki arkadaşı o günkü kızgınlıkla söylemişti bunları, zamanla öfkesi geçecek ve ona hak verecekti.
Nitekim Kemal Saygı ile dostlukları uzun yıllar devam etmiştir.
Hiç bir zaman geçmişe saplanıp kalmayan babam, kimseye kızmaz ve kırılmazdı, ama gerekli yerlerde gerekli yanıtı da verirdi.”
.
“Çok yakın arkadaşı olan Emin Apaydın da bu ceza işlemlerinden nasibini almıştı. Şimdiki Halk Bankası'nın olduğu yerde Apaydınlar Ticarethanesi vardı ve traktör pulluklarını veya teşhir edilmesi düşünülen mallarını kaldırımın üstüne koyuyorlardı. Hem halkın geçişine engel oluyordu, hem de iskeleden bakıldığında hiç hoş olmayan biri görüntü oluyordu.”
.
“Birkaç kez uyarılmalarına rağmen durum değişmeyince, Zabıta Amiri Veli Karatepe tarafından konu babama iletilir.
Babamın yakın arkadaşı olduğu için direkt ceza yazmaya çekin Veli Bey;
‘Başkanım nasıl yapalım, ne dersiniz?’ diye sorunca babam,
‘Bu işin affı yok, kim olursa olsun hatalı durumlarda ceza kesilecektir. Bu böyle bilinsin. Kesinlikle ne yapalım, nasıl yapalım diye düşünmeyin.”
.
Daha birçok anekdot bu kitapta yer alıyor.
Seçimler yaklaşırken hem Reşat amcayı anmak, hem de ondan ders almak için aday olacakların bu kitabı okumalarını tavsiye ediyorum.
.
Sevgili Reşat Amca, gelecek nesillere örnek bir başkanlık bıraktığın için, 35. ölüm yıldönümünde seni saygı ve sevgi ile anıyorum…
 
***
AYI RÜSTEM
Bizim mahallede yardımlaşma kültürü henüz kaybolmadı.
Birisi “İmece” için ıslık çalsa her kim olursa olsun işini, gücünü bırakıp yardıma koşar.
Badana mı yapılacak?
Bahçe mi kazılacak?
Eşya mı taşınacak?
Her şey bu kapsama giriyor.
.
Günlerden bir günün sabahında açmışım kahveyi.
Yapmışım hafif temizliğimi.
Çünkü akşamdan yapıyorum zaten hepsini.
Sandalyeleri masaların üzerinden alıp, yerlerine yerleştiriyorum.
Masa tozlarını alıyorum, örtülerini yayıyorum.
Yedeğin altını zaten yakmışım, demliğe koyduğum çayı da ustamın tarif ettiği gibi güzelce yıkayıp su ile doldurup yedeğin üzerine koymuşum.
Sonra çıkıp kapı önlerini ıslatıp, süpürdüm.
Hem kendi çöplerimizi hem de kahvenin etrafında uçuşan kağıt, naylon gibi çöpleri toplayıp çöp tenekesine attım.
Sonra da bizim simitçi Faik geldi her zamanki gibi.
Onunla oturup çay keyfi yapıyoruz.
.
Benim asker arkadaşım Mahmut koşarak geldi, soluk soluğa ve:
-“Rüstem saat 10 gibi eşya taşımaya gideceğiz hazırlan!” dedi.
-“Dur oğlum ne bu telaşın, gel hele bir çay iç…”
-“Ben gideyim, saat onda diğer çocuklarla beraber gelip alırız seni. Limana gideceğiz. Bizim Haluk Bey yurt dışından dönüyor, onun eşyalarını konteynırdan kamyona yükleyip buradaki evine getireceğiz…”
“Tamam” dedim.
Simitçi Faik, “Ben de gelirim” dedi.
.
Saat 10 oldu ve bunlar geldi.
Simitçi Faik ve ben atladık minibüse doğru limana.
Aslında bir tane dorse bulup yükleseler ve eve getirseler daha kolay. Ancak çok pahalı olduğundan kenarda yaparız demişler.
.
Kamyon geldi, gümrükçüler konteynırın kapısını açtı, biz başladık yüklemeye.
.
Elin gavuru bu işi biliyor.
Ev eşyalarını öylesine güzel ambalaj yapmışlar ki, kimi büyük, kimi küçük hepsi muntazam mukavva kutularda.
.
Taşıması kolay zaten.
Kırılacakların üzerine de yazmışlar zaten.
Tabi İngilizce.
Biz ne anlarız yabancı dilden.
Yardıma gelen mahalle çocuğu Almancı Süleyman söyledi de oradan biliyoruz.
-“Bu üzerinde ‘Fragile’ yazanlara dikkat edin. Bunlar kırılabilir eşyalar…”
.
Biz konteynırdan aldığımız kutuları kamyona yüklüyoruz. Gayet itina ile istifliyoruz.
Vakit epey ilerlemişti ki birden siren sesleriyle irkildik.
İçimden, “Allah Allah bu polisler nereye gidiyor? Limanda bir durum var herhalde” dememe kalmadı yanımızda bittiler.
-“Yatın yere! Ellerinin başınızın üzerine koyun…!”
.
“Aaa! Bize diyorlar.”
Ödüm patladı tabi.
Hemen attım kendimi yere.
Başımdaki ses bağırıyor:
“Takın şunlara birer plastik kelepçe!”
.
“Yahu ne kelepçesi? Ne yaptık? Suçumuz ne?” diye kısık sesle içime içime konuşuyorum.
Sıkı mı sesini çıkarasın.
Zira üzerime silah doğrultmuş onlarca polis var, kıpırdasam şişleyecekler…
.
“Götürün bunları!” sesiyle kendime geldim.
Sonra minibüse bindirilip, doğru polis merkezine gittik.
.
Efendim bizim macera böyle işte.
Şimdi kahve önünde bizim simitçi Faik ile birbirimize olayı anlatıp gülüyoruz.
.
“Sen daha çok korktun, ben korkmadım”” muhabbetiyle.
.
Bizim Faik o baskın sırasında,
-“Ben simitçiyim, bir şey yapmadım” diyerek sıyrılmaya çalışmış meğer.
Polis te ona:
-“Sen simitçiysen, ben de pamuk helvacıyım” demiş.
.
Ay! Ne güldük, ne güldük, gözlerimizden yaşlar geldi.
.
Tabi merak ettiniz “Ne oldu?” diye.
Durum şu:
O gün yurt dışından limana gelen bir konteynır için polis uyuşturucu ihbarı almış.
Gümrükçüler de bizim tiplere bakıp tesadüfen şüphelenince polise ihbarda bulunmuşlar.
Bütün mesele bu.
.
Merkeze gidince durum anlaşıldı tabi.
Sonuçta serbest bıraktılar.
Ama hepimiz eve gidince, çamaşır değiştirmek zorunda kaldık.