BACAĞIN NASIL? Doktor Temel’e sormuş,

-“Bacağın nasıl?”
-“Hala sekeyrum.”
-“Devamlı mı?”
-“Yok daa yürürken…”
 
***
TERBİYESİZ RESİMLER
Psikolog karşısındaki sinir hastası bir genci teste tabi tutmaktadır.
Kâğıt üstüne bir dikdörtgen çizip:
“Bu size neyi hatırlatıyor?” diye sorar.
Hasta: “İçinde kadın bulunan bir yatağı” diye cevap verir.
Arkasından psikolog kâğıda büyükçe bir kare çizer.
Hasta, bu kez:
“İçi kadın dolu bir oda”, der.
Derken, çok büyük bir dikdörtgen çizdiğinde hasta bu sefer de: “Bu da içi kadın dolu bir ev”, deyince psikolog dayanamaz:
-“Tamam beyefendi anlaşıldı, siz bir kadın budalasısınız.”
Hasta sakince cevaplar:
-“Ne, ben mi? Aslında sen kadın budalasısın be! Sabahtan beri bana terbiyesiz resimler çiziyorsun...”
 
***
İHTİYAR GÖRÜNMEK
Temel şapka alacakmış, bir tane denemiş, yanındakiler:
-“Bu seni on yaş genç gösterdi, bunu al” demişler.
Temel istememiş.
Hediye etmek istemişler.
-“İstemeyrum… Her çıkarışta on yaş ihtiyar cörünmek istemeyrum daa!..”
 
***
SOĞUKSU
Torunu, çiftliğinde yaşayan 90 yaşındaki dedesini ziyarete gitmiş, hafta sonu…
Sabah kahvaltıda dedesi ona sahanda yumurta yapmış…
Adam bakmış tabakta yağ ve yumurta dışında bazı şeyler var…
-“Dedeciğim, bu tabak temiz mi?”
-“Soğuksu bu kadar temizler, sen otur da kahvaltını yap…” demiş dedesi.
Öğleyin dedesi mangalda et yaparken, bakmış ki tabağında yine siyah lekeler var...
Sormuş:
-“Dede, bu tabağın temiz olduğundan emin misin?”
-“Soğuksu bu kadar temizler… Lütfen iki de birde bana bunu sorup durma…”
Akşam yemeğe oturmuşlar.
Torun tabağa bakmış yine, tam ağzını açacakken yutkunmuş, susmuş...
Yemiş yemeğini…
Yemekten sonra dedesine veda edip yola çıkmak isterken, arabasının önünde uyuklamakta olan köpek dikilmiş ayağa...
Yolunu kesmiş ve dişlerini göstererek hırlamaya başlamış.
Torun seslenmiş…
-“Dede! Köpeğin beni bırakmıyor…”
Televizyonda futbol maçı seyreden dede, kafasını bile çevirmeden bağırmış:
-“Soğuksu! Gel oğlum buraya!”
 
***
BİLMİYORUM
Temel yüksek bir binanın altıncı katından aşağı düşer.
Hemen başına meraklı bir kalabalık toplanır.
Yoldan geçen bir adam meraklı kalabalığı yararak yaralı Temel’e doğru eğilerek sorar;
-“Hayrola kardeş ne oldu?”
Ağzı, burnu yaralı Temel güç bela konuşarak cevaplar.
-“Haçan bilmeyrum pende şimdu celdum…”
 
***
ALIŞKANLIK
Doktor, hastasını uyarmış:
-“Bakın, sonra söylemediydi demeyin, bu uyku haplarına devam edecek olursanız, sizde alışkanlık yaratır.”
Hasta bilgiç bilgiç gülümsemiş:
-“Sen ne diyorsun Doktor Bey! Ben bu hapları evelallah yirmi yıldır alırım, henüz alışkanlık yaptığını görmedim daha!”
 
***
KAÇ AKÇE?
Timur bir gün yanına Hoca’yı da alarak Akşehir’in Meydan Hamamı’na gider.
Soyunup peştamallara sarınıp iç hamama geçerler.
Göbek taşında oturup bir yandan sohbet ederken bir taraftan terlerler.
Derken Timur Hoca'ya sorar.
-“Hoca sen bir deryasın! Kıymet biçmesini bilirsin. Şu halimle ben kaç para ederim?”
Hoca;
-“On akçe” der.
Kendisine bu kadar az kıymet biçilmesi Timur’u küplere bindirir.
-“Bre gafil! Sen bana nasıl on akçe ettiğimi söylersin? Bu parayı sadece peştamal yapar!” deyince Nasreddin Hoca boynunu bükerek Koskoca Timur’a bakarak;
-“Ben zaten onun fiyatını demiştim…”
 
***
SERBEST SEÇİM
Temel’in Karadeniz kıyısındaki oteline tam pansiyon kalmaya gelen İstanbullu turist iki gün sonra feryadı basmış:
-“Seyahat acentesi bizi buraya yollarken ‘yemekte serbest secim’ diye yolladı. Oysa iki gündür yemeklerde hamsiden başka bir şey yok. Nerede serbest secim?”
Temel açıklamış:
-“İster yersiniz ister yemezsiniz. İşte size serbest seçim…”
 
***
SOR OĞLUM SOR
Küçük Mustafa ders çalışıyor, babası da köşesinde gazetesini okuyup, kahve içiyormuş.
Bir aralık Mustafa sormuş:
-“Baba, elektrik nedir?”
-“Elektrik? Elektrik… Şey!... Vallahi, ben de bilmiyorum oğlum. Ne kötü her gün görüp kullandığımız şey hâlbuki.”
Mustafa boynunu bükmüş, tekrar çalışmaya koyulmuş.
Bir zaman sonra tekrar seslenmiş:
-“Baba!”
-“Ne var oğlum?”
-“Gök gürültüsü neden olur?”
-“Gök gürültüsü mü? Şey…! Gök gürültüsü... Doğrusu ben de bilmiyorum...”
Çocuk tekrar çalışmaya başlamış çaresiz. Biraz sonra tekrar “Baba!” diye seslenince mutfaktaki annesi bağırmış:
-“Evladım babanı meşgul etme, gazete okuyor görmüyor musun?”
Bunu duyan adam karısına cevap vermiş:
-“Olur mu hayatım! Çocuk sorsun ki öğrensin…”
 
***
FADİME
Önlerini birden eşkıyalar kesmiş.
Eğer isimleri akrabalarından birinin isimlerinden değilse öldüreceklerini söylemişler.
Temel’e sormuş:
-“Senin adın ne?”
-“Adım Temel”
-“Tamam, seni öldüreceğim.”
Sıra Fadime’ye gelmiş;
-“Senin adın ne?”
-“Fadime” deyince eşkıya;
-“Hadi ya! Annemin adıdır. Sen şöyle geç” demiş.
Diğerlerine de isimlerini sormuş.
Tekrar başa gelince ismini unuttuğu Temel’e tekrar sormuş:
-“Senin adın neydi?”
-“Benim adım Temel, ama bana kahvede Fadime derler…”
 
***
İKİ KOYUN
Temel bir şirkette otobüs şoförüymüş.
Bir gün otobüsle giderken, kullandığı otobüs kaza yapmış ve şarampolden aşağı yuvarlanmış.
Otobüsten sağ olarak sadece Temel çıkmış.
Ambulansta sormuşlar:
-“Kaza nasıl oldu?”
Temel anlatmış:
-“Otobüsle gidiyordum ki iki koyun karşıma çıktı, ben de kaza yaptım…”
Ambulanstakiler çıkışmışlar:
-“Lan salak! Koyunları ezseydin de yolcular ölmeseydi ya!”
Temel doğrularak cevap vermiş:
-“Ben de öyle yaptım. Birinci koyunu hakladım, ikincisi şarampole kaçınca olan oldu tabi…”
 
***
EN GÜZEL GÜN
Sabah kahvaltısında kadın eşine
-“Eminim sen bugünün ne olduğunu hatırlamıyorsun bile?” diye sorunca kocası;
-“Tabi ki hatırlıyorum hayatım” diyerek evden dışarı çıkar.
Öğleye doğru evin kapısı çalınır.
Çiçekçi çocuk, harika bir kırmızı gül buketi getirmiştir.
Bir süre sonra kapı tekrar çalınır.
Bu defa gelen, köşedeki pastanenin çırağıdır.
O da kocaman bir çikolata kutusunu bırakıp gider.
Öğleden sonra gelen bir kutudan da olağanüstü güzellikte bir elbise çıkar.
Kadın kocasının dönmesini zor bekler ve geldiğinde de daha kapıda boynuna sarılır ve de ekler:
-“Önce çiçekler, sonra çikolata ve en sonunda da mükemmel elbise. Bu, hayatımda yaşadığım en güzel Cumhuriyet Bayramı olacak...”
 
***
NEREDEN BİLDİN?
Yargıç, otomobil çalmak suçundan sanık olarak karşısına getirilen Temel’e sordu:
-“Otomobil çalmışsın, bunu neden yaptın söyler misin?”
-“Sahibi yok sanmıştım...”
-“Peki, sahibi olmadığı kanısına nereden vardın?”
-“Mezarlığın önüne park etmişti de...”
 
***
BÜYÜK YAZAR
Gençliğinde “Büyük bir yazar” olmak isteyen bir adam vardı.
Ona “Büyük” kelimesinin tanımı sorulduğunda
-“Dünyanın her yerinde okunacak ve okuyan insanların gerçek heyecanlar duyacakları, çığlık atıp, ağlayacakları, feryat edecekleri, acı içinde inleyecekleri, gözlerinin dönüp, öfke duyacakları şeyler yazmak istiyorum” demişti.
Şimdi mi?
Microsoft’ta “Hata Mesajlarını” yazıyor..
 
***
O YOĞURDUNU YİYOR
Temel genç yaşta evlenir, karısı ile bir çocuğunu bırakarak gurbete çıkar.
On-on beş sene dolaştıktan sonra,
“Hele bir sılaya varayım!” der.
Evine geldiği zaman karısı ile birlikte üç çocuk bulur.
En küçüğü önündeki kaptan yoğurt yiyor ve kendisine yabancı yabancı bakmaktadır. Temel sorar,
-“Yahu karıcığım. Bunlar da kim?”
 Karısı,
-“Şu büyüğü ilk çocuğun İsmail’dir da… Ne çabuk unuttun!”
-“Ya öteki?”
-“O da sen gitmeden ana rahmine düşmüş meğer. Sen gittikten hemen sonra doğdu.”
-“Ya şu köşedeki küçük olan?”
-“Canım onu ne soruyorsun? Görmüyor musun kenara oturmuş yoğurdunu yiyor. Sana baba mı diyor?”
 
***
KRAVAT
Bir turist, Cezayir’de çöl arazisinde kaybolur…
Yaşamak için tek şansı, hayat belirtisi olan bir yer bulmaktır ve çaresizce yürümeye başlar.
Zaman geçtikçe susuzluk, açlık derken adam bayılacak kadar yorgun düşer.
Artık tek adım atamayacak hale geldiği sırada bir çadır görür.
Sürünerek çadıra ulaşır ve
-“Su... Biraz su lütfen...” diye inlerken bir adam kafasını uzatır:
-“Üzgünüm efendim, hiç suyumuz yok, bir kravat almak ister miydiniz?” diyerek turistin önüne rengarenk bir düzine kravat koyar....
Susuzluktan ve açlıktan ölmek üzere olan turist bunun üzerine çılgına döner ve can havliyle bağırır:
-“Manyak mısın sen! Görmüyor musun ölüyorum burada… Ben senden su istiyorum su! Kravatı ne yapayım!”
Satıcı hiç istifini bozmaz:
-“Efendim, madem su istiyorsunuz buradan 2 km. güneye yürüyün orada bulabilirsiniz...”
Turist adamın tarif ettiği yönde can haliyle yürümeye başlar…
Gerçekten de 2 km. sonra ikinci bir çadır görür.
Artık kalan son kuvvetiyle çadırdan içeri seslenir.
Oldukça iyi giyimli bir adam kapıda belirir:
-“Size nasıl yardımcı olabilirim efendim?”
Turist güç bela fısıldar...
-“Su... Lütfen... Su...” dedikten sonra içeri girmek için bir hamle yapar ama adam onu durdurur:
-“Üzgünüm beyefendi, buraya kravatsız giremezsiniz...”